Geçen hafta 28 üyeli, Hindistan’ın ardından dünyada en fazla seçmenin oy kullandığı (350 milyon seçmen) Avrupa Birliği (AB)’nde, Avrupa Parlamentosu (AP) seçimi yapıldı. Söz konusu seçimler dört gün sürdü ve arkasında, üzerine uzun tartışmaların ve yorumların yapılacağı izler bıraktı.
Bu haftaki yazımızı, ana hatlarıyla, bu farklı kültür ve çıkar temelindeki çok sayıdaki uluslardan oluşan geniş seçmen kitlesinin tercihlerine ve bunların AB’nin geleceğine etkilerine ayırdık.
AP Seçmen Tercihindeki Ana Akımlar
Her beş yılda bir yapılan ve en son 2014 yılında gerçekleştirilmiş olan ve bu yıl da 23-26 Mayıs tarihleri arasında yapılan AP seçiminde, Fransız ve diğer Avrupalı seçmenler, sorularının karşılığını üç kanalda aradılar: Çoğunluğu oluşturan kısım, sağ kanat milliyetçiliği ve yeşiller partilerinde birleştiler. Az bir bölüm, sol partilerin önerdiği çözümlere odaklandılar.
Bu bağlamda, Avrupa birleşik sol/ İskandinav Yeşil sol, Strasburg uzlaşısında yer alan sol kanat grubu (Yunan Syriza, İspanyol Podemos ve Fransız Insoumise), AP’de 14 sandalye kaybederek, Parlamento’nun en küçük grubunu oluşturmuş oldular.
Seçimlerde Ortaya Çıkan Siyasi Yelpaze
Bu seçimin en net görünen sonucu, 40 yıldır AP'nda çoğunluk sağlamayı başarmış "Merkez sağ ve Merkez sol” partilerin artık yüzde 50 oranına ulaşamıyor olmalarıdır. Anılan bu iki “ana akım” partilerin toplam oy oranı yüzde 42’de kalmıştır. 28 ülkeden farklı isimlerle katılmış olmalarına karşın AB ruhunu taşıyan bu merkez sağ ve sol partiler, Parlamento’da bir başka kanat/fraksiyon ile koalisyon yapmak zorunda kalacaklardır.
Diğer yandan, 2014 seçimlerinde aldıkları oy toplamı yüzde 15 olan, AB’nin mevcut düzenini ve işleyişini değiştirmeyi amaçlayan “reformist” partilerin, bu seçimlerde aldıkları oy toplamı yüzde 23’e yükselmiştir.
Bu bağlamda, İtalya’da iktidar ortağı olan aşırı sağ League Partisi’nin liderleri Salvini’nin "Brüksel’deki düzeni yıkacağız" söylemi, bu partiye yüzde 34 oy getirmiştir. Bir başka " Brüksel karşıtı" zafer de Birleşik Krallık’ta yaşanmıştır. Şöyle ki, sadece 6 ay önce, Brexit referandumun savunucularından Nigel Farage’ın kurduğu “‘Brexit Partisi”, AB Parlamentosu seçimlerinde yüzde 31 oy almıştır. AB Karşıtı (Eurosceptic) partilerden olan, Marine Le Pen’in aşırı sağ partisi bile, sağladığı yüzde 23 oy oranıyla, Fransa’da en AB seçimlerinde en fazla oyu almış oldu.
Seçim Sonuçlarının Gösterdikleri
Yukarıda özetlemeye çalıştığımız seçim sonuçlarının en güçlü etkileri Fransa ve İtalya’da görülecektir. AB’nin 2 ve 3 numaralı ekonomilerini temsil eden bu iki ülkenin siyaset yapısındaki yansıması oldukça yüksel dalgalı olacaktır.[1]
Bilindiği gibi, Fransa’da Devlet Başkanı Macron’un iş başına gelmesinden sonra yaşadığı ilk seçim olan ve yüzde 50 oranıyla son 25 yılın en yüksek katılımın görüldüğü AB Parlamentosu seçimleri, Macron’un siyasi hayatının da süresini kısaltacak gibi durmaktadır. Çünkü, seçileli henüz 2 sene olan Macron, kalan 3 sene içinde, Le Pen’in “erken seçim” çağrılarına karşı koyma konusunda önemli bir güç kaybetmiştir.
