Deniz Berktay Deniz Berktay

“Soykırımı İnkar Yasası”nın Yarattığı Çifte Kriz

15 Şubat 2018
“Soykırımı İnkar Yasası”nın Yarattığı Çifte Kriz

Polonya’nın geçtiğimiz günlerde kabul ettiği “soykırımı inkar yasası”, ülkenin hem Ukrayna’yla hem de İsrail’le ilişkilerini gerginleştirdi.

Polonya Parlamentosu’nun önce alt kanadının, sonra da üst kanadının kabul ettiği ve Cumhurbaşkanı Andrzey Duda’nın imzaladığı yasa tasarısı, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Ukrayna milliyetçilerinin “Polonyalılar’a karşı soykırım uyguladığını inkar edenlerin”, ayrıca “Polonyalılar’ın Yahudi soykırımına katıldığını iddia edenlerin”  ve “Polonya ölüm kampları” ifadesini kullananların üç yıla kadar hapis ve para cezasına çarptırılmasını öngörüyor.

Tasarı, henüz oylama aşamasındayken İsrail’in sert tepkisini çekti. Zira İsrail, Yahudi soykırımının (Holokost) bu şekilde tartışılmaya açılmasını istemiyor. Bundan da ötede,  İkinci Dünya Savaşı yıllarında Nazi işgali altına giren pek çok Avrupa ülkesinde olduğu gibi Polonya’da da yerli halktan pek çok kişinin Yahudiler’i Naziler’e ihbar ettiği ve bu konuda onlarla işbirliği yaptığı genel olarak kabul görmüş bir konuyken şimdi bundan bahsetmenin suç olarak kabul edilmesi, hem İsrail’in hem de Polonya içinden ve dışından pek çok kesimin tepkisini çekti. Polonya muhalefeti, bu yasa nedeniyle Polonya'nın pek çok dostunu kaybedeceğini söylerken, ABD Dışişleri Bakanlığı da Polonya yönetiminden, kararı tekrar gözden geçirmesini istedi.

Yasanın özellikle Ukrayna’da tepki çekmesinin ise, iki nedeni var: Birincisi, yasada “soykırımcı” ilan edilen kişiler ve örgütler, Ukrayna’nın şimdiki milliyetçi ve Batı yanlısı yönetiminin resmi düzeyde “milli kahraman” ilan ettiği isimler. İkincisi ise, Ukrayna yönetimi ve genel olarak Ukrayna’daki Batı yanlısı çevreler Rusya’yı düşman olarak görürken ve yıllardan beri Polonya’yı “Ukrayna’nın avukatı” diye nitelendirirken, şimdi “dost, avukat” diye nitelendirdikleri ülkeden de böyle şiddetli bir hamleyle karşılaşmış durumdalar. Bazı Ukraynalı siyasetçilerin deyişiyle Ukrayna Rusya’ya karşı çarpışırken “şimdi bir de Batı cephesinin açılmasını istemediği için”, Ukrayna yönetimi, Polonya’ya tepkisini mümkün olduğunca kontrollü olarak göstemeye çalışıyor.

