AB’nin lokomotifi ve/veya motor gücü, aynı zamanda eski kıtanın en önemli aktörü niteliğine sahip Almanya’da, 24 Eylül günü 19. Bundestag (Almanya Federal Meclisi) seçimleri gerçekleştirilmişti. Beklendiği üzere mevcut Şansölye Angela Merkel ve partisi CDU/CSU’nun birinci parti olarak tamamladığı seçimler, önemli bir sürprize de sahne olmuştur. Bu şaşırtan sonuç da, 2013 yılından bu yana Hıristiyan Demokrat (CDU/CSU)-Sosyal Demokrat(SPD) “büyük koalisyonu” nun dağılması olmuştur.
Diğer yandan, 15 Ekim’de, 22’ci dönem Federal Meclisi (Nationaltag) belirlemek üzere sandık başına giden Avusturyalılar, muhafazakâr Avusturya Halk Partisi (ÖVP)’yi, yüzde 31,6 oyla birinci parti konumuna getirdiler. Bir diğer anlatımla ÖVP, 2002 yılından sonra ilk kez yeniden birinci parti oldu.
Aşağıdaki çalışmanın ereği, Angele Merkel’in yeni koalisyon çalışmaları ve Avusturya’da Sebastiyan Kurz’un seçim zaferi ile gerçekleşeceği görülen “sağ yönlü yönetim” değişimlerini irdelemek; sebep-sonuç ilişkileri yönünde çıkarımlar yapmak olmuştur.
Almanya Seçimlerinin Sonuçları
Bilindiği üzere 2013 yılından bu yana Hıristiyan Demokrat (CDU/CSU)-Sosyal Demokrat(SPD) “büyük koalisyonu” yla yönetilmekte olan Almanya, 24 Eylül 2017 tarihinde yapılan seçimde alınan sonuçlar neticesinde bu koalisyona veda etmek durumunda kalmıştır. Diğer yandan son seçim sonuçlarına göre hiçbir parti veya ittifakın, 355 sandalye desteği gerektiren hükümet kuruluşu için gerekli çoğunluğu sağlayamamıştır.
Katılımın yüzde 75 gibi yüksek bir seviyede olduğu seçim sonuçları gözden geçirildiğinde, Angele Merkel önderliğindeki Hristiyan Demokrat İttifakı (CDU/CSU)’nın, oyların yüzde 33’ünü elde ederek, birinci parti olduğu görülmektedir. İttifakın Hristiyan Demokrat Birliği (CDU) üyesi yüzde 26,8 ve onun Bavyera merkezli kardeşi Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) ise oyların yüzde 6,2’sini almışlardır. Ne var ki 2013 yılında elde edilen sonuçla karşılaştırıldığında, CDU/CSU ittifakının %8,6’lık bir oy kaybına uğradığı ve 65 milletvekili kaybederek 246 sandalye ile sınırlı kaldığı anlaşılmaktadır. Aslında bu sonuç, Merkel ve partisi için bir zafer olarak değerlendirilemez; zira CDU tarihinin en düşük oy oranlarından birini almış bulunmaktadır. Merkel’in kaybettiği oyların daha çok, Almanya İçin Alternatif Partisi (AfD)’ne ve liberal çizgideki Hür Demokrat Parti (FDP)’ye kaydığı gözlemlenmektedir. Aşırı sağ politikaları savunan AfD, oyların yüzde 12,6’sını alarak Federal Meclis’e girmeyi; FDP ise yüzde 10,5 oy oranı ile, yeniden Bundestag’da temsil edilmeyi başarmışlardır.
