Deniz Berktay Deniz Berktay

Savaşın Onuncu Yılı veya “Tarihin Tekerrürü"

11 Ağustos 2018
Savaşın Onuncu Yılı veya “Tarihin Tekerrürü

İçinde bulunduğumuz günler, Rusya’yla Gürcistan arasında patlak veren ve tarihe “Beş Gün Savaşı” olarak geçen Rus-Gürcü Savaşı’nın onuncu yıldönümü. Bu vesileyle, o dönemde ne olmuştu ve 2008 yılı bütün eski Sovyet coğrafyası açısından neden kritik bir yıldı, hangi gelişmelerin olabileceği 2008 yılında belli olmuştu, bu konuları kısaca irdelemekte fayda var. Zira, Ukrayna’yı 2014 yılında Rusya’yla savaşın eşiğine getiren ve Ukrayna’nın Kırım ve Donbas gibi bölgelerinin Kiev yönetiminin denetiminden çıkmasında, 2008 yılındaki gelişmelerin önemli etkisi vardı ve Ukrayna açısından aslında kriz, 2008 yılında “geliyorum” demişti. 

Bilindiği üzere savaş, Gürcistan’ın ayrılıkçı bölgelerinden Güney Osetya’da Gürcü ve Oset kuvvetlerinin çatışmasıyla başlamış, daha sonra Abhazya ayrılıkçı bölgesi de savaşa girmiş ve Rus tanklarının Tiflis’e bir saat mesafeye kadar sokulması üzerine çatışmalara son verilmiş; savaş, Rusya’nın Abhazya ve Güney Osetya’daki ayrılıkçı yönetimlerin bağımsızlık ilanlarını tanımasıyla sonuçlanmıştı. 

Güney Osetya Sorunu’nun Kökleri 

Sovyetler Birliği döneminde Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin içinde bir özerk il (Güney Osetya) ile iki özerk cumhuriyet (Abhazya ve Acara(Batum bölgesi)) bulunuyordu. Bugünkü Güney Osetya bölgesinin eski yüzyıllarda Gürcü derebeylerine ait olmasına karşılık, 1500’lü yıllardan itibaren, Osetler’in bir kısmı Kafkas Dağları’ndan inerek, bu bölgelere yerleştiler ve zamanla, bu bölgede sayıca üstün duruma geldiler. Sovyetler Birliği döneminde bu bölge, Gürcistan içinde özerk bir il haline getirildi. Sovyetler Birliği’nin son dönemlerinde Güney Osetya’da özerkliğin arttırılması eğilimleri güçlenirken, aynı dönemde Gürcü milliyetçiliğinin yükselişe geçmesi ve Gürcistan’da 1990 yılı sonunda yapılan seçimleri radikal milliyetçi çizgideki Zviad Gamsahurdia’nın kazanması, Osetler’deki özerklik isteğinin ayrılma isteğine dönüşmesine yol açtı (Gamsahurdia, Gürcistan’daki diğer etnik grupları “işgalciler” olarak niteleyerek, Gürcü olmayan etnik grupların tepkisini çekmişti). Sonuçta, daha Sovyetler Birliği dağılmadan (Sovyetler Birliği, 1991’in Aralık ayında dağılacaktı), Gürcüler’le Osetler arasında  silahlı çatışmalar başladı. Güney Osetleri, bağımsızlıktan ziyade, Rusya Federasyonu sınırları içindeki Kuzey Osetya’yla birleşmeyi (yani, Rusya Federasyonu’na katılmayı) istiyorlardı. O dönemde Gürcistan’ın henüz düzenli silahlı kuvvetlere sahip olmaması ve Osetler’e Rusya’nın etkin destek vermesinin de sonucunda, Tiflis yönetimi, Güney Osetya üzerindeki denetimini tamamen kaybetti. Aşağı yukarı aynı tarihlerde, benzer gelişmeler, Gürcistan’ın bir diğer bölgesi olan Abhazya’da da yaşanmış ve Abhazlar’la Gürcüler’in daha Sovyetler Birliği dağılmadan başlayan çatışmaları, Tiflis yönetiminin bu bölgedeki denetimi tamamen kaybetmesi ve Abhazya’da yaşayan 250 bin kadar Gürcü’nün trajik bir şekilde bu bölgeden göç etmesiyle sonuçlanmıştı. 

