Şubat ayının başından bu yana ülkenin gündemini ele geçiren patlıcan, domates, biber, patates ve soğan fiyatlarının istismarı ve bundan oy devşirmeye çalışan siyasi iktidar izlendi. Yandaş medyanın çabası ve renklendirmesiyle konu, “halkının ucuz sebze-meyve yemesi için manavlığa soyunan Hükümet” özverisine (!) dönüştürüldü.
Bir yandan bu oyun sergilenirken, öte yandan da geçtiğimiz hafta, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik krizin boyutlarını ve kalıcılığını ortaya koyan bazı göstergeler açıklandı. Yine aynı hafta içinde de, mevcut krizin etkilerinin seçimlere kadar hafifletilmesini amaçlayan bir dizi önlemleryürürlüğe konuldu. Daha doğrusu ağrı kesiciler.
İşte bu haftaki yazımızı, geçen hafta yaşadığımız ve önceki paragrafta belirttiğimiz gösterge ve “ağrı kesici” önlemlere ayırdık.
Sanayi Üretiminde Çakılma
Eylül Ayı’ndan bu yana daralan sanayi üretimi, Aralık Ayı’nda “yüzde 9,8 oranında daralma” ile sert bir fren yaptı. Keza imalât sanayi üretimi ise yüzde 10,8 oranında azaldı. Aynı dönemde ara malı üretimi yüzde 14,9, sermaye malı üretimi ise yüzde 8,6 sayılarında daraldı. TÜİK verilerine göre ülkenin yıllık sanayi üretimi “sadece” yüzde 1,8 büyümüş oldu.
2017 ve 2018 yıllarının, önceki yılın aynı ayına göre yıllık sanayi üretimi değişim oranları aşağıdaki grafikte topluca görülmektedir.
Kaynak: TÜİK
Sanayi üretimi verisindeki bu olgu, ülkenin iktisadi faaliyetindeki yavaşlamanın “güçlü” olduğunu ve son bir yıldır “sürekli” bir azalma kanalı içinde bulunduğunu göstermektedir. Sanayi üretimin son 3 çeyrektir gerilemeye devam etmektedir. Bu aynı zamanda ekonomide yaşanan durgunluğun “derinleştiği” anlamına da gelmektedir.
Bu gelişmelere bağlı olarak 2018’in ilk altı ayında yüzde 7,3 artan sanayi üretimi; aynı yılın ikinci yarısında yüzde 3,4 daraldığı anlaşılmaktadır. Üçer aylık dönemler itibariyle bakıldığında, sanayi üretiminde, 15 Temmuz darbe girişiminin olduğu 2016 üçüncü çeyrekten bu yana ilk, 2009 yılının üçüncü çeyreğinden bu yana ise en sert daralmanın, 2018’in son çeyreğinde gerçekleştiği çıkarımına varılmaktadır.
Aralık ayı kapasite kullanımı oranının yüzde 74 olması, özellikle ara malı ve sermaye malı üretimindeki bu sert düşüşler, üretimin gelecek aylardaki seyri için de umut vermemekte ve sanayide toparlanmanın uzun bir zaman dilimine yayılacağına işaret etmektedir.
İşsizlik Oranı Rekorda
Geçtiğimiz Cuma günü TÜİK işsizlik rakamlarını açıkladı. İşsizlik oranı, Kasım 2018'de bir önceki yılın aynı ayına göre 2 puan artarak yüzde 12,3 oldu. Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştakilerde işsiz sayısı 2018 yılı Kasım döneminde geçen yılın aynı dönemine göre 706 bin kişi artarak 3 milyon 981 bin kişi oldu. Aynı dönem için tarım dışı işsizlik oranı da, 2,1 puanlık artış ile yüzde 14,3 olarak tahmin edildi.
15-24 yaş aralığında olan genç nüfustaki işsizlik oranı, 4,3 puanlık artış ile yüzde 23,6 olurken; 15-64 yaş grubunda bu oran 2,1 puanlık artış ile yüzde 12,6 olarak gerçekleşti.