Büyük koalisyonda CDU/CSU’nun ortağı olan, eski Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz liderliğindeki Sosyal Demokrat Parti (SPD) ise, yüzde 20,5 oy oranıyla, İkinci Dünya Savaşı sonrası alınan en düşük oy oranına düşerek, büyük bir yenilgiye uğramıştır. SPD, koalisyon hükümetinin yıpranmışlığından olumsuz etkilenmenin yanı sıra, kendi içerisindeki anlaşmazlıkların (çeşitli sol hiziplerin) tutsağı olduğu yönünde eleştirilere muhatap olmuştur. Tüm bu eleştirilere bağlı olarak, ülkenin karşı karşıya olduğu toplumsal ve kültürel sorunlara yönelik güçlü ve yenilikçi bir program ortaya koyamamakla da suçlanmışlar ve 40 milletvekili kaybı ile ancak 153 sandalye kazanabilmişlerdir.(1)
Bilindiği gibi, liberal karakterli bir parti olarak bilinen FDP, Almanya’nın en eski siyasal aktörlerinden birisidir. Geçmişte koalisyon hükümeti içerisinde yer almasına karşın, 2013 seçimlerinde barajın altında kalarak Bundestag’a temsilci gönderemeyen ve tarihi bir yenilgi yaşayan FDP, bu kez beklenenin üzerinde bir oy oranıyla (yüzde10,7) dördüncü parti olarak meclise girmiştir. İş dünyasına odaklanan, bireysel özgürlük alanının genişletilmesini isteyen ve piyasa ekonomisini destekleyen bir parti olarak bilinen anılan parti, seçim kampanyası sırasında da, olası bir koalisyonda yer alma düşüncesiyle, Almanya’nın karşı karşıya kaldığı mülteci krizi hususunda Merkel’i oldukça düşük bir tonda eleştirdiği gözlenmiştir.
Doğu Alman kökenli eski Komünistlerin partisi olarak bilinen Sol Parti (DL), bu seçimde de oylarını korumuş ve SPD’nin yanında mecliste temsil edilen en önemli sol hareket olmuştur. Yüzde 9,2’lik oy oranıyla 69 milletvekili koltuğu elde etmiş ve CDU/CSU’yla koalisyon hesaplarının içerisinde yer almayacağını açıklamıştır.
Yeşiller ise Bundestag’a son sıradan (beşinci) giren parti olmuştur. Oy oranının düşmesi ve hatta parlamentoya girememe tehlikesi olduğu dahi düşünülen bu parti, tahminlerin üzerinde (%8,4) bir oy alarak 67 milletvekiliyle Bundestag’da yer almıştır. Çevrecilerin, azınlıkların, göçmenlerin, çeşitli radikal sol unsurların ve LGBT temsilcilerinin önemli bir role sahip olduğu parti, ülkenin özellikle sanayileşmiş eyaletlerinden destek görmüştür.
Seçim Sonuçları Hakkında Yorumlar
Bilindiği gibi, Hristiyan Birlik Partileri olan CDU ve CSU, Almanya Federal Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1949 tarihinden bu yana geçen 68 yılın 48’inde yönetimde yer almıştır. Keza, Avrupa yakınlaşmasının mimarlarından olan ilk hükümet başkanı (Şansölye) Konrad Adenauer ve Almanya’nın yeniden birleşmesinde kilit rol oynayan Helmut Kohl gibi isimler bu çatının altından çıkmıştır.(1) Öte yandan bu çatının günümüzdeki lideri olan Angela Merkel de dördüncü kez üst üste seçim zaferini kazanmıştır. Tüm bu olguya karşın sonuçlar, CDU/CSU ittifakının kendisi ve kamuoyunda bir “zafer” olarak algılanmamış ve yorumlanmamıştır. Seçimlerin ardından Bundestag’a yeni ve yeniden giren partiler, halkın nezdinde Almanya’da devlet politikalarının tamamıyla desteklenmediğinin, halkın alternatiflere yöneldiğinin göstergesi olarak değerlendirilmektedir. Angela Merkel’i esas bundan sonra zor günlerin beklediği yorumları yapılırken, gerçek çarpışmaların seçimlerin ardından başlayacağı genel kanısı hakim olmuştur.(2)
Seçim kampanyası sürecinde üzerinde en fazla durulan hususlar; ülkeye gelen mültecilerin sayısı, statülerinin ne olacağı, ülkeye nasıl entegre edilecekleri, göçmenlerin iş piyasasında yarattığı baskı (Alman kökenli yerliler, göçmenlerin kendi iş imkanlarını işgal ettiklerini ve çalışma şartlarını kötüleştirdiklerini düşünmektedir.), göç hareketliliğinin beraberinde getirdiği kültürel ve inanç temelli faktörlerin Alman toplumunda yarattığı huzursuzluk, ekonomik büyüme hızının istenilen düzeye ulaşmaması ve ülkenin AB içerisinde oynayacağı rol üzerinden şekillenmiştir.
