Bu haftaki yazımızı, son dönemde küresel ekonomide yaşanan değişimlere, ekonomi-politik gelişmelere ayırdık. Haftaya da, eğer gündemde önemli bir sıcak gelişme olmazsa, 24 Haziran seçimleri sonrasında ülke ekonomisinde yaşanması muhtemel ekonomik gidişatı ele almayı düşünüyoruz.
İtalya’daki Seçim Sonrası Belirsizliği ve Popülist Hükümet
4 Mart’ta yapılan genel seçimler sonrasında uzun zamandır yeni hükümet kuramayan İtalya’da, nihayet 1 Haziran’da bu tıkanma, Cumhurbaşkanı Sergio Mattarella'nın tekrar hükümeti kurma görevini verdiği aşırı sağcı Lig Partisi ile, sistem karşıtı 5 Yıldız Hareketi'nin (M5S) ortak başbakan adayı hukuk profesörü Giuseppe Conte’nin yeni kabineyi açıklaması ile son buldu. Bir diğer ifade ile yaşanan tıkanma, “popülist” bir koalisyon hükümeti kurulmasıyla aşılmış oldu.
Tarafların, İtalya'nın yüksek kamu borcu nedeniyle çok eleştirilen vergi oranının düşürülmesini öngören iki kademeli vergi uygulaması, vatandaşlara temel gelir ve AB bütçesinde esneklik ile, "Fornero Kanunu" olarak da bilinen emeklilik yaşını 67'ye çıkaran reformun gözden geçirilmesi, kumar ve vergi kaçakçılığıyla mücadele, göç ve Müslümanlara yönelik sert politikaların yer aldığı bir hükümet programında anlaştıkları belirtilmektedir.
Bilindiği gibi, seçimlerde tek partinin hükümet kurabilmesi için yeterli oyun sağlanamamasının ardından, aşırı sağda yer alan Lig Partisi ile, kendisine ne sağ ne de sol diyen M5S (5 Yıldız Hareketi) arasında koalisyon kurulmasına karar verilmişti. Neredeyse 90 GÜN bu koalisyonun kurulamaması, İtalyan iç siyasetine dair bir belirsizliği gözler önüne serdi. En son 5 Yıldız'a yakınlığıyla bilinen akademisyen Giuseppe Conte başbakanlığa aday gösterilmişti. Ancak hazırlanan koalisyon kabinesinde Maliye Bakanlığı için önerilen ve Maastricht Antlaşması ile Euro para birimine yönelik ciddi çıkışları olan Paolo Savona, Cumhurbaşkanı Mattarella tarafından veto edildi. Bu vetonun ardından süreç, Conte’nin başbakanlıktan geri çekilmesine, koalisyon çalışmalarının durmasına ve gelinen noktada erken seçimlerin konuşulmasına, hatta IMF eski Türkiye masası şefi olan Carlo Cottarelli’ye “teknokrat hükümeti” kurdurulmak istenmesine kadar ileri gitmişti. Yeni kurulan Bakanlar Kurulu’nda, daha önce hükümet kurulmasının önünü tıkayan P.Savona’nın, Avrupa İşleri Bakanı olarak görevlendirildi. Ekonomi Bakanlığı’na ise, İtalya’nın Euro bölgesinde kalmasını savunan ekonomi profesörü Gluseppe Trio getirildi.
Roma’da yaşanan bu gelişmelerin küresel etkilerinin temelinde, ülkenin dış borçlarını ödemede konusunda yaşadığı sıkıntı gelmektedir. Alman IFO Enstitüsü Başkanı Hans-Werner Sinn, İtalya`nın yaşadığı siyasi ve ekonomik krizlerden dolayı ülkenin borçlarını ödeyemeyecek durumda olduğunu ve ülkede siyasi istikrarın olmayışından dolayı yaşanılan krizin sonunda Euro’dan çıkabileceğini iddia etmişti. Sinn ayrıca, siyasi reformları erteleyen, devlet harcamalarını güçlü bir şekilde devam ettiren ve var olan borçların silinmesini talep eden İtalya'nın AB'den, "ya borçlarımızı silersiniz ya da Euro’dan çıkarız" diyerek tehdit ettiğini belirtmişti.
İtalyan cephesinde yaşanan bu gelişmede piyasaları rahatsız eden asıl temel neden, AB’nin geleceğine ilişkin güvensizliğin artmasıdır. 2008 krizi sonrası AB ülkelerinde yaşanan krizin henüz aşılamamış olması, birlikten çıkış ihtimallerinin her ülkede daha gür sesle konuşulması, Brexit örneği vb birbirini tetikleyen gelişmeler, AB projesinin artık sona geldiğinin bir göstergesi olarak değerlendirilmektedir. İtalya gibi daha birçok ülkeden bu tür haberlerin artacağının da beklentisi giderek yayılmaktadır. Örneğin Brexit sürecinden İngiltere’nin nasıl bir ekonomi ile çıkacağını henüz bilmediğimiz gibi, kaldı ki pazarlık sürecinden bile olumsuz etkilendiği izlenmektedir.