Diğer yandan İtalya’da da, “İtalya’nın Trump’ı olmak istiyorum” diyen, “aşırı sağ” lideri Salvini’nin şovunun güçleneceği anlaşılmaktadır. 2018 genel seçimlerinde yüzde 17 oy alarak iktidar ortağı olan Salvini’nin partisi, 1 sene sonra ortağı 5 Star Partisi’ne de fark atarak, oy oranını yüzde 34’e yükseltmiş durumdadır. Seçimden sonra Salvini’nin ilk açıklaması, “Yeni Avrupa doğdu” şeklinde olmuştur. Mülteci göçü ve Brüksel’in sıkı mali politikalarını çok sert eleştiren Salvini, elde ettiği yeni oy desteğiyle, İtalya’yı olduğu kadar, AB’ne de sıkıntılı zamanlar yaşatacağı beklenmelidir.[2]
Keza, Brexit sürecindeki Birleşik Krallık’ta da, AP seçimlerinin sonucu, 100 yıldır ülkeyi yöneten iki ana akım partisi olan Muhafazakar Parti ve İşci Partisi’nin çöküşüne yol açacak gibi durmaktadır. Geçtiğimiz haftaki seçimde bu iki partinin oy toplamı yüzde 25’e düşmüş bulunmaktadır. Bu sonuç, “Anlaşmasız Brexit”’i savunan ve AB’nin mevcut düzenini ağır eleştiren Farage’nın Brexit Partisi’ni, İngiliz siyasetinin çok önemli bir konumuna yükseltmiş bulunmaktadır.
“AB ruhu” şeklinde isimlendirilen ve amacı, ortak siyasi ve ekonomik birlikteliği yerleştirmek olan 40 yıllık AB olgusu, belki de tarihinin en zorlu dönemecine girmektedir. AB, Brexit sorununa ek olarak, AB karşıtı partilerin seslerinin çok gür çıkacağı AP ile 5 yıl gitmek zorunluluğu ile karşı karşıya kalmıştır.
Yetkin Lider Yoksunluğu
Yeni oluşan AP vasıtasıyla AB ve üye ülkelerinin iç siyasetini çok derinden etkileyecek bu yeni gelişmenin gündeme taşıdığı bir diğer olgu da, dümen başında olan üye ülkelerdeki “lider yetersizli/belirsizliği” olmaktadır. Şöyle ki, bir yandan Alman Şansölyesi Merkel 1 yıl içinde görevi bırakacaktır. Diğer yandan da, Milliyetçi ve AB karşıtı siyasetçi Le Pen’in gölgesinde daha çok kalacak Fransız Devlet Başkanı Macron gerçeği bulunmaktadır.
Açıklamaya çalıştığımız tüm bu gelişmeler, Yunanistan ve İtalya ile, sağ popülist ve otokrat liderlerce yönetilen, Avusturya, Macaristan ve Polonya gibi üye ülkelerdeki sıkıntılı durumlara bir hediye olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Bu durumda, AB için “kurtarıcı çıpa” olarak düşünülen eylemler Merkel’den beklenmektedir. Bu da, Merkel’in siyasetten ayrılmadan önce bütün yeteneklerini kullanıp, başta Avrupa Merkez Bankası Başkanı, Avrupa Komisyonu Başkanı gibi, AB’nin etkin pozisyonlarını “ Merkez sağ ve sol” bloğunun belirlemesini sağlamaktan geçmektedir. Bu sayede AB, 5 yıl daha, sıkıntılar yaşasa da karar süreçlerini ve işlevini sürdürmeyi başarabilir.
Bunun gerçekleşmemesi halinde, zaten “siyasi birlik” olmayı gerçekleştirememiş olan AB’nin geleceği, tam anlamıyla sorgulanmaya başlayabilir.
[1] Mitchell Abidor, “What’s Left of the Left?The European Elections and the Rise of the Greens”, Foreign Affairs, 3.06.2019, https://www.foreignaffairs.com/articles/europe/2019-06-03/whats-left-left
[2] Erik Jones, “The Fall and Rise of Matteo Salvini”, Foreign Affairs, 5.06.2019, https://www.foreignaffairs.com/articles/italy/2018-06-05/fall-and-rise-matteo-salvini