Seçimlerin, ülke çapındaki kutuplaşmayı teyid ettiği değerlendirilmesi yapılmaktadır. Bu bağlamda, eski Doğu Almanya eyaletlerinin dördünde CDU’nun birinci ve AfD’nin ikinci parti olarak çıkması, anılan çıkarımı doğrulamaktadır.(3)
Kampanya sırasında ülke özelinde ön plana çıksa da, içeriği itibarıyla daha ziyade bölgesel bir düzlemde yer bulan hususlardan bir diğeri ise, 1990 yılında Almanya’nın birleşmesi sonrasında ekonomik anlamda bir türlü Batı Almanya eyaletlerinin düzeyine ulaşamayan ve mülteci krizi bağlamında bölgeye gelen ilk dalgaları karşılamak zorunda kalan Doğu Almanya eyaletlerinde yaşanan hayal kırıklığı ve güvensizlik olmuştur. Nitekim AfD’nin bu bölgelerden aldığı oy oranının oldukça yüksek bir düzeyde olması (Saksonya’da birinci parti olmuştur), söz konusu durumun açık bir yansıması olarak değerlendirilmektedir.(4)
Sonuçlar; Merkel’in mültecilere kapı açan anlayışına karşı çıkan, başta İslam ve Türkler olmak üzere Almanya’ya “yabancı” olduğuna inanılan değerlerin yeterince baskılanmadığını düşünen aşırı muhafazakâr ve hatta ırkçı çizgideki kesimin kendilerine AfD’yi yeni bir alternatif olarak bularak CDU/CSU’ya oy vermediklerini gözler önüne sermiştir. Böylece Almanya’da, genel seçimler için sandık başına giden Almanlar’ın, İkinci Dünya Savaşı ve Nazi Almanyası’nın yıkılışından bu yana ilk kez, milliyetçi bir partinin Bundestag’a girmesine destek vermişlerdir. Koalisyonun diğer ortağı SPD ise, AB yanlısı ve çok kültürlülüğün altını çizen söylemler bağlamında oldukça çekinceli hareket eden Schulz’un, Türkiye’yle yaşadığı sözlü tartışmalardan da etkilenen “göçmen kökenlilerin” oylarındaki düşüşten etkilenmiştir.
Seçim sonuçlarını değerlendiren görüşler arasında, Alman Anayasası’nın “faşist” nitelikli yönetim denemelerine karşı korunaklı olduğu, bu nedenle endişe duyulmasına gerek olmadığı; belki de sağa dönük bu gelişmenin “Almanya’nın normalleşmesi” olarak da görülebileceğini yansıtan yaklaşımlar da bulunmaktadır.(5)
Seçim sonuçlarıyla ilgili değerlendirmeler daha çok, çok parçalı, karmaşık bir parlamentoya ve uzun süreli müzakerelere yol açacağı üzerinde yoğunlaşmıştır. Seçim sonuçlarının yönetim ortaklığına yansıyan olası şekli için yapılan yorumlara baktığımızda da, koalisyon için kabul edilebilecek tek seçeneğin, CDU/CSU, Yeşiller Partisi ve FDP’den oluşan 393 sandalyeli Jamaika koalisyonu olarak durduğu konusunda fikir birliği bulunmaktadır. Bilindiği gibi CDU/CSU ile SPD arasında bir koalisyon da hükümet kurulması için yeterli olmakla birlikte, SPD’nin yeni bir koalisyona yanaşmaması ve bu dönem ana muhalefette kalacaklarını önceden açıklamaları, bu tür bir seçeneği ortadan kaldırmaktadır.
Başlayan Koalisyon Görüşmeleri ve Olası Sonuçlar
Alman Başbakanı A.Merkel, geçen hafta ittifak ortağı CSU Genel Başkanı ve Bavyera Eyalet Başkanı Horst Seehofer ile bir araya geldi. İki partinin yetkilileri, koalisyon görüşmelerinin başlatılması yolunda görüş birliğine vardı. Yapılan görüşmelerde mülteci kabul üst sınırı ve mülteci kabulüne ilişkin prosedürler gözden geçirilerek uzlaşma sağlandı.
Koalisyon kurulması için Yeşiller ile yapılacak görüşmelerde, İttifakın mülteciler konusundaki sınırlamalarının zorluk çıkaracağı bilinmektedir. Bununla birlikte, mültecilere ilişkin Alman kamuoyunda yapılan anketlerde, katılan Almanların yüzde 56’sının CSU’nun mülteciler konusundaki üst sınır isteğini desteklediği, sadece yüzde 28’inin karşı olduğu olgusu, görüşmelerde Merkel’in elini güçlendirecek gibi durmaktadır. Koalisyon görüşmelerinde Merkel’i güçlendirecek bir diğer başlık da, Yeşillerin, hükümete girme konusunda istekli olmalarıdır.