ABD ile Çin Arasındaki Ticaret Savaşı
ABD-Çin arasındaki ticaret savaşı, bilindiği gibi, Trump’ın Çin’den ithal edilen emtialara (demir, çelik ve alüminyum) ek vergi getireceğini açıklamasıyla başlamıştı.*Ardından Çin’in, ABD’den ithal ettiği tarım ürünlerine benzer bir yaptırımı açıklamasıyla devam etti. Sonrasında yine Trump, elektronik, imalat ürünleri kalemlerinde yaptırımı içeren yeni bir paket açıklamıştı.
Uzun süre devam eden bu restleşme, Çin ve ABD arasında son bir hafta süren ticaret toplantıları sonunda, iki ülke karşılıklı olarak açıklamış oldukları ek gümrük vergilerini durdurma kararı almalarıyla şimdilik sonlanmış görünmektedir. Bu anlaşma ile Çin, aradaki ticaret dengesizliğini azaltmak için ABD’den daha çok mal ve hizmet alma sözü verdi. Çin Başbakan Yardımcısı Liu He, anlaşmayı ‘kazan-kazan’ olarak nitelerken, ABD Hazine Bakanı Mnuchin, Çin sözünde durmazsa 150 milyar dolarlık ek gümrük vergisi uygulanacağını söyledi.
İki ülke arasında inişli çıkışlı süren ve ekonomi temelli olan bu tür ticari gerilimler, öncelikle küresel dünyada esen “korumacılık” rüzgârlarını görmek ve buna karşı “ihtiyatlı” ve “önalma” niteliğinde adımlar atmak gereğini ortaya koymaktadır.
Bir yandan, ABD ile Çin-Rusya arasındaki kapışmanın bir ayağının ticari kanattan yürütülüyor olması; diğer bir yandan, yeniden “ulusal sanayileri güçlendirmeye” dönük çabalar, jeopolitik risklerle, kapitalizmin değişen stratejilerini bir arada karşımıza çıkarmaktadır.
Aynı fotoğrafı, ABD ile Kanada, Meksika ile AB arasında da görmekteyiz. Geçtiğimiz hafta Kanada ve Meksika, ABD’nin ithal alüminyum ve çeliğe gümrük vergisi getirme kararına misilleme yaptı. AB de, kendi misilleme önlemlerinin hazır olduğunu açıkladı. Bir diğer ifade ile AB, ABD’ni aynı tedbirlerle vuracaktır. (AB Komisyonu, Amerika’dan ithal edilen yaklaşık 2.8 milyar Euro değerinde ürüne ek gümrük vergisi uygulamayı plânlamaktadır) Bu cephede yaşanan ve “küresel ticaret savaşı” endişesini taşıyan durum sürmektedir. Söz konusu bu gerginliğin de, tarafların kuracakları “çıkar dengeleri” ile aşacaklarını düşünmekteyiz.
Kuzey Kore-ABD Arasında Azalmayan Gerginlik
Uluslararası veya bölgesel yükselen gerilim hattına ABD-Kuzey Kore arasındaki ilişkisini de koymak gerekmektedir. Bilindiği gibi Washington, Kuzey Kore’deki nükleer silahlardan oldukça rahatsız. Aslında, hangi ülke veya birey nükleer silahlardan rahatsız olmaz ki? Ne var ki Trump özelinde ABD, nükleer silah gücünün mukayeseli üstünlüğünün sadece kendi elinde toplanmasını arzu ediyor; jeopolitik üstünlüğün de, bu yolla Birleşik Devletler geçmesini arzuluyor. Çin ve Rusya’nın Kore yarımadası ve Pasifik’te Kuzey Kore’yi kendilerine kalkan yapabileceklerinden de çekinerek, Amerika için tehdit gördüğü bu nükleer silahları temizlemek istemektedir.
Aslında K.Kore konusundaki gerginliğin azaltılması, ABD kadar Çin tarafından da en tercih edilen durumdur. Çünkü Pyongyang’ın nükleer gücü, Pekin için gerçek bir tehdit olarak değerlendirilmektedir. Bunun doğal bir sonucu da, ağırlıklı “karşılıklı ekonomik çıkar” unsurunun temellendirdiği iki ülke ilişkilerinde (ABD-Çin) yeni bir ortak payda daha olduğu ortaya çıkmaktadır: K.Kore’nin nükleer tehdidi.
Trump ile Kuzey Kore Lideri Kim Jong-Un arasında bu aralar sözlü düellolar gündemde sıklıkla yer almaktadır. 12 Haziran’da ikilinin daha önceden ilan edilen görüşmeleri bir iptal edilip, bir yinelenmekte, tansiyonun ritmi de buna bağlı değişmektedir. Bölgedeki Japonya, Güney Kore ve diğer müttefiklerini terk etmesi mümkün olmayan Trump yönetiminin, Son dönemde Putin’in de Kim ilgisi gölgesinde, 12 Haziran görüşmesinin gerçekleşmesi güçlü bir olasılık olarak durmaktadır.