Gürcistan’ın ilk cumhurbaşkanı olan radikal milliyetçi Zviad Gamsahurdia’nın kısa sürede (1992 başlarında) devrilmesi ve yerine SSCB’nin eski Dışişleri Bakanı Eduard Şevardnadze’nin gelmesi de, ülkenin bütünlüğünü yeniden sağlamaya yetmedi. Çünkü, herşeyden önce Rusya, bu iki ayrılıkçı bölgeyi, Gürcistan’ı denetim altında tutabilmek için araç olarak kullanıyordu. Fakat yine de, 1990’ların başlarından, 2004 yılına kadarki dönem, nisbeten sakin geçti. 

“Dondurulmuş Çatışma” Bölgeleri 

Abhazya ve Güney Osetya’nın “bağımsızlık” ilan etmelerine karşılık, Rusya yönetimi, Gürcistan’ı tamamen kendisinden uzaklaştırabilecek hareketlerden kaçınarak, bu bölgelerin bağımsızlık ilanını tanıma yoluna gitmemekteydi. Böylelikle 1990’ların başlarından 2008 yılına kadar bu iki bölge, eski Sovyet coğrafyasındaki “dondurulmmuş çatışma” bölgesi olma özelliklerini korudular (eski Sovyet coğrafyasında, silahlı ayrılıkçı hareketlerin başgösterdiği ve statükonun kısmen sabit kalarak“dondurulmuş çatışma bölgesi” haline dönüşen dört bölge bulunmaktaydı: Bunlar, Gürcistan’daki Abhazya ve Güney Osetya, Moldova’da Slav kökenli nüfusun yaşadığı Transdinyester ve Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ bölgesi idi. 2014’ten sonra bunlara, Ukrayna’nın doğusundaki Donbas bölgesi de katılacaktı). 

Gürcistan’da 2003 sonunda patlak veren ve 2004 başlarında Mihail Saakaşvili’nin cumhurbaşkanı olmasıyla sonuçlanan ve tarihe “gül devrimi” olarak geçen Batı yanlısı ihtilalden sonra, bölgede tansiyon yeniden yükselmeye başladı. Saakaşvili, iktidara geldikten çok kısa bir süre sonra, 2004 başlarında, Gürcistan’ın özerk bir cumhuriyeti olmasına rağmen Tiflis yönetimine kafa tutan ve Rusya yanlısı çizgi izleyen Batum’daki Acara Özerk Cumhuriyeti’ne ve bu cumhuriyetin lideri Aslan Abaşidze’ye karşı tavır aldı ve Batum’dan da elde ettiği kitlesel destek sayesinde,  Abaşidze’yi Moskova’ya kaçmak zorunda bırakıp Acaristan’da merkezi hükümetin kontrolünü sağladı. Böylelikle Rusya, Gürcistan’daki önemli bir etki aracından mahrum kalmış oluyordu. Ertesi yıl, 2005’te, Gürcistan’daki Rus üslerinin kapatılmasına ilişkin anlaşma imzalandı. Diğer taraftan Gürcü yönetimi, NATO üyeliğini başlıca dış politika öncelikleri arasında sıralamakta ve ülkeye Amerikalı askeri yetkililer getirilmekteydi. Bütün bunlar, Rusya’yı kaygıya sürüklemekteydi. Saakaşvili yönetiminin 2004 yılında Güney Osetya’da ateşkes hattına Gürcü kuvvetlerini sokması da, bölgede suların epey ısınmasına neden olmuştu. 