İttifak ortağı CSU’nun sağa yaslanma girişimlerini, Başbakan Merkel’in ne kadar süre göğüsleyebileceği Alman kamuoyunda merakla beklenmektedir. Öte yandan ülkenin ekonomik gerçekleri de, Alman işgücü piyasasında giderek artan “nitelikli işgücü” ihtiyacının, mülteciler konusunda uygulanacak sınırlamalarda esnemenin zorunluluğuna işaret etmektedir.(6) Şu ana kadar yapılan görüşmelerden edinilen izlenim, Merkel ve küçük ortağının seçmenlerini, aşırı sağda yer alan parlamentonun yeni üyesi AfD’ye karşı konsolide etmeye çalışırken izleyeceği yolun, aynı zamanda mültecilerin Almanya’daki gelecekleri için de belirleyici olacağı şeklindedir. Diğer anlatımla, koalisyon üyesi olmamakla birlikte AfD’nin vaadleri ve pompaladığı “popilist faşizm”in etkileri, ister istemez koalisyonun program ve uygulamalarını da etkileyecek; Berlin’in “sağa kayışını” hızlandıracaktır.
Avustuya’da Seçimler ve Sonuçlar
Ülkede 15 Ekim’de yapılan genel seçimlerde Avusturya Halk Partisi (ÖVP) yüzde 31,6 oyla, 2002 yılından bu yana ilk kez birinci parti oldu. Avusturya Başbakanı Christian Kern'in liderliğini yaptığı Sosyal Demokrat Parti'ye (SPÖ) destek yüzde 26,3 olurken; önceki seçimlere göre oylarını 5,5 puan arttıran aşırı sağcı Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ) ise, yüzde 26 oy oranı ile parlamentodaki üçüncü parti konumuna yükseldi.
Önceki oy oranını koruyan Yeni Avusturya Partisi (NEOS) yüzde 5,3 ile dördüncü sırada yer almış; Yeşiller Partisi’nden ayrılanların kurduğu ve ilk kez seçimlere katılan Liste Pilz ise, yüzde 4,4 oy oranı ile Federal Meclis (Nationaltag)’e girmeyi başardı. Uzun yıllardır parlamentoda yer alan ve genel seçimde yüzde 3,8 oy alan Yeşiller Partisi’nin, yüzde 4 olan seçim barajına takılarak parlamento dışında kaldığını görüldü.
22’nci dönem parlamento seçimine katılım oranının yüzde 80 olduğu ülkede yaşanan seçimin kazananı, 31 yaşında ve 4 yıldan bu yana dışişleri bakanlığı yapan ÖVP lideri Sebastian Kurz ve aşırı sağcı ve göçmen karşıtı FPÖ oldu. 2015’de yaşanan mülteci krizinde Merkel’e direnerek Balkanlar’ı mülteci göçüne kapattıran ve geçtiğimiz Mayıs ayında ÖVP liderliğini devralan Kurz, SPÖ ile ortak olduğu koalisyonu sona erdirip, erken seçimin yolunu açmıştı.
Seçimler, Seçim Sonuçları ve Olası Gelişmeler Hakkında Görüşler
Seçildiği parti liderliğinin akabinde erken seçime giden Kurz, koalisyon ortağı Sosyal Demokratlar’ı erken seçime hazırlıksız yakalattı. Diğer yandan Fransa’da Macron’un kazandığı cumhurbaşlanlığı seçimini yakından izleyerek, partisinde çeşitli yenilikleri hayata geçirdi. Sonuçta, çok renkli bir seçim kampanyasının ardından birinci parti olarak sandıktan çıkmayı başardı.(7)
Kurz'un seçim kampanyası boyunca verdiği vaatlerinden: Avrupa'ya göç yollarının kapatılması, AB'nin Avrupa'daki göçmenlere yardımlarının sınırlandırılması, siyasal İslâm’a karşı radikal önlemler, vergi yükünün azaltılması ve Beş yıl Avusturya'da yaşamamış olan yabancıların yardımlardan muaf tutulması başlıkları, Avusturya’da yabancı karşıtlığını körükleyici ve aşırı sağcı FPÖ ile koalisyon ihtimalini güçlendirici olarak değerlendirilmektedir.(8)
Söylem, seçmene yaklaşım ve iletişim kanallarını kullanım ile oluşturulan algı yönlerinden, Kanada ve Fransa’nın yeni ve genç liderleri ile benzerlikleri vurgulanmaktadır. Değişimi çok öne çıkaran (renk olarak turkuaz) ve Avusturya Halk Partisi’ne, doğal olarak “yeni” sıfatını ekleyen Kurz’un, çeşitli yönlerden Trudeau ve Macron’dan etkilenmiş olduğu belirtilmektedir.(9)
Çoğunluğu elde etmesi için Sebastian Kurz'un partisinin koalisyon arayışına girerek, aşırı sağcı FPÖ ile görüşmelere başlaması öne çıkan seçeneklerden ilk sırada olanıdır. Başlıca söylemi göçmen karşıtlığı olan FPÖ de böylece, 17 yıldır yıllardır uzak kaldığı Avusturya hükümetine geri dönebilir. Zaten Kurz’un seçim sonrasında yaptığı konuşmalar da bu yöndeki bir gelişmeyi işaret etmektedir.(10)
Kurz’un FPÖ ile hükümet kurması, Avrupa’da köklü değişimlere yol açabilir. Avusturya daha sağa kayarken, diğer Avrupa ülkelerinde yerleşik partilerin aşırı sağ partilerle koalisyon kurmaları için bir örnek oluşturabilir. Keza, AB üyesi ve 9 milyon nüfuslu ülkede görülen sağa doğru kayış, İngiltere'nin Brexit kararı ile Almanya, Hollanda ve Polonya gibi ülkelerde milliyetçiliğin yükselişinin ardından, Brüksel'in başını daha da ağrıtabilir.
Almanya ve Avusturya’daki Sağa Kayışın Toplu Değerlendirilmesi
Avrupa’nın en sağlam ekonomisi ve AB lideri konumuna karşın, II. Dünya Savaşından bu yana Almanya’da yaşanan derin ekonomik ve finansal kriz, dağılan (CDU/CSU)-(SPD) koalisyonunun başarısını gölgelemiştir. Şöyle ki, federal bütçe açığının ulusal gelire payı yüzde 3,7’ye, keza kamu borçlarının ulusal gelirin yüzde 74,2’sine yükselmişti.(11) Bunun yanında mülteci ve yabancı sorunları eklenince, kamuoyunun memnuniyetsizliği giderek artmış ve yönetim yetersiz görülmeye başlanmıştı.
Alman seçimleri, sosyal ve Hristiyan demokratların tarihsel gerilemesi karşısında sağın zaferi ile sonuçlanmıştır. Her ne kadar, SPD’nin arkasında kalarak muhalefet cephesinin ikinci sırasında gözükse de, ortaya koyduğu söylem ve program, oluşturduğu farklı toplumsal alternatif ve mevcut huzursuzluğu sahiplenen yapısı nedeniyle, AfD’nin önümüzdeki dönemde muhalefetin en önemli temsilcisi olacağı söylenebilir.
Sonuçların Avusturya yönünden değerlendirilmesine geldiğimizde de, mülteci ve yabancı sorunları, siyasal İslâm karşıtlığını kullanan siyasî popülizmin ve değişim vaatlerinin etkisi görülmektedir. Liderin genç ve yenilikçi olması, halkın özgüvenine yönelmesi ve önünde yaşanan Macron örneğini de, sağa yaslanan bu gelişme için zemin hazırlamış olduğunu anlamaktayız.
Son dönemde yaşanan ve “popülizmin yükselişi” olarak isimlendirebileceğimiz bu sürecin özünde, merkez liberal siyasetin geniş kitlelerin gözünde yaşadığı itibar kaybı yatmaktadır. Özellikle 2008 ekonomik krizinin yarattığı kurumlara ve kurallara olan güvensizlik; uzmanlar, akademisyenler ve teknokratlardaki itibar kaybı; küresel düzeyde terörizmin yükselişi; yabancı düşmanlığı ve evrensel değerlerden uzaklaşma gibi gelişmeler, farklı coğrafyalardaki geniş toplum kesimlerinin geleceğe dair umutlarının tükenmesine eşlik etmektedir.(12)
Söz konusu sürecin ürünü olarak karşımıza, ekonomik eşitsizliklerden, bunların beslediği sosyal korku ve geleceğe güvensizlikten türeyen ve karşılıklı olarak birbirini besleyen “yükselen milliyetçilik” olgusu çıkmaktadır. Bu siyasi kısır döngü, siyasi seçenekleri daraltarak, seçmenleri sağ ile faşist sağ arasında seçim yapmaya zorladığı izlenmektedir. Bir diğer ifade ile, 2008 krizi sonrasında neoliberal düzenin siyasi temsilcisi olan “merkez” siyasetin dünya genelinde çökmesi sonrasında, mevcut ekonomi politikaları sürdürmek, daha “sağ” siyasi çizgilerin iktidarı ile mümkün olabilmektedir. Daha doğrusu böylesi bir çözüm dayatılmaktadır.