ABD’nin İran’a Örtülü Savaşı
ABD Başkanı Donald Trump’ın nükleer anlaşmadan geri çekildiğini açıklamasının ardından ambargo uygulamaları başladı. Temmuz 2015’de iki ülke arasında imzalanan “nükleer anlaşma” ile kademeli olarak kalkmış olan “ticari ambargo (kısıtlama)”, İran’ın nükleer silaha sahip olmak istediği ve Ortadoğu barış sürecine karşı terör gruplarına destek verdiği iddiasıyla tekrar uygulamaya sokulmuştur.
Ekonomik ambargo girişimine karşı İran’ın yanıtının petrol olması çok güçlü bir olasılıktır. kullanacaktır. İran, dünya piyasalarına petrol ihraç eden önemli bir aktör olma avantajından faydalanarak, petrol fiyatlarının artmasına yol açacaktır. Böylesi bir durum, ürettiği kaya petrol ve gazı nedeniyle ABD’ni fazla etkilemese de, küresel pazarları olumsuz yönde etkilemesi güçlü bir ihtimaldir. Finans piyasalarında ise İran, elindeki Dolar rezervini Euro’ya çevirerek ABD’ye cevap verebilir. Ayrıca geçen haftalarda Türkiye ile yapacakları ticarette iki ülkenin kendi paralarını kullanması yönünde görüşmeler yapmışlardı. Nasıl ABD ekonomik olarak İran'a zarar vermeye çalışıyorsa İran da ABD'yi olumsuz etkilemeye çalışacaktır. Dolayısıyla bu durumda küresel ekonomi olumsuz etkilenecektir.
Diğer Küresel Gerginlikler
- Çin’in, 2018’de Japon Denizi’ndeki askeri varlığını artırmaya devam etmektedir.
- Obama’dan farklı olarak İsrail’e karşı daha yakın duran Trump yönetiminin, İsrail’deki Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararının yol açtığı, İsrail ve Filistinliler arasındaki kanlı çatışmalar daha sürecek gibi görünmektedir. Söz konusu bu gelişme, Ortadoğu’daki küresel oyuncu ve bölgesel güçlerin saflarını daha çok derinleştirip, netleştirdi.
- Rusya’nın, Suriye dışında dikkatini Kafkasya’ya çevirip, Balkanlar’da da NATO’nun sinir uçlarına dokunmayı sürdürdüğü izlenmektedir.
- Bilindiği gibi AB ülkeleri, 2017’de PESCO adında NATO’ya alternatif bir güvenlik işbirliğine imza attılar. Ancak Avrupa’nın, içinde olduğu ekonomik sorunları çözmediği müddetçe, güvenliğe yönelik hamlelerin Birliğin geleceğine katkısını olup olmayacağı hâlâ askıda durmaktadır.
- Ortadoğu, Suudi Arabistan-BAE ve İran arasındaki mücadeleye sahne olmayı sürdürmekte; Bu ülkelerin yanında ABD, Rusya ve diğer bölge ülkelerinin aktif biçimde Irak ve Suriye iç savaşında rol oynamaya devam ermektedir.
- 70 Amerikan Doları’nın üzerine çıkan brent ham petrol fiyatları, özellikle petrol ithalâtçısı; Euro’ya karşı hızla değerlenen Dolar’daki bu artış, Türkiye gibi, ağırlıklı olarak Dolar cinsinden borçlanıp, Euro cinsinden dışsatım yapan ülkeler için risk olmayı sürdürmektedir.
- Abe önderliğinde savunma ve silahlanma harcamalarını arttırmaya, durgunluktan çıkmaya çalışan Japonya ve bu gelişmeye mesafeli yaklaşan ABD, Rusya ve Çin’in, ekonomik ve askerî olarak hızla büyüyen Hindistan üzerinde de rol kapma yarışları daha belirgin bir hâl almaktadır.
- Borçlanmadaki hızlı global artış ve bunun bazı ülkelerde yarattığı “balonlar” ve kırılganlıklar”, patlamak üzere uygun bir tetikleyici beklemektedir.
- Sayıları giderek artan “sağ popülist” ve “otokratik” rejimlerin uzlaşmaz, iç ve dış politikayı iç içe sokan, popülist ve aşırı milliyetçi tutumlarının, uluslararası ilişkilerde sıkıntılara yol açtığı; uluslar üstü kurum ve kuruluşların etkinlik ve caydırıcılığın da gerilediği gözlenmektedir.
Özün özü: “Bineği sağlam kazığa bağlamanın” tam zamanıdır..
(*): Daha detaylı bilgi için bkz. “ABD, serbest ticaretten korumacılığa mı?”, Ersin Dedekoca, Aydınlık.com., 9.03.2018