Kosova Faktörü 

Fakat bölgedeki krizi tırmandıran asıl gelişmeler, 2008 yılı başlarında görüldü. 2008’in Şubat ayında, Kosova yönetimi, Sırbistan’dan bağımsızlığını ilan etti ve bu bağımsızlık kararı, Batılı ülkeler tarafından tanındı. Bu tarihe kadar uluslararası hukukta bir federasyonu oluşturan federe birimlerin bağımsızlığını elde etmesi meşru kabul ediliyor, buna karşılık bir devlet içindeki özerk bölgenin bağımsız olmasına sıcak bakılmıyordu. Nitekim, 1991-92 yıllarında Yugoslavya Federasyonu dağılırken, bu federasyonun parçaları olan Hırvatistan, Slovenya, Makedonya ve Bosna Hersek’in bağımsızlıklarının tanınması, uluslararası toplumda meşruluk tartışmasına yol açmamıştı. Buna karşılık Kosova, Sırbistan bünyesinde bir özerk bölgeydi ve Rusya, Kosova’nın bağımsızlığını tanımanın, uluslararası hukuku alt üst edeceğini söylüyor ve bunun “eski Sovyet coğrafyasında yansımalarının olacağını” söyleyerek, yani, Abhazya, Güney Osetya, Transdinyester ve Dağlık Karabağ bölgelerine işaret ederek, Batı dünyasına misilleme imasında bulunuyordu. Kosova’nın bağımsızlığının Batı dünyası tarafından tanınmasından kısa bir süre sonra, yine 2008 yılı başlarında, Abhazya ve Güney Osetya’daki ayrılıkçı yönetimler, tanınma çağrısıyla Rusya’ya başvurdu. Bu tarihten sonra Rusya yönetimi, “Batılılar uluslararası hukuku kendilerine göre yorumlayıp Kosovalı Arnavutlar’ı bağımsız kılıyorlarsa, biz de hukuku benzer doğrultuda yorumlarız” ifadesiyle özetlenecek bir yaklaşım sergilemeye başladı. Bunun ilk örneği, Rus-Gürcü Savaşı sonrasında Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsızlığının tanımasında görülecek, bir diğer örneği ise, 2014 yılında Rusya’nın Ukrayna’nın Kırım Özerk Cumhuriyeti’ni ilanında kendisini gösterecekti. Nitekim, Ukrayna’da Batı yanlıları’nın 2014 yılının şubat ayında ihtilal yaparak iktidara gelmesinin ardından ülke genelinde oluşan karışıklık ortamında, nüfusunun büyük çoğunluğunu Ruslar’ın oluşturduğu Ukrayna’nın Kırım Özerk Cumhuriyeti’ne Rus milisleri müdahale edip onların denetimi altında 16 Mart 2014’te yapılan referandumda Kırım’ın Rusya’ya katılması yönünde karar çıkacak ve Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin, Kırım’ın ilhakına ilişkin yaptığı konuşmada, Kırım’daki yönetimin, Kosova Parlamentosu’nun 2008’de kullandığı hakkı kullanarak kendi kaderini tayin ettiğini söyleyecekti.