Sağa yönelik anılan gelişmenin geleceğine baktığımızda, ekonomi politikalarındaki değişmezliğin, siyasi dengenin giderek daha sağda kurulmasına yol açması gibi bir dönüşümün, mevcut siyasi krizi daha da derinleştirdiğini görmekteyiz. Daha da kötüsü, kendini besleyen bu kriz, sağ popülizmi doğuran nedenleri ortadan kaldırmadan çözülebilecek gibi durmamaktadır.
Son olarak belirtmek istediğimiz bir çıkarım da, Almanya ve Avusturya’da yaşanan bu gelişmeler, sağ popülizmin sürmesi ve neoliberalizmin, mevcut ekonomik politikalarında köklü değişime gidilmemesi halinde Avrupa’da yayılacağı ve diğer ülkelerde de bu yönde yönetim değişikliğini tetikleyeceği şeklindedir. Doğaldır ki böylesi bir gelişme zinciri en çok AB’yi ve değerlerini zorlayacaktır.
(1): Michael Bröning,” The Future of Germany's Social Democrats”, Foreign Affairs, 25.09.2017, https://www.foreignaffairs.com/articles/germany/2017-09-25/future-germanys-social-democrats (14.10.2017)
(2): Joschka Fischer,” Germany’s Grave New World”, Project Syndicate, 26.09.2017, https://www.project-syndicate.org/commentary/germany-election-merkel-new-government-by-joschka-fischer-2017-09 (15.10.2017); Constanze Stelzenmüller,“After the election, Germany’s democracy faces its hardest test since 1949”,Brookings, 25.09.2017, https://www.brookings.edu/blog/order-from-chaos/2017/09/25/after-the-election-germanys-democracy-faces-its-hardest-test-since-1949/ (15.10.2017)
(3): Judy Dempsey, “Merkel’s Bittersweet Victory”,Carnegie Europe, 25.09.2017, http://carnegieeurope.eu/strategiceurope/73210 (15.10.2017)
(4): Göktürk Tüysüzoğlu,” Almanya Seçimleri: Hoşgörü Yoksunluğu Sandıklara Yansıdı”,ANKASAM, 29.09.2017, https://ankasam.org/almanya-secimleri-hosgoru-yoksunlugu-sandiklara-yansidi/ (18.10.2017)
(5): E. Wayne Merry, ”Angela Merkel's Bitter Victory”, The National Interest, 25.09.2017, http://nationalinterest.org/feature/angela-merkels-bitter-victory-22457 (18.10.2017)
(6): Özgür Çoban, “Almanya Sağa Yaslanıyor”, Birgün, 12.10.2017
(7): Celal Özcan,”Avrupa Onu Konuşuyor”, Hürriyet, 17.10.2017
(8): “Conservative Sebastian Kurz on track to become Austria’s next leader”, The Guardian, 15.10.2017, https://www.theguardian.com/world/2017/oct/15/sebastian-kurz-on-track-to-become-austrias-next-leader-projections-show (18.10.2017)
(9): Vanessa Friedman,” How to Dress to Win an Election: The Sebastian Kurz Primer”,NYT, 19.10.2017, https://www.nytimes.com/2017/10/19/style/sebastian-kurz-austria-branding-style.html (20.10.2017)
(10): “Sebastian Kurz is flirting with the far-right Freedom Party”,The Economist, 19.10.2017, https://www.economist.com/news/europe/21730444-will-austrias-political-wunderkind-bring-xenophobes-government-sebastian-kurz-flirting (20.10.2017)
(11): “Merkel Sets Tone of New German Government”,Der Spiegel, 5.10.2017, http://www.spiegel.de/international/germany/coalition-talks-begin-merkel-sets-tone-of-new-german-government-a-653271-2.html (17.10.2017)
(12): Ümit Akçay,”Popülizm,faşist sağ ve liberaller”, Gazete Duvar, 25.09.2017, https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2017/09/25/populizm-fasist-sag-ve-liberaller/ (15.10.2017)