15 ve üstü yaşlardaki 4 milyon kişinin işsiz olduğu ülkede (1 yıl içerisinde işsiz ordusuna tam 706 bin kişi katılmış oldu), sayının bu seviyelerde gerçekleşmesinde, kamuda çalışan taşaron veya geçici işçilerin “kamu çalışanı kapsamına alınmasının da olumlu etkisi olmuştur. Strateji ve Bütçe Başkanlığı'nın derlediği verilere göre, 2018 yılı dördüncü döneminde toplam kamu istihdamı, 2017 yılının aynı dönemine göre yüzde 20,8 oranında artmıştır. Bu artışta, daha önce kamu istihdamında yer almayan taşeronların kamu çalışanı statüsüne (sürekli işçi) geçmesinin payı yadsınamaz.
Önceki bölümde aktardığımız “sanayi üretimindeki daralma”, daha fazla işsizliğin habercisi olarak değerlendirilmelidir. İşletmelerin öncelikle fazla çalışmaları azaltma ve çalışma yoğunluğunu düşürme gibi yöntemleri, sanayi üretimindeki daralmanın işsizlik üzerindeki etkisinin gecikmeli olarak ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Sanayi üretimindeki daralmanın, önümüzdeki aylarda işsizliğe daha yoğun yansıması beklenmelidir.
Yeniden Cari Açık
TCMB tarafından Aralık 2018 dönemine ilişkin “ödemeler dengesi” verileri açıklandı. Tam dört aydır “fazla” veren cari işlemler dengesi hesabı, Aralık Ayı’nda 1.4 milyar Amerikan Doları ($) “açığa” döndü. Ağustos Ayı’nda yaşanan kur şokunun ardından, iç talebin daralmasıyla elindeki stokları kullanarak ihracata yönelen şirketlerin bu performanslarının hız kestiği anlaşılmaktadır. Eldeki hammadde – yarı mamul madde stokları tükenince, AB bölgesindeki durgunlukla oluşan yeni durumun da AB’nin ithalât talebi üzerindeki baskıyı azaltınca “cari denge yine eksiye” dönmüştür.
Bu sonuçla 2018 yılının cari açığı, 27.6 milyar $ ile, 2009’dan bu yana en düşük rakamla kapanmış oldu. Bu bağlamda izlediğimiz en ilginç olgu, bu miktarın tam 21.2 milyar $’nın “net hata ve noksan” kaleminden finanse edilmesidir.
Doğrudan yatırımlar kalemindeki 9.5 milyar $’lık sermaye girişinin 5.9 milyar $ tutarındaki kısmı gayrimenkul alımlarından gelmektedir. Diğer bir ifadeyle yabancılar ülkemize yatırım yapıp üretim ve istihdam potansiyelini artırmak yerine, döviz cinsinden fiyatları dibe vuran konutları ve iş yerlerini ucuza kapatmayı tercih etmiş oldukları görülmektedir.
TCMB’nın Zorunlu Karşılık Oranlarını Düşürmesi
Bilindiği gibi, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu(BDDK), ekonominin içinde bulunduğu durgunluğu aşması amacıyla tüketici kredileri ve kredi kartı harcamalarını artıracak kararlar almıştı. Bu kararların ardından TCMB’da, bankaların piyasaya yaklaşık 10 milyar lira daha fazla kredi kullandırmalarına olanak sağlayacak şekilde “mevduat munzam karşılık oranlarını” düşürdü. TCMB aldığı bu kararla, TL mevduatlarla, bankaların hurda altın alımlarına uyguladığı karşılık oranlarını 1'er puan indirdi.
Bankalarda halen 1 trilyon TL civarında Türk Lirası mevduat bulunmaktadır. Karşılık oranı 1 puan düşürülmesinin, TCMB’nın hesaplarında bekleyen 10 milyar TL’nın biraz üzerindeki karşılık bankalara döneceğinden, bununla bankaların piyasaya ilave kredi vermeleri mümkün olacaktır. Böylece mevduat toplama maliyetleri düşen bankalar, daha fazla kredi açtıkları gibi, aynı zamanda kredi faiz oranlarını da aşağı çekme olanağına kavuşacaklardır.