Beş Günlük Savaş  

“Beş Gün Savaşı” olarak adlandırılan Rus-Gürcü Savaşı, Oset milisleriyle Gürcü kuvvetleri arasında 2008’in Ağustos ayı başında silahlı çatışmaların yoğunlaşmasıyla başladı (çatışmayı kimin başlattığını söylemek, güç). Fakat Saakaşvili yönetiminin, 2004’te Acaristan’da (Batum) yaptığı şekilde bir oldu-bittiyle Güney Osetya’da denetimi sağlayacağını ve Batılı ülkelerin kendisini destekleyeceğini düşünerek ileri harekata girişmesi, savaşın sıcak aşamasını başlatmış oldu. Ayrıca Saakaşvili, 2008’in başında Rusya’da Vladimir Putin’in cumhurbaşkanlığından başbakanlığa geçmesi ve yerine, daha kararsız izlenimi veren Dmitri Medvedev’in cumhurbaşkanı olduğu şartlarda Rusya’nın olaylara hızlı müdahalede bulunacağına ihtimal vermiyordu. Fakat olaylar, Saakaşvili yönetiminin beklediği şekilde gerçekleşmedi. Gürcü kuvvetleriinn Güney Osetya’nın merkezi Tshinvali’yi ele geçirmesinin ertesi günü Rusya, “Güney Osetya’daki vatandaşlarının öldürüldüğü” gerekçesiyle, Güney Osetya’ya müdahale etti. Güney Osetya’da yaşayanların hemen hemen tamamı, Rus vatandaşlığı almıştı ve Rusya şimdi, buraya yapacağı müdahaleyi, “vatandaşlarını koruma” gerekçesi ile meşrulaştırıyordu. Savaşın ikinci günü, diğer ayrılıkçı bölge olan Abhazya da, “Güney Osetya’yla yaptığı ittifak anlaşmasını” gerekçe göstererek, Gürcistan’a savaş açtı. Rus birlikleri, Tiflis’e bir saat mesafede yer alan ve önemli yolları merkezinde bulunan Gori kentini ele geçirdiler. Fakat hem bu noktada Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin arabuluculuk girişiminde bulunması, hem de Rusya’nın Tiflis’e girmeyi planlamaması nedeniyle, Rusya, harekatı durdurdu (Gürcistan’da ilerlemeye devam etmesi halinde, hiçbir şekilde meşru gösteremeyeceği bir işgal hareketine girişmiş olacak ve kendisine düşman bir nüfusla karşı karşıya kalacaktı. Ayrıca, Gürcü Ordusu’nun savaşın öncesindeki birkaç yılda, Rusya’nın tahmin ettiğinden daha iyi eğitildiği, daha hazırlıklı olduğu görüldü). 
 

Tarih, Tekerrür Etti 

Taraflar arasında ateşkesin imzalanmasından kısa bir süre sonra, Ağustos ayı sonunda Rusya Parlamentosu, Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsızlığını tanıdığını ilan etti. Böylelikle Rusya yönetimi, kendi deyimiyle, “uluslararası hukukun tek taraflı değiştirilmesine izin vermeyeceğini” göstermek istiyordu. Ne var ki, Rusya’nın tahmininin aksine, Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsızlığının tanınması, Rusya’nın müttefiki olan ülkelerden bile destek bulmadı. Kazakistan, Batı’ya Rusya dışındaki en önemli çıkış yolu olan Güney Kafkasya’da bulunan Gürcistan’la ve genel olarka Batı dünyasıyla ilişkilerini tamamen bozacak böyle bir adımı atmaktan kaçındı. Bizzat kendisi Tayvan Sorunu ile uğraşan Çin Halk Cumhuriyeti de, Rusya’ya destek vermedi. Hatta, Rusya’ya ekonomik açıdan bağımllı olan Belarus bile, Rusya’yı bu konuda desteklemedi. Hatta Belarus, bu konuda Rusya’yla arasına mesafe koyarak, bu krizi, Batılı ülkelerle ilişkilerini düzeltmek için bir fırsat olarak kullanacaktı. Tıpkı, 2014’teki Rus-Ukrayna Krizi’nde aldığı tavırda olduğu gibi. Sonuçta, Rusya’nın ardından sadece Nikaragua, Venezzuela, Büyük Okyanus’ta ufak bir ada ülkesi olan Nauru ve son olarak, bu yılın mayıs ayında, Suriye, Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsızlığını tanıdı. Rusya’nın eski Sovyet coğrafyasındaki bütün örgütlenme ve bütünleşme çabalarına rağmen, bir zamanlar Sovyetler Birliği’nin sahip olduğu ve kendisini her şart altında destekleyecek müttefiklere sahip olmadığı ortaya çıktı. Buna karşılık Rusya, Doğu Avrupa ve eski Sovyet coğrafyasında istemediği gelişmelere karşı çok kararlı direniş göstereceğini, artık Boris Yeltsin döneminin Rusyası olmadığını göstermiş oldu. Ayrıca, Batılılar’ın Kosova’da statükoyu değiştirmesine karşılık, kendisinin de eski Sovyet coğrafyasında statükoyu değiştirmekten çekinmeyeceğini ve bunu yaprken Batılı ülkelerin argümanlarını kullanacağını (halkların kendi kaderini tayin hakkı, soykırıma karşı mücadele), ortaya koydu. Yukarıda söylediğimiz üzere, Rusya 2014’te Kırım’da “bağımsızlık referandumu” düzenlettirip burasını kendi topraklarına katarken de, Batılılar’ın Kosova Sorunu’nda kullandıkları argümanları kullanacaktı.  2014’teki Kırım Sorunu’nda aslında beklenmedik olan tek şey, Rusya’nın bu sefer bir adım daha ileri giderek, bir bölgedeki ayrılıkçıların bağımsızlık ilanını tanımakla kalmayıp buraları Rusya topraklarına kattığını açıklaması oldu. Diğer taraftan, Batılı ülkelerin tepkisinin cılız kalacağını öngören Rusya yönetimi, bu bölgedeki ülkelere, Batı’ya gözü kapalı güvenmemeleri gerektiği mesajını vermiş oldu. Bu açıdan bakıldığında, 2014’teki Rusya-Ukrayna krizi sırasında Batılı ülkelerin Rusya’nın Kırım’ı ele geçirmesine seyirci kalmış olmaları, şaşırtıcı değildir.  

