Türkiye ile Yunanistan arasında Ege Denizi’nde ortaya çıkmış olan çeşitli ihtilâflar vardır. Bunların çoğu Türkiye Cumhuriyeti’nin temel haklarını, egemenliğini, egemenlik yetki alanını, muhtelif çıkarlarını ve millî güvenliğini doğrudan ilgilendirmekte ve etkilemektedir.
Bu ihtilâfları şu başlıklar altında zikretmek mümkündür:
1. Ege Deniz’inde karasularının genişliği;
2. İki Ülkenin kıta sahanlıklarının belirlenmesi;
3. Deniz sınırlarının tespiti;
4. Egemenliği uluslararası antlaşmalarla Yunanistan’a bırakılmamış ada, adacık ve kayalıkların statüsü;
5. İki Devletin hava sahalarının genişliği;
6. FIR (Uçuş Malumat Bölgesi) sorunları;
7. Doğu Ege Adalarının uluslararası antlaşmalar hilafına silahlandırılması;
8. Arama Kurtarma (SAR) Faaliyetleri için yetki alanlarının belirlenmesi.
Bu yazıda üzerinde duracağım konu, Egemenliği uluslararası antlaşmalarla Yunanistan’a bırakılmamış ada, adacık ve kayalıkların statüsü; bunların Yunanistan tarafından işgal edildikleri olgusudur; eski deyimle vakıasıdır.
“Olgusudur” veya “vakıasıdır” diyorum, çünkü, Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt ÇAVUŞOĞLU Dışişleri Bakanlığı’nın 2018 Bütçesi’nin TBMM Genel Kurulu’nda müzakere edilmesi vesilesiyle 17 Aralık günü yaptığı konuşmada Ege’de Yunan işgalinin varlığını teslim ve teyit etmiş bulunmaktadır.
Ayrıca, ortada, Yunanistan Savunma Bakanı Kammenos’un önceki gün Selânik’teki konuşmasında pervasızca kullandığı ifadeler ve küstahça yaptığı meydan okuma vardır.
Önce Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun TBMM’nin Genel Kurulu’ndaki sözlerinden alıntılar yapmak istiyorum:
Sayın Bakan bu sorunun, yani Yunanistan’ın kendisine ait olmayan adaları işgal etmesi sorununun sebeplerini anlatıyor ve tekrar tekrar şunları ifade ediyor:
“DIŞİŞLERİ BAKANI MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU (Devamla) Kardak sorununa kadar, 1996’ya kadar ne olduysa olmuştur. Tekrar ediyorum ve altını çiziyorum: 1996 Kardak krizinden sonra adaların fiilî ve hukuki durumunda hiçbir değişiklik olmamıştır, ne olduysa önce olmuştur.”
“DIŞİŞLERİ BAKANI MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU (Devamla) – Evet, çözelim, bunu da çözelim ama lütfen AK PARTİ döneminde işgal edilmiş gibi yalan bilgiler sunmayın.”
“DIŞİŞLERİ BAKANI MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU (Devamla) – Daha önce işgal edildi Beyefendi, 1996’dan önce!”
“DIŞİŞLERİ BAKANI MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU (Devamla) – 1996’dan önce işgal edildi Beyefendi!”
“DIŞİŞLERİ BAKANI MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU (Devamla) – On defa söyledim duymuyor musun! Duymuyor musun 1996’dan önce!”
“DIŞİŞLERİ BAKANI MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU (Devamla) – Anlaşma çıkmazsa değerli arkadaşlar, yani, biz burada gene, biraz önce söylediğim gibi, istediğimiz alternatifi -yüce Meclis karar alır- kullanırız ama bu, millî bir politikadır. Bu, sokakta konuşulacak ve onu bunu zor durumda bırakacak bir konu değildir. Defalarca söylüyorum bakın size, burada bizim hiçbir günahımız yok, ne olduysa 96’dan önce oldu arkadaşlar.”
Bu sarih ifadeler, Yunanistan’ın 1923 Lozan ve 1947 Paris Antlaşmaları ile açıkça kendi egemenliği altına konulmamış olan adaları işgal etmiş olduğunu resmen teyit etmektedir.
Sayın Dışişleri Bakanımız Ege’de Yunanistan Türkiye’ye kaşı fiilî işgal durumları yarattığı iddialarını reddetmemiştir. Sadece işgallerin meydana geliş tarihi üzerinde durmuştur. “İşgallerin”1996’dan önce vukubulduklarını tekrar tekrar ifade etmiştir.
İşgal ister dün, ister bugün olsun. Ortada vatan toprağının işgali keyfiyeti vardır. Gereken yapılmalıdır.
Gelelim Yunan Savunma Bakanı Kammenos’un sözlerine:
Kammenos, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun 11 Aralık’ta TBMM’de yaptığı konuşmaya cevap olarak şunları söylemiş:
"Ana muhalefet lideri yine 18 adanın Yunanistan tarafından işgal edildiğini söyledi. En iyi durumda, Uluslararası Hukuk’un ve anlaşmaların hükümlerinden haberi yok. En kötü durumda ise Yunanistan’ın egemenliğinden şüphe ediyor, topraklarımızı talep ediyor."