Ancak kuramsal olarak doğru olan bu kararın amaçlanan sonucu vermesi, kredi almak isteyenin mevcudiyetine, kredi talep edenin yeterli kredibilite ve teminat verme olanağına sahip olmasına, kredi alacak olanın bu kaynağı kullanacağı yatırım ve iş fırsatlarına inanması; kısaca borçlanmaya istekli olmasına bağlıdır. Tüm bunlara ek olarak bankacılık sisteminde de “risk iştahının” mevcudiyeti gerekir. Sayılan bu unsurların, içinde bulunduğumuz ekonomi içindeki ne kadar karşılık bulacağını okurların değerlendirmesine bırakıyoruz. Çünkü sorun geçici ve parasal değil; kurumsal ve geleceğe güven ile ilgilidir.
Çünkü unutmayalım ki, Türkiye’nin dış borçlar yönünden konumu “net borç ödeyicisi” olarak nitelendirilebilir. Özellikle bankaların 2018’de 15 milyar $ net borç ödemesi, bu konudaki bir kırılganlığı işaret etmektedir. Bir diğer anlatımla bankalar, vadesi gelen dış borçlarını çeviremeyince (yenileyemeyince), mecburen ellerindeki kaynaklarını “borç servisine/geri ödemeye” tahsis etmek durumunda kalıyorlar ve verdikleri kredileri arttırmada isteksiz davranıyorlar. Bu durumda, iç tasarrufların yetersiz olduğu ülkemizdeki bankaların, bu kısıtlı tasarrufları dış borç ödemeye yönlendirmek zorunda kalması, gelecek için de, büyüme önündeki önemli bir kısıt olarak durmaktadır.
Sonuç Yerine
11 Mart’ta açıklanacak 2018 yılı dördüncü çeyrek büyüme rakamlarının da, umut kırıcı ve travma niteliğinde bir daralmaya işaret edeceğini düşünenlerdeniz. Hastamız, 17 yıldır süren ihmal, kötüye kullanımın ve ilgisiz/liyakatsiz hekimlerin “mış gibi” tedavileri sonucu giderek daha da ağırlaşmıştır. Hayati tehlike olmasına karşın hâlâ “sakinleştirici ve ağrı kesicilerden” medet umulmakta veya ciddi bir hastalığın olmadığı konusunda “algı yönlendirmesi” yapılmaktadır.
Hasta hakkında, yabancı doktorlardan Amerikan yatırım bankası Merrill Lynch, 11 Şubat’ta yayınladığı “Türkiye Gezi Notları” başlıklı raporundaki yazdığı tanıda şunları söylemektedir:
“FED’in güvercin ve TCMB’nın şahin tutumu, 2019’un ilk aylarında TL’yı destekleyecektir. Ama seçim sonrasına ilişkin belirsizlikler riskleri arttırmaktadır. Biz Türkiye’ye yönelik uzun vadeli yatırımları azaltmayı ve mevcut riskleri hedge etmeyi (koruma altına almayı) öneriyoruz… Talep zayıf ve işsizlik artmaktadır. Şirketler yatırım yapmakla değil, nakit akışını yönetmekle uğraşıyorlar. Enflasyonu düşürme kampanyasının nispi olarak fiyatların bozulmasına yol açtığı ve kalıcı olamayacağı düşünülüyor… Avrupa’daki yavaşlama, muhtemelen Türkiye ihracatındaki büyümenin tökezlemesine yol açacaktır. Seçimden sonra vergi indirimlerinin geri alınması ve şirketlerin artan maliyetlerini satış fiyatlarına yansıtması enflasyonda artış etkisi yaratacak. … Eylül ayından bu yana Türkiye piyasalarında yaşanan yükseliş mevcut riskleri doğru yansıtmamaktadır.”
Özün özü: Ham demirden gümüş olmaz..