Beklenebilecek bir diğer gelişme ise, Rusya’nın “kendi vatandaşlarını” gerekçe göstererek Ukrayna’ya müdahale etmesi ihtimaliydi. Zira Rusya, Güney Osetya’ya müdahale edip Gürcistan kuvvetleriyle çatışmaya girerken bunu “Gürcü askerlerinin Rus vatandaşlarını katletmesi” ile meşrulaştırmaya çalışmıştı. Aynı dönemlerde, Ukrayna’nın Kırım Yarımadası’ndaki Rusya Konsolosluğu’nun yarımadada yaşayanlara Rus vatandaşlığı verdiği, Rus pasaportu dağıttığına ilişkin haberler, Ukrayna basınında sıkça görülmekteydi.  Kimi Ukraynalı uzmanlar, Rusya’nın gelecekte, Güney Osetya’da yaptığı gibi, Kırım’daki Rus pasaportlu kişileri gerekçe göstererek onları kurtarma adına Ukrayna’ya müdahale edebileceğini söylüyordu. Nitekim, Rusya, 2014’te Ukrayna’nın Kırım Özerk Cumhuriyeti’ne müdahale ederken, buradaki “Rus vatandaşlarını koruma” gerekçesini de öne sürecekti. 

Kısacası, on yıl önceki Rus-Gürcü Savaşı, Rusya’nın bu bölgeye Batı’yı sokmamak için artık herşeyi yapmaya kararlı olduğunu, bu çerçevede statüko değişikliğine gitmekten çekinmeyeceğini göstermişti. Savaş ayrıca, bu bölgedeki yönetimlerin, Batı yanlısı dış politika izleseler bile, Rusya’nın tavrını hesabakatmaları gerektiğini ortaya koymuştu. Batılı ülkeler de, bu bölgedeki ülkeler için Rusya’yla savaşmayacaklarını daha o zamandan gösterdiler (2014 yılında da, dönemin ABD Başkanı Obama, ABD’nin Kırım nedeniyle Rusya’yla savaşa girmeyeceğini söyleyecekti) Rusya’nın (ve diğer yabancı ülkelerin) bir ülkenin vatandaşlarına pasaport dağıtmasının ileride o ülkeye müdahaleyi kolaylaştıracağı da, bu savaşta görüldü (üstelik Ukrayna vatandaşlarına pasaport dağıtan tek ülke, Rusya değil; Ukrayna’nın batı bölgelerinde Romanya Rumen kökenlilere, Polonya Polonya kökenlilere, Macaristan ise Macar kökenlilere pasaport ve vatandaşlık veriyor). 

Dolayısıyla, bu coğrafyada belli şartlarda kimin nasıl tepkiler vereceği, hangi ülkenin nelere dikkat etmesi gerektiği, 2008’deki Rus-Gürcü Savaşı’nda net olarak görünmüştü. Bu tabloyu iyi göremeyenler içinse 2014’te tarih tekerrür etmiş oldu. 

Yorumlar