28 Haziran, Birinci Dünya Savaşı'nın başlangıcının 103. yıl dönümü. Bundan tam 103 yıl önce, Gavrilo Prinsip adlı bir Sırp genci, o zamanlar Avusturya Macaristan İmparatorluğu sınırları içinde bulunan Bosna Hersek’in Saraybosna kentinde, Avusturya Macaristan Veliahtı Ferdinand’ı öldürmüş ve bunun ardından, birbirlerine savaş açmak için fırsat kollayan Avrupa devletlerinin peşpeşe savaşa girmesiyle, Avrupa kıtası, o zamana kadar görmediği genişlikte bir savaşa sahne olmuştu. Bir tarafta Almanya ve Avusturya Macaristan İmparatorluğu, diğer tarafta ise Sırbistan, İngiltere, Fransa ve Rusya’nın olduğu iki blok, birbiriyle savaşa tutuştu. İleriki dönemlerde Japonya’nın Almanya’nın Uzak Doğudaki sömürgelerine saldırması ve 1917’den itibaren ABD’nin savaşa girmesi, bir Avrupa savaşı olarak başlayan bu savaşı, gerçek anlamda bir dünya savaşına çevirecekti. Savaş ilan eden ülkeler, bu savaşın en fazla birkaç ay süreceğini düşünüyordu. Oysa Avrupa’da savaş, kısa süre sonra, siper çatışmalarına döndü. Kısa bir süre sonra, Osmanlı İmparatorluğu ve Bulgaristan da, Almanya’nın yanında savaşa girecekti.
Birkaç ay süreceği sanılan Birinci Dünya Savaşı, dört yıl sürdü ve dokuz milyon kişinin hayatına mal oldu. Hitler’in Polonya’ya saldırmasıyla başlayan İkinci Dünya Savaşı’nda elli milyon kişi hayatını kaybetmiş olsa da, aslında Birinci Dünya Savaşı, sonuçları itibariyle, İkinci Dünya Savaşı’ndan daha büyük öneme sahiptir. Çünkü bu savaşta, belki başka hiçbir savaşta olmadığı kadar keskin bir şekilde ülke sınırları değişmiş, Alman İmparatorluğu, Avusturya Macaristan İmparatorluğu, Rus Çarlığı ve Osmanlı İmparatorluğu gibi dört büyük imparatorluk yıkılmış ve Rusya’da 1917 yılında meydana gelen Ekim Devrimi sonucunda ilk kez komünist bir devlet kurulmuş ve 1991 yılına kadar kapitalist devletlerle komünist devletler arasında sürecek olan mücadelenin temelleri atılmıştır.
Savaşı hazırlayan ve Avrupa’yı patlamaya hazır bir barut fıçısı haline getiren başlıca neden, bilindiği üzere, sömürgecilik yarışıydı. İngiltere ve Fransa, erkenden sanayileşmiş ve dünyanın pek çok yerinde, büyük sömürgelere sahip olmuşlardı. Almanya ise, milli birliğini geç tamamlamış ve sanayicilikte geç kalmış, bunun sonucu olarak, sömürgecilik yapmaya heveslendiğinde, dünyanın önemli bölümünün İngiltere, Fransa ve Rusya tarafından paylaşıldığını görmüştü. Almanya’nın bu ülkelerle rekabeti ve Avusturya ile Rusya arasındaki sorunlar, Avrupa’yı bir barut fıçısı haline getirdi. Peki, bu barut fıçısında ilk kıvılcım, nasıl çakıldı? Yani, bir Sırp genci, neden Avusturya Macaristan Veliahtını öldürdü ve bu olay, neden bir dünya savaşına neden oldu? Şimdi biz, konunun bu kısmına bakalım.
Sırplar, Ruslar’la akraba olan, Slav kökenli bir millet. Sırplar; Bulgarlar, Hırvatlar ve Slovenlerle birlikte, Güney Slavları grubuna giriyor. Sırbistan, 400 yıldan fazla Osmanlı yönetimi altında kaldıktan sonra, 1800’lü yılların ortalarından itibaren, aşama aşama bağımsızlığını elde etti. Nihayet, 1878 yılındaki Berlin Anlaşması’yla, tam bağımsız bir devlet oldu. Fakat o zamanki Sırp devleti, bir tarafta Osmanlı İmparatorluğuyla, diğer tarafta ise Avusturya Macaristan İmparatorluğu ile çevrelenmiş olan ufak bir devletti. Sırp milliyetçileri, bu devletin bu şartlarda yaşayamayacağını düşünüyor ve devletin, Ortaçağ’da, 1300’lü yıllardaki Sırp Prensi Duşan’ın dönemindeki gibi geniş sınırlara sahip olmasını, güneyde Ege Denizi’ne ulaşmasını savunuyordu. Sırbistan’daki kraliyet hanedanı olan Obrenoviç ailesi, daha ziyade, Avusturya’ya yakındı. Fakat 1903 yılında düzenlenen bir ihtilal ile Sırbistan tahtına, Osmanlı’ya ilk isyan bayrağını açan Karacorci’nin soyundan gelen Karacorceviç Hanedanı çıktı. Sırp milliyetçilerinin desteklediği bu yeni hanedan, Rusya’yla yakınlaşılmasını ve Osmanlı Devleti ile Avusturya’dan toprak alınmasını savunuyordu. Sırbistan, ilk olarak, Osmanlı topraklarına yöneldi. 1912’de, Rusya’nın aracılığıyla, Yunanistan, Sırbistan ve Bulgaristan, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı ittifak yaptılar. Birinci Balkan Savaşı’nda, Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa kıtasında bulunan topraklarının neredeyse tamamı Balkan devletlerinin eline geçti. Sırbistan, Ege Denizi’ne ulaşamamıştı. Çünkü güneyden hızla ilerleyen Yunan ordusu, ondan önce davranıp Selanik’i ele geçirmişti. Fakat yine de Sırbistan, bu savaşta, topraklarını ikiye katlamayı ve Makedonya’nın önemli kısmını ele geçirmeyi başardı. Şimdi, Sırp milliyetçilerine göre yeni hedef Avusturya Macaristan idaresinde bulunan Bosna Hersek idi.
Balkan Savaşları’nın ardından gerek Sırbistan gerekse Avusturya, birbirlerini kendi varlıklarına yönelik tehdit olarak görmeye başladılar. Çünkü Sırbistan, Avusturya’nın yönetimindeki Hırvatlarla birleşip kuzeye ilerlemek ve Adriyatik Denizi’ne açılmak istiyordu. Öte yandan Avusturya, Selanik üzerinden Ege Denizi’ne açılmak istiyor, fakat yolunun üzerinde duran ve Rusya yanlısı olan Sırbistan devleti, buna engel oluyordu.
Sırbistan’da milliyetçilerin radikal kesimi, Kara El adlı bir örgüt kurmuştu. Bu örgüt, Avusturya Macaristan Veliahdına suikast düzenlemeye karar verdi. Bunun için de, 28 Haziran tarihi seçildi. Bu tarih, tesadüf değildir. Çünkü 28 Haziran, Sırplar’ın Osmanlılar karşısında kaybettiği ve Sırbistan’ın Osmanlı egemenliğine girmesine neden olan 1. Kosova Savaşı’nın yıldönümüydü. 28 Haziran tarihi, Sırp milliyetçilerinin belleğinde önemli bir yer edecek ve Sırp milliyetçileri, pek çok önemli olayı bu tarihe denk getirmeye çalışacaktı.
Öte yandan, Avusturya yönetimi de, güneye inme politikasına engel olarak gördüğü Sırbistan’a saldırmak için bahane arıyordu. Bazı tarihçiler, Birinci Dünya Savaşı’na yol açan olayları Avusturya yönetiminin provoke ettiğini iddia eder. Buna göre, Avusturya Veliahdını, Sırplar’ın yoğun olarak yaşadıkları Saraybosna kentine, tam da Sırp milliyetçileri için en önemli gün olan 28 Haziran’da göndermek, sadece ihmalkarlık değil, bir provokasyona zemin hazırlamaktı. Nitekim Veliahda suikast düzenleneceğine yönelik ihbarlar, Avusturya polisince hasır altı edilmişti. Suikast gerçekleştikten sonra Avusturya Macaristan yönetimi, Sırbistan’a bir ültimatom verdi. Bu ültimatomda, Kara El teşkilatı da dahil olmak üzere bütün milliyetçi teşkilatların yasaklanması ve üyelerinin tutuklanması gibi hususlar yer alıyordu. Yine bu ültimatomda yer alan bir maddeye göre, Sırbistan’da radikal milliyetçileri yargılayacak olan mahkemelerde Avusturyalı müfettişler bulunacaktı. Sırbistan yönetimi, bu madde dışındaki bütün konularda Avusturya yönetiminin taleplerini kabul etti. Sadece, mahkemelerde Avusturyalı müfettişlerin bulunma şartını kabul etmedi. Çünkü bu, bağımsız bir devletin kabul edemeyeceği bir şarttı. Sırbistan’ın bu yanıtının hemen ardından, Avusturya, Sırbistan’a telgraf yoluyla savaş ilan etti. O zamana kadar, dünya tarihinde, bir kralın bir başka krala telgraf yoluyla savaş ilan etmesi, görülmüş şey değildi. Bu nedenle, Sırp Kralı Aleksandır, bu telgrafın gerçek olup olmadığını öğrenmesi için Viyana’daki büyükelçisine talimat verdi. Fakat Viyana’daki Sırp elçisinin telgrafı gelmeden, Avusturya topları, Sırbistan sınırını dövmeye başladı. Ardından, birbirlerine savaş açmak için bahane arayan Avrupa ülkelerinin peş peşe savaş ilanıyla, olaylar, dört yıl sürecek bir insanlık trajedisine yol açacaktı.