Aslına bakarsak, Ukrayna-Polonya ilişkilerindeki bu sorun, son birkaç yıldır büyüme eğilimindeydi. 2016 yılında Polonya Parlamentosu, 11 Temmuz gününü, “Ukraynalı milliyetçilerin Polonyalı halka uyguladığı soykırımı anma günü” ilan eden bir yasayı kabul etmişti. Geçen yıl da, dönemin Polonya Dışişleri Bakanı, Ukrayna yönetiminin “milli kahraman” ilan ettiği ve 1930’lu ve 1940’lı yıllarda hem Sovyetler Birliği’ne hem de Polonya’ya karşı mücadele etmiş milliyetçi lider Stepan Bandera’yla ilgili olarak “Ukrayna, Stepan Bandera gibi kişilerle Avrupa’ya giremez. Buna biz engel oluruz”, dedi. 2017 yılının sonbahar dönemi, Polonya yönetiminden Ukrayna tarihine yönelik peşpeşe eleştirilerle geçti. 2017 Aralık ayında (yani bundan iki ay kadar önce) Polonya’da başbakanlık koltuğuna gelen Mateusz Morawiecki, daha göreve başladığı gün, “Ukrayna’yla ilişkileri gerçekler üzerine kurmak lazım. Volın Katliamı gibi olaylar, unutulamaz”, dedi. Böylelikle, Polonya’nın yeni yönetiminin Ukrayna’yla ilişkilerde “geçmişe değil bugüne önem vereceği, pragmatik yaklaşacağı” konusunda Ukrayna’daki beklentiler, boşa çıktı. Yine aralık ayında Polonya Cumhurbaşkanı Duda, Ukrayna’ya gelerek Ukrayna Cumhurbaşkanı Petro Poroşenko’yla görüştü ve iki ülke arasında tarihçilerden bir komisyonun kurularak mesleenin burada incelenmesi, bunun dışında iki ülke ilişkilerinde tansiyonun düşürülmesi kararı alındı.  Ne var ki geçtiğimiz hafta Polonya Cumhurbaşkanı Duda’nın bu uzlaşmayı görmezden gelerek “soykırımı inkar” yasasını imzalaması, ikili ilişkilerdeki sorunu görmezden gelinmesi imkansız bir noktaya taşıdı.

Sorunun kökenini anlayabilmek için, biraz geçmişe bakalım:

Polonyalı toprak ağalarının baskıları

Bugünkü Ukrayna toprakları, özellikle 1200’lü yıllardaki Moğol akınlarından ve 1300’lerde Galiçya Krallığı’nın yıkılmasından sonra, yüzlerce yıl boyunca, farklı devletlerin yönetiminde kaldı. 1300’lerden itibaren Litvanya, 1500’lü yıllardan itibarense, 1600’lerin ortalarında kadar, Polonyalılar burayı yönetti (hele bugünkü Batı Ukrayna bölgesine yani Lviv, Rivne gibi şehirlerin bulunduğu bölgeye bakarsak, buralarda Polonya egemenliği, 1300’lerin ortalarından, 1700’lerin sonlarına kadar, yani neredeyse 350 yıl sürmüştür). Polonya, özellikle 1500’lü yıllardan itibaren, Ukraynalılar’a baskıları yoğunlaştırdı. Katolik Polonya yönetimi, Ortodoks Ukraynalılar’a yönelik dini baskıları da arttırdı. Bu şartlar altında, malını mülkünü kaybetmek istemeyen Ukraynalı toprak ağalarının da önemli bir kısmı Katolikliğe geçti ve bir süre sonra, Polonyalılar arasında asimile oldu. Dolayısıyla ortaya, zengin Polonyalı ve Katolikler’in yoksul Ortodoks-Ukraynalıları ezdiği, (yani etnik, dinsel ve sınıfsal çatışmanın üst üste geldiği) bir tablo çıktı. Polonyalı toprak ağaları da, çoğu zaman, topraklarını Yahudi tüccarlara kiraya veriyordu. Böyle olunca, yoksul Ukraynalı köylülerin doğrudan muhatap olduğu kişiler, kiraladığı topraktan mümkün olan en fazla kazancı elde etmeye çalışan ve bu amaçla Ukraynalı köylüleri daha fazla zora koşan Yahudi tüccarlar oluyordu. Ukrayna’da özellikle 1500’lü ve 1600’lü yıllar, ezilen köylülerin ve bunlara destek veren Ukraynalı savaşçıların (Ukrayna Kozakları’nın) isyanlarıyla doludur. (Ukrayna kökenli Rus yazar Nikolay Gogol’ün ünlü romanı Taras Bulba’yı ve bu romandan beyaz perdeye uyarlanan ve başrolünü Yul Brynner’ın oynadığı Taras Bulba filmini hatırlayalım. Romanda ve filmde, Ukrayna Kozakları’nın Polonyalılar’a karşı mücadelesi anlatılıyordu). Ukrayna köylüleri açısından bıçağın kemiğe dayandığı zamanlarda patlak veren bu isyanlarda öncelikle Ukraynalı köylülerin doğrudan muhatabı olan Yahudiler, ardından Polonyalılar ve onlarla bilikte (Polonyalılar Katolik oldukları ve Ukraynalılar’ı Katolikleştirmeye çalıştıkları için) Katolik rahipler öldürülüyordu. Polonyalılar da, ele geçirdikleri Ukraynalı isyancıları ibret olsun diye şehir meydanlarında, derilerini yüzmek ve diri diri yakmak gibi en ağır işkencelerle öldürüyorlardı.  

Ukrayna Polonya’dan ayrılıp Rusya’ya bağlanıyor

Bugünkü Ukrayna topraklarının doğu ve orta bölgeleri, 1600’lü yılların ortalarında, Ukrayna Kozak lideri Bogdan Hmelnitski’nin liderliğinde Polonya’ya karşı isyan etti ve Polonya, bu topraklarda –dış işlerinde Polonya’ya bağımlı olacak- bir Ukrayna Kozak Devleti’nin varlığını kabul etti. Fakat Bogdan Hmelnitski, üç büyük devletin arasında (batıda Polonya, doğuda Rusya ve güneyde Osmanlı İmparatorluğu) uzun süre tek başına ayakta kalamayacağını anlayınca, Rusya’nın himayesini kabul etti (yani, Polonya’dan kurtardığı toprakları Rusya’nın himayesine sokmak zorunda kaldı). Polonya da (o zamanki adıyla Lehistan), 1700’lü yılların sonlarında üç büyük devlet tarafından paylaşıldı (Prusya (Almanya), Avusturya ve Rusya). Bu paylaşım sırasında, bugünkü Ukrayna topraklarının büyük kısmı Rusya’nın eline geçerken, bugünkü Batı Ukrayna (Lviv’in de bulunduğu Galiçya bölgesi), Avusturya’nın eline geçti. Ruslar’ın eline geçen bölgelerde Polonyalılar’ın ayrıcalıklı konumuna 1800’lü yıllarda aşamalı olarak son verilirken (özelilkle Polonyalılar’ın milli isyanlarından sonra) ve bunların yerini Ruslar alırken, Avusturya’nın payına düşen Galiçya bölgesinde Polonyalılar, imtiyazlarını büyük ölçüde korudu. Galiçya’da 1800’lerde ve 1900’lerin başlarında gelişen Ukrayna milliyetçi hareketi, biraz da bu nedenle, mücadeleyi Avusturya-Macaristan yönetimine değil, bu bölgede egemen olan Polonyalılar’a karşı vermiştir. Bu noktada bir hususu daha eklemekte yarar var: Ukraynalılar, 1940’lara kadar ağırlıklı olarak köylü toplumu olmayı sürdürdü. Bugünkü Ukrayna’nın belli başlı bütün şehirlerinde 1940’lı yıllara kadar nüfusun çoğunluğunu Ruslar ve Yahudiler, Batı Ukrayna şehirlerindeyse, Polonyalılar ve Yahudiler oluşturuyor, etnik Ukraynalılar’sa, ancak kırsal kesimde çoğunluğu teşkil ediyordu. Sözünü ettiğimiz Galiçya’nın merkezi olan Lviv kentinde de İkinci Dünya Savaşı yıllarına kadar nüfusun yarıdan fazlasını Polonyalılar oluşturmakta, ikinci sırada ise Yahudiler gelmekteydi.

Batı Ukrayna’da Polonya egemenliği

Birinci Dünya Savaşı sırasında patlak veren Rus Devrimi sırasında Rus İmparatorluğu topraklarında çeşitli milli yönetimler kurulurken, Kiev’de de Ukrayna Halk Cumhuriyeti kurulmuş ve bu devlet, Rusya’dan bağımsızlığını ilan etmişti (bu konuyu “Ukrayna Devrimi’nin 100. Yılı” başlıklı makalede ayrıntılı olarak ele almıştık). 1918 yılının sonlarında 1. Dünya Savaşı, Almanya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı imparatorluklarının bozgunuyla sonuçlanırken, Avusturya Macaristan İmparatorluğu, dağılmanın eşiğine geldi. Bu şartlarda Galiçya’da bulunan Ukraynalılar, bu bölgede “Batı Ukrayna Halk Cumhuriyeti”ni ilan ettiler. Fakat bu cumhuriyet, 1. Dünya Savaşı’nın galibi olan İtilaf Devletleri (İngiltere, Fransa, ABD) tarafından tanınmadı. Bu devletler, Avrupa’nın doğu bölgesinde “Sovyet tehlikesine” karşı güçlü bir Polonya devletinin kurulması gerektiğini savunuyor ve Ukrayna milliyetçiliğini, bir “Alman projesi” olarak görüyordu. Bu nedenle, savaştan sonra Alman, Avusturya ve Rusya’dan bazı topraklar alınarak Polonya’ya verildi ve Polonya Devleti tekrar kuruldu. Polonya, bu bahsettiğmiiz sebepten ötürü, İtilaf Devletleri’nden geçiş destek aldı ve bu destekle, birkaç yıl içinde, Batı Ukrayna Halk Cumhuriyeti topraklarını, hatta 1918’e kadar Rusya’nın elinde bulunan bugünkü Batı Ukrayna’nın Volın bölgesini ele geçirdi. Böylelikle Galiçya ve Volın bölgeleri, tekrar Polonya egemenliğine girdi. Buralardaki Polonya egemenliği, 1939’a kadar sürdü.

Batı Ukrayna’nın tekrar Polonya egemenliğine girdiği bu 20 yıllık dönemde Polonya yönetimi, Ukraynalı nüfusu asimile etmek için yoğun baskılar uyguladı. Pek çok Ortodoks kilisesi tahrip edilerek, Katolikleştirme politikaları uygulandı. Bu bölgeler, “Küçük Polonya” olarak adlandırıldı ve devlet teşvikiyle buralara Polonyalı çiftçiler getirildi. Bütün bu faaliyetler, Batı Ukraynalılar’ın tepkisini çekti ve Polonya egemenliğine karşı yeraltı mücadelesi veren Ukrayna milliyetçisi örgütler kuruldu.

Felaketler dönemi: İkinci Dünya Savaşı yılları  

İkinci Dünya Savaşı, bilindiği üzere, Nazi Almanyası’nın Polonya’ya saldırmasıyla patlak verdi. Naziler’in Avusturya ve Çekoslovakya’yı ele geçirmesine tepkisiz kalan İngiltere ve Fransa, Almanya’nın 1939’da Polonya’dan da toprak talep etmeye başlaması üzerine, Almanlar’ın Polonya’ya saldırmasının savaş nedeni olacağını açıkladılar. Bunun üzerine, kendisine karşı oluşabilecek geniş bir ittifakı önlemek isteyen Alman diktatörü Adolf Hitler, Sovyetler Birliği’yle anlaşarak, Polonya’yı ve genel olarak Doğu Avrupa’yı aralarında bölüştüler. Bu anlaşmaya göre, Sovyetler Birliği Almanya’nın Varşova gibi bölgeleri almasına ses çkarmayacak, buna karşılık Polonya’da etnik Ukraynalı ve Belaruslar’nı çoğunlukta oldukları bölgeler, Sovyetler Birliği’ne katılacaktı. Böylelikle,  Almanlar’ın Polonya’ya saldırdığı 1 Eylül 1939’dan 16 gün sonra, 17 Eylül tarihinde Sovyet kuvvetleri sınırı geçerek, Polonya’nın 20 yıl kadar önce ele geçirmiş olduğu toprakları zaptettiler ve buraları Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ve Belarus Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağladılar.