Evet! Yunan Savunma Bakanı böyle konuşmuş. Sonra da Milat’tan Önceki tarihte Sparta Kralı’nın kendisinin teslim olmasını isteyen Pers Komutanı’na meydan okumak için dile getirdiği “gel de al” (Molon Lave) sözünü sarfettmiş. Ve eklemiş “Öyle öğrendik. Tarihimiz bunu öğretiyor” demiş.
Anlaşılacağı üzere, Yunan Savunma Bakanı hem CHP Lideri’nin Yunanistan tarafından işgal edildiğini söylediği 18 Ada’nın Andlaşmalara göre Yunanistan’a ait olduğunu iddia ediyor; hem bu adaları oldu-bitti ile Yunanistan’ın sözde egemenliği altına aldıkları itirafında bulunuyor; hem de Türkiye’ye meydan okuyarak “gücün yetiyorsa al bakalım” anlamında “gel de al” diyor.
Türkiye’ye ait olup da Yunanistan tarafından işgal edilmiş oldukları çeşitli basın yayın organlarında çıkan haberlerle; Emekli Kurmay Albay Sayın Ümit Yalım’ın yapmış olduğu araştırmalarla ortaya koyduğu bulgularla; Sayın Vedat Yenerer’in “Ege’de Yunan İşgali” isimli kitabındaki bilgilerle; ortaya konulan haritalarla, fotoğraflarla; Yunanistan Savunma Bakanlığı’nın internet sitesinde ve diğer Yunan kaynaklarında çıkan bilgi ve fotoğraflarla doğrulanmış olan adaları, Türkiye’de bağlı oldukları illeri de belirterek ismen zikretmek istiyorum.
--Koyun Adası ve Venedik Kayalıkları - İZMİR
--Hurşit, Eşek, Nergizcik, Marathi, Bulamaç ve Fornoz adaları – AYDIN
--Kalolimnoz, Keçi, Sakarcılar, Koçbaba, Ardıççık, Ardacık adaları - MUĞLA
Ayrıca, Girit adasının etrafındaki 5 küçük ada.
Bunların isimleri şöyle: Dhiya, Dionisades, Koufonisi, Gravdos, Gaidhouronisi.
Girit’in, Osmanlı Devleti tarafından Balkan savaşlarındaki Müttefik Devletlere, yani, Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ’a terk edildiği 30 Mayıs 1913 tarihli Londra Andlaşması’nın IV. Maddesinde hükme bağlanmıştır.
Hüküm şöyledir: “Majesteleri Osmanlı İmparatoru Girit adasını Müttefik hükümdarlara bıraktığını ve o ada üzerindeki bütün egemenlik haklarından ve adada sahip bulunduğu diğer bütün haklarından onların lehine feragat ettiğini beyan eder.”
Andlaşma’nın bu maddesinde Girit’in etrafındaki 5 küçük adadan bahis yoktur. Buna göre bu 5 küçük ada Osmanlı Devleti’nin egemenliği altında bırakılmıştır.
Bu sebeple de bu 5 küçük adanın Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenliği altında olması gerekir.
Görüleceği üzere, Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesinin parçası olan saydığım adaları, adacıkları Yunanistan gasp ve işgal etmiş bulunmaktadır.
Bir işgal olayının varlığını Sayın Dışişleri Bakanımız Çavuşoğlu da TBMM’de teyit etmiştir. Sadece işgalin vukuunun 1996’dan önce olduğunda ısrar etmektedir. İşgalin ne zaman vukubulduğu konusu ayrı bir bahistir.
Asıl ve vahamet arzeden durum Türkiye’ye ait adaların, adacıkların Yunanistan’ın oldu-bittileri sonucunda kaybedilmiş olmasıdır. Türkiye’nin egemenlik alanlarına Yunanistan tarafından vaki tecavüzdür.
Yunan Savunma Bakanı da “gel de al” demek suretiyle bu adaları fiilen ele geçirmiş olduklarını beyan etmektedir.
Sayın Çavuşoğlu bu soruna hangi yollardan çözüm aranabileceğini TBMM Genel Kurulu’nda şu sözlerle ifade etmiştir:
“Diplomasi yoluyla çözebilirsiniz, uluslararası mahkemeye götürebilirsiniz, asker gönderip adaların hepsini alabilirsiniz.”
Ben mesleği diplomasi olan bir kişi olarak, sorunların elbette diplomasi yoluyla, yani ihtilâfların barışçı yöntemlerle, iki devlet arasında müzakerelerle çözülmesi çarelerinin, yollarının araştırılmasını dilerim, tavsiye ederim. Diplomasi güç kullanılmasını önlemek için, barışçı yollardan millî menfaatleri korumak için vardır.