Sovyet kuvvetleri, Batı Ukrayna’da kurtarıcı olarak karşılandı. Fakat aradan üç ay geçince Sovyet yönetimi, geniş tutuklamalara girişti ve onbinlerce kişi, Sibirya’ya sürgüne gönderildi. Sovyetler Birliği genelinde uygulanan toprağın kollektifleştirilmesi uygulamasının burada da yürürlüğe sokulması, burada yaşayanların tepkisine neden oldu. Sonuçta, 1941 yılında Naziler Sovyetler Birliği’ne saldırıp Batı Ukrayna’yı ele geçirdiğinde, Batı Ukraynalılar’ın önemli bir kısmı, bu sefer Almanlar’ı kurtarıcı olarak karşıladı.   Ancak Batı Ukraynalı milliyetçilerin beklentilerinin aksine, Naziler de bağımsız Ukrayna devleti fikrine hiç sıcak bakmıyordu ve Lviv’de Ukrayna Devleti’nin kuruluşunu ilan eden milliyetçiler, Naziler tarafından tutuklanıp toplama kamplarına gönderildi. Bu şartlar altında, Batı Ukraynalı milliyetçiler, iki gruba ayrıldı: Bir kısmı, Almanlar’ın yakın bir gelecekte Ukrayna devleti kurulmasına yardımcı olması söz konusu olmasa bile, Alman yönetiminin Sovyet yönetiminden daha iyi olduğunu düşünerek, Almanlar’la açık işbirliğine gitti. Diğer bir kısım ise, Sovyetler’e ve Polonyalı partizanlara karşı mücadeleinn yanısıra Almanlar’a karşı da mücadele verilmesi gerektiğini düşündü.  Bu ikinci grup (ki bu grubun başını, Ukrayna Milliyetçileri Örgütü’nün radikal kanadının lideri Stepan Bandera çekiyordu), 1943 yılında, Batı Ukrayna’nın Volın bölgesinde, kısa adı UPA olan Ukrayna İsyancı Ordusu’nu kurdu. Bu örgüt, bir taraftan bu bölgede giderek etkinliği artan Sovyet partizanlarına, bir taraftan bu bölgede tekrar egemenlik kurmayı planlayan Polonya milliyetçileri örgütüne (Armiya Krayova, ya da kısa adıyla A.K) diğer taraftan da, Naziler’e karşı mücadele verdi. Volın bölgesinde Ukraynalılar’ın yanısıra yoğun miktarda Polonyalı nüfus da yaşadığı için, bu bölgede etnik boğazlaşma özellikle çok yoğun oldu. Naziler, Ukrayna milliyetçileri ile Polonyalılar’ı birbirine düşürmek için ellerinden geleni yaptı. Mesela, Ukrayna milliyetçilerine karşı yürütülen operasyonlarda, işbirlikçi Polonyalı polisler görev aldı. Diğer taraftan, bu bölgedeki Polonyalı nüfusun önemli kısmı Polonya milliyetçilerini desteklerken, geri kalanı da, yine Ukrayna milliyetçilerinin düşmanı olan Sovyet partizanlarına ve Polonya komünistlerien destek veriyordu. Sonuçta 1943 yılı, Volın ilinde Ukraynalı ve Polonyalılar arasında karşılıklı katliamlara sahne oldu. Rakamlar değimekle birlikte, onbinlerce Ukraynalı ve bunun iki katı kadar Polonyalı katledildi (Polonyalılar’a yönelik katliamların doruk noktası 11 Temmuz 1943 tarihi olduğu için Polonya Parlamentosu 11 Temmuz’u “soykırımı anma günü” ilan etti).

Sözünü ettiğimiz Ukrayna İsyancı Ordusu (UPA), İkinci Dünya Savaşı yıllarında ancak Batı Ukrayna bölgesinde egemen olabilmiş, buna karşılık Orta ve Doğu Ukrayna bölgeleri bu örgüte uzak durarak, genellikle Sovyet kuvvetlerini desteklemişti. UPA, Sovyet kuvvetlerinin Batı Ukrayna’yı geri aldığı 1944’ten itibaren, Batı Ukrayna’nın ormanlık alanlarında Sovyet kuvvetlerine karşı silahlı direnişini sürdürdü. Savaşın sonlarına doğru Almanlar’la aralarındaki sürtüşme en aza inerken, Almanlar’ın savaşı kaybetmesinden sonra da, ABD ile Sovyetler Birliği arasında Üçüncü Dünya Savaşı’nın çıkacağı beklentisiyle bu örgüt, 1960’a kadar Sovyet kuvvetlerine karşı direnişini sürdürdü.

Bağımsızlık sonrası Ukrayna

Ukrayna 1991 yılında bağımsız olduktan sonra Ukrayna’da iktidarlar, tarihte Rusya’ya karşı çarpışmış bazı liderleri milli kahraman haline getirirken, UPA örgütüne ve bu örgütün liderleri olan Stepan Bandera ve Roman Şuheviç gibi isimlere karşı, mesafeli davrandılar. Çünkü belirttiğimiz üzere, savaş yıllarında bu örgütün etkinlik alanı Batı Ukrayna’dan öteye pek geçememiş ve Ukrayna’nın diğer bölgelerinde yaşayanlar, bu örgütün radikal miliyetçi tutumuna mesafeli davranmış ve Sovyet kuvvetlerine destek vermişti. Bunun yanısıra, özellikle Rus yanlısı eğilimlerin güçlü olduğu ve nüfusun önemli bir kısmının yaşadığı Güney ve Doğu Ukrayna bölgeleri, bu örgüte karşı son derece tepkiliydi. Ayrıca, Rusya ile Ukrayna’nın yoğun ilişkileri söz konusuydu ve Ukraynalı liderler, Rusya’nın Naziler’le özdeşleştirdiği bu örgütü kahraman ilan ederek ikili ilişkilere zarar vermeyi istemiyordu.

Ukrayna Milliyetçileri Örgütü (OUN) ve bu örgütün silahlı kanadı UPA’nın itibarının iade edilmesi yönündeki ilk önemli girişimler, 2004 yılında Batı yanlısı kesimlerin desteklediği Turuncu Devrim’le iktidara gelen ve milliyetçi çizgisiyle tanınan Üçüncü Cumhurbaşkanı Viktor Yuşçenko döneminde oldu. Ancak 2000’li yıllarda da İkinci Dünya Savaşı’nda Sovyet Ordusu’nda çarpışmış olan pek çok kişi henüz hayattaydı ve bu kesimler, Yuşçenko’nun bu girişimlerine sert tepki gösterdiler (Yuşçenko, 2008 yılındaki 9 Mayıs Zafer Bayramı’nda Sovyet askerilerinin olduğu törende “hem Sovyet askerleri, hem de UPA militanları, Ukrayna uğruna faydalı işler yaptılar” şeklilnde bir konuşma yapmış ve bu konuşması, Sovyet gazileri tarafından “lanet” sloganlarıyla karşılanmıştı).

Öte yandan, 2014 yılında meydana gelen ihtilal, Ukrayna’daki siyasi dengeleri epey değiştirdi. Zira, ihtilalle birlikte milliyetçiler iktidara gelirken, ihtilalin hemen ardından Rusya’nın Kırım ve Doğu Ukrayna gibi bölgelere müdahale etmesi ve buralarda önemli toprakların Ukrayna yönetiminin denetiminden çıkması, bu bölgelerde yaşayan ve  Rusya’ya en yakın durumda olan seçmenlerin de Ukrayna siyasetinin dışında kalmasına neden oldu. Bunun sonucunda, Ukrayna’nın geri kalan bölgelerinde Ukrayna milliyetçisi ve Batı yanlısı partilerin ağırlığı güçlendi. Ayrıca, Rusya’yla Ukrayna’nın fiilen savaş haline girmesi, Ukrayna’da Rusya yanlısı fikir beyan etmeyi neredeyse imkansız hale getiridi. Bu şartlarda Ukrayna’nın yeni yönetimi, 2015 yılında kabul ettiği bir yasayla, UPA örgütünü “Ukrayna’nın bağımsızlığı için mücadele eden örgüt” olarak tanıdı ve böylelikle, daha önceden ağırlıklı olarak Batı Ukraynalılar’ın kahraman kabul ettiği UPA örgütü ve bu örgütün liderleri, artık ülke genelinde, resmi düzeyde kahraman ilan edilmiş oldu. Daha önceden sadece Lviv gibi Batı Ukrayna şehirlerinde caddelere “Bandera”, “UPA” gibi isimler verilirken, bu yasanın kabulüyle birlikte, başkent Kiev’deki “Moskova Bulvarı”nın adı da “Stepan Bandera Bulvarı” olarak değiştirildi.  Fakat bütün bu adımlar, Rusya’ya karşı atılmış adımlar olarak görülüyor, meselenin Polonya boyutu gündeme gelmiyordu. (2014 yılından bu yana kabul edilen resmi tarih anlayışına, Ukraynalılar’ın geçmişten bugüne sırf Ukraynalı oldukları için Ruslar’ın gazabına uğradıkları yönündeki anlayış egemen. Ukrayna toplumunda özelikle 2014 yılına kadar zayıf olan Rusya karşıtı milliyetçiliği güçlendirebilmek için Ukrayna yönetimi, her vesiyeyle Rus-Ukrayna çatışmasının tarihsel geçmişini vurguluyor ve bu temayı içeren yayınlar yapılıyor).  Buna karşılık Ukrayna yönetimi, Polonya’yla ilişkilerde son derece hassas davranıyordu. Örneğin Ukrayna Cumhurbaşkanı Poroşenko, 2016 yılında Varşova’yı ziyaret ettiğinde, burada “Volın Katliamı Kurbanları” anıtının önünde diz çökmüş ve çelenk bırakmıştı. Polonya’yla geçmişte yaşanan sorunların tarihçilere bırakılması gerektiğine vurgu yapılıyordu.

Ukrayna’nın ikilemi

Polonya yönetiminin tarihi konuları bu şekilde deşerek “soykırımı inkar yasası” çıkartacak noktaya gelmesi, Ukrayna yönetimini pek çok açıdan zora soktu. Birincisi, Ukrayna Rusya’ya karşı mücadele ederken, şimdi Batı’dan sorunla karşılaştı. İkincisi, Polonya, 1991 yılında Kanada’yla birlikte Ukrayna’nın bağımsızlığını tanıyan ilk iki ülkeden biriydi. Ukrayna’da Batı yanlılarının yaptığı her iki ihtilalde de (2004 ve 2014 yıllarındaki ihtilaller) Polonya, Ukrayna’daki Batı yanlısı kesimlere etkin destek vermişti. Özellikle Polonya’nın 1999’da NATO’ya ve 2004’te NATO’ya üye olmasından sonra Ukrayna’daki Batı yanlısı kesimler, Polonya’yı “Ukrayna’nın Batı’daki avukatı” olarak adlandırıyordu. Ukrayna’nın Batı’yla ilişkilerinin yoğunlaştırılmasına yönelik pek çok girişim (AB’nin Doğu Ortaklığı girişimi gibi), ya Polonya’nın inisiyatifiyle, ya da Polonya’nın aktif desteğiyle başlamıştı. Diğer taraftan, Ukrayna’daki ekonomik kriz nedeniyle yurtdışına çalışmaya gidenlerin ilk durağı da Polonya. Günümüzde bir milyondan fazla Ukraynalı, Polonya’da çalışıyor. Bütün bu şartlar altında Ukrayna yönetimi, Polonya’ya tepkisini en ılımlı ölçülerde göstermeye çalışıyor. Buna karşılık, bugünlerde Polonya Anayasa Mahkemesi’ne gönderilen “soykırımı inkar yasası”nın burada da kabul görmesi halinde, Ukrayna yönetimini “Batı Cephesi”nde de zor günler bekleyecek. 

 

Yorumlar