Bununla beraber, bu sorun dahil, Ege’deki çeşitli sorunlara çözüm aramak ve bulmak maksadıyla 12 Mart 2002 tarihinde başlatılmış olan Türkiye – Yunanistan arasındaki istikşafî, yani, araştırıcı mahiyetteki görüşmelerde ilerleme olmadığı artık bellidir. 15 yıldan fazla bir zaman geçmiştir. Türkiye ve Yunanistan arasında 60’dan fazla istikşafî mahiyette görüşme cereyan etmiştir. Bu vakte kadar esasa müteallik tek bir sorun halledilmiş değildir. Bunun temel sebebi, Yunanistan’ın Ege’de iki devlet arasında “Kıta Sahanlığı” sorunundan başka bir sorun bulunmadığını iddia etmesidir. Bizim sorun olarak zikrettiğimiz konular, onlara göre, Türkiye’nin Yunanistan’ın haklarını ve egemenliğini gaspetme niyetinin tezahürü olan teşebbüslerdir; iddialardır.
Gasp ve işgal edilmiş olan adalarımız ve adacıklarımız konusunda bıçak kemiğe dayanmış görünmektedir. İki devlet arasındaki istikşafî görüşmeler yoluyla sonuç alınması mümkün görünmemektedir.
Konu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin egemenliğinin ve toprak bütünlüğünün ihlâli konusudur. Millî bir mahiyeti haizdir. Bu sebeple, Türkiye’de bu konuda iç siyaset mülâhazalarından sıyrılmış olarak millî bir anlayış ortaya konulmasına ve millî bir duruş sergilenmesine ihtiyaç vardır. Bu millî anlayışın tezahür edeceği ve duruşun tesirli biçimde sergileneceği yüce mekân TBMM’dir.
Bu konuyu bütün veçheleriyle irdelemek, millî menfaatlerimize en uygun hareket tarzını seçmek, bu millî konuda kararlılık göstermek için TBMM’nin olağanüstü gizli toplantı yapmasında bir vatandaş olarak fayda ve hattâ zorunluk olduğu düşüncesindeyim.
Bu çerçevede, Yunanistan’ın Ege’de karasularını 6 milin ötesinde genişletme niyetini ortaya koymaya başladığı 1976 yılında Süleyman Demirel’in Başbakanlığını yaptığı Millî Cephe koalisyon Hükûmeti zamanında Türkiye’nin, Ege’de karasularının 6 milin ötesinde genişletilmesinin “savaş nedeni” [casus belli] sayılacağını ilân ederek sergilediği kesin ve kararlı duruşu hatırlatmak isterim.
Ayrıca 1995’i de hatırlamak lâzımdır. 1 Haziran 1995 tarihinde Yunan Parlâmentosu Deniz Hukuku Sözleşmesini onaylamıştı. Parlâmento Yunanistan Hükûmetine uygun göreceği bir zamanda Ege’de karasularını genişletmek üzere kararname çıkarma yetkisi vermişti. Bu gelişme üzerine, TBMM, 8 Haziran 1995 tarihinde, Yunanistan’ın Ege’de karasularını tek taraflı olarak 6 milin ötesinde genişletme kararı alması durumunda Türkiye’nin hayatî çıkarlarını muhafaza ve müdafaa etmek için Hükûmete askerî önlemler dahil her türlü tedbiri alma yetkisi vermişti. Yani TBMM Yunanistan’ın karasularını 6 milin üstünde genişletmesinin Yunanistan için belki de altından kalkamayacağı bir bedeli olacağını hissettirmişti.
Gerçek odur ki, Ege’de karasuları genişliği bakımından on yıllardır iki ülke arasında dengenin muhafazasını sağlayan faktör Türkiye’nin 1976’da takındığı ve 1995’de tekrarladığı kesin tavır ve aldığı “savaş sebebi” kararı olmuştur.
Yunan Millî Savunma Bakanı’nın, ülkesinin gerçek çıkarlarını düşünüyor olsaydı Türkiye’ye “gel de al” gibi haddini aşan bir meydan okumada bulunmamış olacağı görüşündeyim.
Yunan Bakan “gel de al” derken tarihten dem vurmuş ve “tarihten bunları öğrendik; tarih bunları öğretiyor” demiştir.
Oysa, kendisi şayet tarih okumuş ve öğrenebilmiş olsaydı, Yunanistan’ın emperyalistlerin maşası olarak maceraperest ve hayalperest saik ve hedeflerle Türkiye’ye karşı haddini aşan tutum ve davranışlarda bulunduğu 1919 – 1922 döneminde Anadolu’da, 1974’de Kıbrıs’ta, sonunda ne denli hüsrana uğradığını, zilletlere katlanmak mecburiyetinde kaldığını biliyor olması gerekirdi.
Yunanistan komşusu Türkiye ile olan ilişkilerinin geçmişinde kendi hatalarıyla ortaya çıkmasına sebebiyet verdiği her yeni durumda, geçmişi hasretle ve pişmanlıkla aramıştır.
Bugün 21 Aralık. Rum – Yunan ittifakının Kıbrıs’ta aziz ve kahraman soydaşlarımıza karşı katliam hareketini başlatmasının 54. acı yıldönümü. Şehitlerimizi rahmet, şükran ve minnetle anıyorum. Gazilerimizden hayatta olanları minnet ve saygıyla selâmlıyorum. Kaybettiklerimize Allah’tan rahmet diliyorum.
Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti; Yaşasın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti!