Prof. Dr.  Aygun Attar Prof. Dr. Aygun Attar

Rus-Türk İlişkileri Perspektifinden Rusya'nın Doğu Anadolu Politikaları

07 Mayıs 2017
“ Rusya bir yandan Balkanlarda Bulgarları, Sırpları, Hırvatları, Yunanları Panslavist ideoloji yolu ile Osmanlı devletinden koparmayı hedeflerken Güney bölgelerindeki Ermenileri dini aynılık, Kürtleri de milliyetçi ideolojinin aşılanması yolu ile Osmanlı ülkesinde karışıklık çıkarmalarını ve hatta olabiliyor ise ayrılmalarını amaçlayan politikalar üretmiştir. „
Rus-Türk İlişkileri Perspektifinden Rusyanın Doğu Anadolu Politikaları

20. yüzyılın ilk iki on yılında Osmanlı devleti oldukça ilginç bir sü­reç yaşamıştır. Bir yandan toplumsal anlamda çeşitli gelişmelere sahne olan Osmanlı devleti, diğer yandan ekonomik ve siyasi an­lamda olumlu ve olumsuz yönleri zor çizilebilen inişli çıkışlı bir süreç geçi­rirken, fikir yaşamında büyük bir gelişme göstermiş, öte yandan da büyük devletlerin sömürge politikalarının bir parçası olmaktan kurtulamamıştır. Çöküş belirtileri gösterdiği son ana kadar toprak ve prestij bakımından dünyanın en büyük devletleri arasında gösterilen Osmanlı devletinin par­çalanmasında rol oynamış siyasi güçlerin başında onunla aynı kaderi eşit zamanlarda paylaşacak olan Rusya İmparatorluğu gelmekteydi. Osmanlı- Rusya ilişkileri aslında Türk-Rus ilişkilerinin bir parçasını oluşturmakta­dır. Türkiye-Sovyet ve Türkiye-Rusya ilişkileri de bu büyük parçanın birer uzantısı olarak günümüzde sürmektedir. Çalışmamız münasebetlerin temel yönlendirici görevini üstlenmiş olan Osmanlı dönemini ihtiva etmektedir.

Rusya’nın doğu politikasında, daha doğrusu Çarlık siyasetinin merke­zinde yer alan Osmanlı, tarihinin belki de en zor sınavını Rusya karşısında vermiştir. Öte yandan Çarlık Rusya’sı dış siyaset açısından en acımasız ve çeşitli politik uygulamalarını da Osmanlı’ya karşı kullanmıştır. Denilebilir ki Rusya, Türk toplumlarına ve Osmanlıya karşı kazandığı siyasi başarıla­rıyla Rusya İmparatorluğu olmayı başarmıştır.

I. Petro, henüz Moskova Knezliği kimliğinden kurtulamayan Rusya’yı 1721 yılında Rusya İmparatorluğu ilan etti. Kendisi de “Sezar” adından bozma “Çar” unvanını aldı. Romanov hanedanın bir ferdi olan I. Pet­ro, Rusya’ya siyasi bir devlet kimliği ve politikası da kazandırmış oldu. Petro’nun en büyük başarısı ise etnik kimliğine ve diline bakılmaksızın çok sayıda eğitimli ve deneyimli ismi devlet idare kadrosuna alarak onları Rus­ya çatısı altında birleştirmesidir. Rusya’da ilk Doğubilimleri Enstitüsü’nün onun döneminde kurulduğu, doğu matbaacılığının temellerinin onun za­manında atıldığı, Türkçe ilk matbu eserlerin onun döneminde ortaya çık­tığı bilinmektedir. Bütün bunların temelinde siyasi bir amaç yatıyordu. Petro döneminde geleneksel Rus politikasında köklü bir değişim yaşandı.[1] Entrikaya dayalı, akrabalık yoluyla tesis edilen gelenekçi Rus devletlera­rası ilişkiler anlayışı yerini coğrafi, topografîk, etnografik çalışmalara bı­raktı. Örneğin, I. Petro’nun emriyle 1715-1718 yılları arasında Hazar’ın güney-batı kıyılan boyunca hazırlanan etnografik ve coğrafi rapor o dö­nem için devletlerin politik idare anlayışında izlediklerin gelişmelere bir ilk teşkil etmektedir. İlginçtir, bu rapor Hazar bölgesinde tampon bir Ermeni devletinin oluşturulmasına hizmet etmekteydi. Buradan da anlaşılacağı gibi Türk-Rus ilişkilerinde Rusya’nın belirleyici taraf olmasının ikinci bir özelliği Rusya’nın bilimsel-politik anlayışı kendi devlet siyasetinin temeline oturtmasıydı.[2]

Üzerinde durulması gereken bir diğer husus ise Rusya’nın dini politik bir araç olarak kullanmasıdır. Din, Rusya için birleştirici bir öğe olmuştur. Ortaçağ boyunca egemen olan ve dönemin bazı Rus aristokratik çevre­lerince özenilen bir kimlik olan Tatar kimliği karşısında Rusya Ortodoks yapısıyla ayakta kalmıştır. Bilindiği gibi Rusya tarihinde “Boyarlar”ın özel bir konumu bulunmaktadır. Boyar, Türkçe yönetici kesimin aldığı bir isim­dir. Bu adı, Altın Orda döneminde Berke’nin devleti İslâmlaştırma poli­tikasını benimsemeyip Müslümanlığı kabul etmeyerek Rus knezliklerinin topraklarına çekilerek burada hem kendilerine verilmiş topraklan idare etmek, hem de kendi dinlerini rahat yaşamak için yerleşmiş Türk-Moğol kesim almaktaydı. Berke, onları devletin merkezinden uzak tutmak için Rus topraklarında diledikleri gibi idare sürmelerine ses çıkarmadı. Ancak zamanla bunlar yerel Slavyan topluluklarla evlilikler kurarak kaynayıp ka­rıştılar. Müslümanlığı kabul etmeyip Rus topraklarında yerleşen bu kesim birkaç kuşak sonra Hıristiyanlık içinde eridiler. Rusya’nın elit tabakasını bu Türk-Moğol-Slav karışımı Hıristiyanlaşmış Boyar çevresi oluşturmak­tadır.[3] Bu Boyar çevresi Slavlarla birlikte Altın Orda’ ya karşı birleştirici öğe olarak Hıristiyanlığı politik bir güç olarak kullandılar. Daha sonra bu Rusya’nın Ortodoksluğun savunucusu olarak ortaya çıkmasında etken olmuştur. Daha sonra buna Panslavizm de eklenecektir.[4]

Dördüncü bir husus ise Rusların doğu, özellikle de Türk-Tatar topluluklarla daha başından içli dışlı olması birbirilerini daha yakından tanımala­rında etken olmuştur. Rusya daha imparatorluk kimliği kazanmadan önce daha çok bu halklarla ticari ve ekonomik ilişki içindeydi. Petro döneminde doğuya duyulan bu ilgi daha da genişledi. İmparatorun emriyle kurulan üniversite ve akademilerde doğu halklarının, özellikle de Türk-Tatar halk­larının dilleri, kültürleri, kimlikleri öğrenilmeye başlanıldı. Bu çalışmalar daha sonra Rusya’nın etnik unsurlar konusunda izleyeceği politikaların alt yapısını oluşturacaktır.

Kabataslak üzerinde durduğumuz bu hususlar Rusya’ya, Osmanlı kar­şısında çağdaş dönemin siyasi avantajlarını kullanması bakımından bir üstünlük sağlıyordu. Rusya bu avantajlarını sonuna kadar kullanacaktır. Özellikle de Osmanlı tebaası Ermeniler ve Kürtler üzerinde.

Rusya'nın Osmanlı’ya Karşı Kullandığı Kürt Kartı

Rusya, Osmanlı devleti üzerinde başarılı olmak için sadece askeri gücünü kullanmıyordu. Askeri çözüm belki de son aşamada üzerinde durulan bir çözüm yoluydu. Ayrıca, askeri çözüm devletler için büyük mali külfetlere yol açıyordu. XIX. ve XX. yüzyılların başında Rusya mali açıdan pek de iyi konumda bulunmuyordu. Özellikle, XX. yüzyıl başlarında İngiltere ve Fransa’dan büyük miktarlarda borçlar almıştı ve bu borçların ödenmesi an­cak 1990 sonrasında mümkün olacaktı. Rus diplomasisi rekabet halinde olduğu devletlerin zayıf yönleri üzerinde yoğunlaşıyordu. Bunların başında da etnik konular gelmekteydi. Rusya zamanında bu politikasını İran’daki Türk Kaçar devletine karşı uygulamış ve başarılı olmuştur. Aynı yöntemi bu defa Osmanlılar üzerinde uygulamaya koydu. Bunun için Rusya temel olarak üç yol izlemekteydi. İzlenilen ilk yol, Osmanlı devleti topraklarında elçilikler ve konsolosluklar açmaydı. XIX. yüzyılın sonlarında Osmanlı’nın bütün doğu eyaletlerinde birer Rus konsolosluğu bulunuyordu. İlginç olan buraların başında bulunanların Doğubilimleri uzmanı kişiler olmasıdır. Di­yarbakır Konsolosu Yakimonisky, Tebriz Konsolosu Bonafiyd, General Loris Melikov, General Babatov, Erzurum Konsolosu A. Jaba, General Korganof, General Paskeviç, Avianov, Rusya Dışişleri Bakanı Sazanof, Rusya’nın Kafkasya Genel Valisi Voronsov-Taşkov, İstanbul Büyükelçisi Giers, Şam Büyükelçisi Şahovski ve Rusya’nın doğu politikasında hizmet eden diğer elçiler, konsoloslar, valiler ve askeri görevliler eğitimli, doğu toplumları hakkında bilgi sahibi, birkaç yerel dil bilen yöneticiler olup, bü­yük bir çoğunluğu da köken olarak Rus veya Slav olmayan kimselerdi.[5]

Rusya’nın izlediği ikinci yol ise bu konsolosluklar bünyesinde Osmanlı devletinin tebaası konumunda bulunan dini cemaatleri, toplulukları, aşi­retleri ve bölgeleri inceleyen araştırmacılar, ajanları barındırmasıydı. Hat­ta bizzat konsoloslar bile bulundukları bölgenin etnik yapısı ve konumu üzerine araştırmalar yapmaktaydılar. Örneğin yukarıda da adı geçen Er­zurum Konsolosu A. Jaba yazdığı “Kürt Halk Türküleri” adlı eseriyle ilk kez Kürt etnik-müziğinin bilimsel temelini atacaktır.[6]

Üçüncü bir yöntem ise bu kesimlerden bazı kimseleri kendi tarafına çekerek onları Rusya’da eğitmek ve kendi halkları hakkında onlara top­lumsal bir hafıza kazandırarak, kendi amaçları doğrultusunda kullanmaktı. XIX. yüzyılda Ermeni milliyetçiliğinin bütün savunucularının Rus ve batı üniversitelerinde eğitim aldıklarını hatırlamak bu bakımdan dikkate de­ğerdir. Ayrıca, bu ülkeler kendi üniversite ve akademilerinin bünyelerinde bu etnik topluluklarla ilgili özel bilim şubeleri oluşturmaktaydılar. Ermeni araştırmaları ve Kürdolojinin bu şekilde ortaya çıktığı bir gerçektir.[7]

İşte Rusya izlediği bu yöntemlerle XIX. yüzyılın sonları ve XX. yüzyılın başlarında kendi amaçları doğrultusunda Osmanlı devletine karşı kullana­bilecek Ermeni ve Kürt kesim üzerinde ciddi bir söz sahibi konumundaydı. Buraya Süryanileri, Asurileri, Yezidileri ve Doğu Anadolu’ya yerleştirilmiş Malakan[8] gibi ayrılıkçı Ortodoks cemaatlerini de dâhil edebiliriz.

Ermeni ve Kürt araştırmaları kurucularının Ruslar olduğu ve dünya si­yasi sahnesine Ermeni ve Kürt sorununu ilk kez Rusların çıkardığı inkâr edilmez bir gerçekliktir. Bugün Rusya Dış Siyaset Arşivi İran ve Türkiye Bölümlerinde korunan on binlerce resmi ve yarı resmi belge, rapor, ki­tapçık ve tutanaklar Rusya’nın bu alanda ne denli titiz ve amaçlı bir ça­lışma yürüttüğünü ortaya koymaktadır. Sovyet döneminde bu çalışmalar daha da ilerletilmiştir. Bu arşivde konuyla ilgili yer alan çok sayıda harita, etnografik ve toponomik bilgiler hâlâ değerini muhafaza etmektedir. Bu­gün Rus arşivlerinde bu alanda en fazla mesai harcayan araştırmacıların Amerikan ve İsrail araştırmacıların olduğunu belirtmek de konumuz açı­sından dikkat çekilmesi gereken bir husustur.[9]

Rusya, Osmanlı devleti içinde ayrılıkçı bir Kürt kimliğinin şekillenmesine XIX. yüzyılın başlarında başladı. Bu dönemde çok sayıda Rus araştırmacı Kürtler üzerinde irili ufaklı çalışma ortaya koymuştur. Bunlar arasında özellikle Kürtlerin tarihi, Kürtçenin grameri, Kürt kimliği, Kürtler ve Yezidiler hakkındaki araştırmalar dikkati çekmektedir. Bir etnik topluluğun kendi kimliğini ve kültürünü bilmesi kuşkusuz onun doğal hakkıdır. Ancak batılı devletler Osmanlı tebaası konumunda olan gerek Balkan halkları, gerek Arap toplulukları, gerekse de Doğu Anadolu’daki azınlık gruplar üzerinde milli kimliğe ilişkin çalışmalarıyla bu toplulukları kendi çıkarları doğrultusunda kullanmışlardır. Söz konusu aynı ayrıcalığı ve hakları kendi egemenlikleri altında tuttukları topluluklara ve halklara vermemişlerdir. Örneğin Rusya, Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilerin haklarının savunuculuğunu yaparken, kendi sınırları içinde yaşayan Ermeniler üze­rinde gerektiği zaman her türlü baskı ve gücü kurmaktan çekinmemiştir. Osmanlı devletinin milletler ve milli konularda pasif kalması da bu büyük güçlerin işine yaramıştır. Geleneksel Osmanlı devlet anlayışı ümmetçilik üzerine kurulduğundan 1910 yılına kadar sadece Ermeni ve diğer halkla­rın milli kimliğini tanıma ve tanıtma şöyle dursun, Türk kimliği dahi hiçbir zaman belirleyici olmamıştır. Müslim ve gayrimüslim kimliğinin belirgin olduğu Osmanlı’da rakiplerinin kendisine karşı uyguladığı etnik politikalar karşısında oldukça başarısız ve çaresiz kaldığı bir gerçektir.

Rusyalı araştırmacıların Ermeni ve Kürtler üzerinde yaptığı bilimsel ça­lışmalarda dikkati çeken bir husus vardır. Gerek Ermeni, gerekse de Kürt kimliğine meşruluk kazandırmak için bunların karşısında, bu toplulukları ortak bir hedefe yöneltecek düşman motifi çizilmektedir. Doğal olarak bu düşman tanımı içine sokulan topluluk da Türkler olmuştur. Bu çalışmaların etkisini Van Konsolosu’nun İstanbul Büyükelçisi Giers’e yazdığı gizli raporunda yer alan şu ifadelerde doğrulamaktadır. Raporda şöyle denilmektedir: “ Başarılı Rus siyaseti sayesinde sadece Ermeniler değil, Kürtler de iki yıl öncesine kadar Osmanlı hükümetine güven duymaktayken, şimdi Türk hükümetine karşı düşman bir tavır içindeler.[10]

XX. yüzyılın başlarında Rusya’nın Osmanlı’ya karşı Kürt kozunu oyna­masında Rus general ve ajanı Avyarov’un raporu oldukça dikkati çekici­dir.[11] Avyarov’un raporundan dikkati çeken en belirgin husus onun geniş bir gözleme sahip olduğudur. Örneğin, müellif Kürtlerin bütün özellikle­rini yansıtmayı başarmıştır. Şöyle der: “Kürtlerde açık bir milli hissiyat yoktur... Bunlarda yalnızca hürriyet, kendi aşiretlerine ve bazen de kendi aşiret başkanı tarafından yerleşen yere bağlılık vardır... ” Bu gibi Ruslar açısından onları bir güç olarak Osmanlı’ya karşı kullanmak için dezavan­tajlara rağmen Avyarov, yine de Rusya’nın Osmanlı’ya karşı Kürt kartını oynamaktan vazgeçmemesini söylemekte ve yapılması gerekenler üze­rinde durmaktadır. Ona göre, Rusya Kürtleri kendi safına çekmek için öncelikli olarak aşiretlerin “güç duydukları saygı” anlayışını kullanmalı­dır. Bunun içinde Kürt aşiret başkanlarında Rusya’nın Osmanlı’dan daha güçlü olduğu duygusu uyandırılmalıdır.

Avyarov’ a göre, Rusya’nın kendi ülkesinden kaçıp Türkiye’ye sığınan şahısların burada Rusya aleyhine yay­dıkları karşıt söylemlerin önüne geçilmesidir. Öte yandan Avyarov’ a göre, Rusya Kürt aşiret liderlerini kazanmak için “rüşvet, hediye ve entrikalara” başvurmalıdır. Yine ona göre, işgal edilecek yerlerde Kürt milis örgütleri oluşturulmalıdır. Avyarov raporunda Şii ve Sünni Kürt ayrımı üzerinde durmayı da ihmal etmemiştir12. Araştırmacı Aygül’ün de belirttiği, Çar­lık Rusya’sından Sovyet Rusya’sına kadar gelinen tarihi süreçte Rus dip­lomasisinde oluşan Kürt politikasının temellerini Avyarov’ un bu raporu atmıştır.[12] Nitekim 1904 yılında Sason, Muş, Van ve 1907 Dersim’ deki Kürt ayaklanmalarının perde arkasında Rusya’nın Avyarov’ un raporunda belirttiği çalışmalar durmaktadır.[13]

Bilindiği gibi, tarihçilik her türlü bilimsel çabayı ve araştırmayı destekle­mektedir. Bu söz konusu Rus ve Avrupalı araştırmacıların Asya’daki etnik unsurlar üzerine yaptıkları çalışmalar için de geçerlidir. Ancak, Kürt ve Er­meni tarihi üzerine Rus ve Avrupalı bilim adamlarının yaptıkları çalışma­larda bir husus dikkati çekmektedir. Örneğin, dönemin Türk toplumları hakkında bilgi veren Avrupalı ve Rus gezginleri, resmi görevlileri ve bilim adamları Türkleri birbirinden ayırmak için her türlü yolu kullanmaktadır­lar. Örneğin, Azerbaycan, Kuzey Irak Türkleri ve Anadolu Türkleri ara­sında o dönemde henüz Türkçe anlaşılabilirlik oranı oldukça yüksek iken, ısrarla Türkler arasında boy, aşiret, dil ve mezhep ayrımlarına dikkat çe­kerek bunların hep uyuşmaz yönlerine vurgu yaparken, aynı “hassasiyeti” veya “bilimselliği” Ermeni ve Kürtler için göstermekten kaçınmaktadırlar. Bu günümüzde de geçerlidir. Oysa Kürt adının bütün Kürt topluluklarına verilmesi ve onların böyle tanımlanması oldukça yeni bir olgudur. Kürt kimliği altında tanımlanan topluluklar bu adı ve tanımı kabul etmemek­tedirler. Örneğin, Dimililer, Kurmanclar tarafından “Zazalar” olarak ad­lanırlar. Dimililer de Kurmanclara “Herewere” adını vermektedirler. Öte yandan Soranlar Kurmanclara “Zebabu” demektedirler. Goranlar, Soran­lardan “Korkora” ve “Wawa” diye söz ederken, Soranlılar da Goranları “Maco Maco” diye tanımlamaktalar. Çağdaş Kürt araştırmacısı ve İranlı Kürt kökenli bir tarihçi olan Mehrdad İzady bile bu gerçeği gizlemeyerek şöyle der: “Bunlar hiçbir zaman kendilerini Kürt, dillerini de Kürtçe ola­rak nitelendirmemişlerdir. Ta ki yakın zamanda Kurmanc yüksek sınıfın kendilerine Kürt, dillerine de Kürtçe olarak nitelendirmesini sağlayan ay­dınlar ve dışarıdakiler (batıklar) tarafından teşvik edilinceye kadar.”[14] Öte yandan bilimsel olarak Rus ve Avrupalı bilim adamları burada bilimsel bir yanlış yapmaktadırlar. Çünkü Goran ve Dimili (Zazalar), dil ve etnik ba­kımdan Kurmanc, Soran gibi Kürt gruplar arasında gösterilemeyecektir. Çünkü bunlar arasında dil, etnik, tarih ve mezhep bakımından farklar bulunmaktadır. Günümüzde bile bunlar arasında temel bir Kürtçe dili bu­lunmamaktadır. Nitekim bir Kürt kimliği inşa etmekten yana olduğunu gizlemeyen İzady bile bu gerçeği inkâr etmeyerek şöyle der: “Kürtler Di­mili, Bahdinani, Soran ve Goran gibi farklı kimliklerle karşımıza çıkar. Bu farklı kimliklerin dilleri arasındaki ilişki, Fransızca ile İtalyanca arasındaki ilişki ya da daha kesin biçimde söylersek Fransızca ile Romence arasında­ki ilişkiye benzer. Tıpkı Fransızca ve İtalyanca gibi artık aynı dilin lehçeleri olarak sınıflandırılmayacak kadar birbirlerinden kopukturlar.” İşte bütün bunlar bir topluma başkaları tarafından kimlik kazandırmanın ne denli tehlikeli ve farklı amaçlara hizmet ettiğini ortaya koymaktadır.

Çarlık Rusyası bu hususları bildiği halde Osmanlı karşısında Kürt poli­tikasını kendi amacı doğrultusunda kullanırken, Osmanlı, Rusya’nın bu yanlışlarını ortaya çıkarmakta oldukça güçsüz kalmıştır. Bu da anlaşılır bir durumdur. Benzer bir bilimsel yanılgı da Ermeni tarihçiliğinde yaşanmak­tadır. Örneğin, bugün bizim Ermenistan Cumhuriyeti’nin resmi dili ola­rak bildiğimiz Ermenice veya Aşhabar dili, günümüzde Ermenilerin ancak okullarda öğrenerek diyalog kurdukları bir “yüksek Ermenice”dir. Oysa bugün bile Ermenistan’da aralarında büyük telaffuz ve şive farklarının bu­lunduğu yedi Ermenice mevcuttur. Bazı Ermeni lehçeleri arasındaki fark söz konusu Türkiye Türkçesi ile Azerbaycan Türkçesi arasındaki farktan daha büyüktür. Ermenileri henüz ortak bir dil çevresinde birleştirmeyen bu farkların gerisinde farklı tarihi süreçlerin ve etkilerin olduğu bir ger­çektir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi gerek politik ve gerekse de bilimsel anlamda savunma psikolojisi içinde olduğumuzdan söz konusu bize karşı yönlendirilen iddiaları kendi içinde irdelemediğimizden bu konuda geniş bir tefekkürden yararlanamamaktayız. Bu kıstaslar eşliğinde de gerek Rus, gerekse batılı bilim adamlarının yaptığı çalışmalar bizim düşünce ve bilgimiz karşısında her zaman kusursuz ve açılmaz olarak kalmaktadır.

XX. yüzyılın ilk on yılında Rusların Kürtler konusunda çalışmalarım ol­dukça genişlettikleri görülmektedir. Osmanlı arşiv belgeleri arasında bu dönemde Kürt aşiret liderlerinin bölgedeki Rus konsolosluklarıyla bağlan­tıları, görüşmeleri ve anlaşmaları hakkında çok sayıda bilgi bulunmaktadır. Örneğin, bu dönemde Rus konsoloslukları ve memurları ile Hayderanlı, Barzan veya Barzani, Takuri ve Bedirhanlı aşiretine bağlı şahısların ve aşiret başkanlarının temasları ve faaliyetleri hakkında geniş bilgilerimiz bulunmaktadır.[15] Belgelerde yer alan bilgilerden anlaşılan şu ki, bu aşi­ret liderleri de Osmanlı’yla kendi aralarındaki sorunun ne olduğunu tam olarak bilmemekte ve buna bir anlam verememekteydiler. Örneğin,   Hayderaî aşireti lideri Hüseyin Paşa ve Takurî aşireti lideri Hüseyin Bey Rus konsolosuyla görüşlerinde aşiretlerinin Rusya’nın etkisi altına girmesin­den endişe duyduklarını beyan etmişlerdir.[16]

Rus konsolosları ve memurları bu aşiretlerle temas kurarak ve bunları liderlerine çeşitli vaatlerde bulunarak onları kendi saflarına çekmeye çalı­şıyorlardı. Bazen de Rus memurları bazı Kürt aşiret mensuplarını kendi ül­kelerinde eğitiyorlardı. Bedirhani aşiretinden olan Abdürrezzak Bedirhani bunlardan biridir. Kendisi Fransızca eğitim almış ve Osmanlı hâriciyesinde tercümanlık yapan üst düzey bir memur olduğu halde Rusya’nın destek ve himayesini görmüş sırasıyla İstanbul ve Tahran’daki Rus konsolosluk­larında çalışmıştır. Rusların özellikle onu seçmesinin bir diğer nedeni ise Bedirhani aşiretinin diğer aşiretler üzerinde etkisinin yoğun olmasıydı. Nitekim bu amaçla 1912 yılında Erzurum’da Kürt aşiretlerinin bir top­lantısı düzenlenmiş, daha sonra da Yezidiler arasında yapılan çalışmalar sonucunda Ruslar Osmanlı’ya karşı savaşlarında onları kendi yanlarında yer almaya zorlamışlardır. Hemen ardından da Kürtler arasında Rus pro­pagandacılığı yapmak için Abdürrezzak başkanlığından bir İrşat Cemiyeti kurulmuştur. Ancak cemiyet kısa sürede kapanınca bu defa da Cihandani cemiyeti tesis edilmiştir.[17]

Rusların Kürtlerle ilgili çalışmalarının Osmanlıyla sınırlı kalmadığını belirtmek gerekir. Nitekim Rusya arşiv belgeleri, Rusların Kürt kartını Osmanlıyla birlikte İran’daki Türk Kaçar devletine karşı oynadığını da görmekteyiz. 1900-1920 yılları arasında Ruslar İran’ın kuzey-batı ve Ho­rasan bölgesinde Kürtleri örgütlendirmeye ve onları kendi çıkarları doğ­rultusunda İran ve Türkiye’ye karşı kullanmaya çalıştıkları bir gerçektir.[18] Anlaşılan, Rusya, Ortadoğu’da egemenliği eline geçirmek için Ermeniler dışında Kürtleri de kendi amacı doğrultusunda “büyük Ortadoğu stratejik ve politik planının” bir parçası haline getirmeye çalışmıştır.

Rusya’nın teşviki ve desteği ile 1910-1915 yılları arasında Anado­lu eyaletlerinde sık sık Kürt aşiret liderlerinin toplantılarının düzenlediği görülmektedir. Bunlardan biri de 1913 yılında Siirt’te gerçekleşmiştir. Bu toplantıda tartışmalar daha da genişleyerek Kürtlerin silahlanması ve Rusya’nın yanında Osmanlı’ya karşı savaşa girmesine kadar daha radikal ve kesin konular üzerinde yoğunlaşmıştır. Nitekim toplantıdan çıkan ka­rar doğrultusunda Abdürrezzak Bedirhani Tiflis’e gönderilmiş ve ayaklan­ma için gereken silah, askeri ve para konularını konuşmak için Rus yet­kililerle anlaşma yapması istenmiştir. Abdürrezzak da söz konusu desteği Ruslardan alarak geri dönmüştür.[19]

Rusların bu çalışmalarına, kışkırtmalarına rağmen Kürt aşiretlerinin büyük bir çoğunluğu Osmanlı devletine sadık kalmışlardır. Hatta Abdürrezzak’ın kendi aşireti bile bir süre sonra onu aşiret mensubiyetinden reddetmiştir. Yine bunun gibi, Dersim’de Rusların teşviki ile çıkan Kürt aşiretlerinin ayaklanmasında o dönemde II. Ordu Komutan Vekili olan Mustafa Ke­mal Paşa, bizzat aşiret liderleriyle temasa geçerek onları kendi taraflarına çekmiş ve Rus propagandalarına kanmamalarını istemiştir. Buna rağmen bazı aşiretler de özellikle 1915-1918 yılları arası Rusya’nın teşviki ve des­teği ile Osmanlı karşıtı faaliyetler gösterdikleri olmuştur. Bu yıllarda Kürtleri Osmanlılara karşı kışkırtanların başında, daha sonra Kürt tarihçiliğinin bilimsel olarak babası sayılacak Urmiye’de Rus konsolosluğu görevinde bulunan Vladimir Minorsky’nin olması oldukça manidardır.[20]

Bütün bunlara rağmen denilebilir ki Rusya, Osmanlıya karşı Kürt kartı­nı oynamakta başarılı olamamıştır. 1917 Devrimi ile de bölgedeki konu­munu büsbütün kaybetmiştir. Ancak Rusya Sovyetleştikten sonra da bu konunun peşini bırakmamıştır. Hatta Sovyet Rusya, Kürtlerin sempatisini kazanmak için Sovyet Azerbaycan’ın Ermenistan’la sınır bölgesinde yer alan Kubadlı bölgesinde 1921 yılında bir Kızıl Kürdistan Cumhuriyeti dahi oluşturmuştur. O dönemde bölgede söz konusu sadece 16.000 kadar Yezidi Kürtleri yaşadıkları halde Rusya burada bir cumhuriyet kurma giri­şiminde bulunmuştur. Oysa o dönemde Rusya içinde cumhuriyet olmak için bir etnik grubun nüfusunun 1 milyonu geçmesi şartı aranmaktaydı. Bu cumhuriyetin de ömrü kısa sürmüş ve bölge daha sonra doğal olarak Azerbaycan’a bağlanmıştır. Rusya Kürt konusunda bir daha Stalin döne­minde geri dönmüştür. 1939-1947 yılları arasında Sovyetler Türkiye’den toprak iddiasında bulundukları sırada bir taraftan da Kürtleri örgütlendir­meyi ihmal etmemişlerdir.[21]

Rusya'nın Osmanlı’ya Karşı Kullandığı Ermeni Kartı

1715 yılından günümüze kadar Rusya’nın Kafkasya ve Ortadoğu’da vaz­geçilmez siyasetinin baş aktörü kuşkusuz Ermeniler olmuştur. Bugünkü Ermenistan ve Ermeni kimliğinin Rus siyasi aklının bir icadı olduğunu söylemek hiç de yanlış olmayacaktır. Ancak Rusya’nın Ermeni siyaseti, dönemlere ve konumuna göre değişkenlik göstermiştir. Aslında Rusya Ermenileri kendi amacı doğrultusunda kullanırken hiçbir zaman Ermeni dostu olmamıştır. Ermeniler de bunun farkında oldukları halde güç de olsa kendi hayallerine ancak Ruslar aracılığıyla ulaşacaklarına inanmışlardır. Çünkü Ermeniler, bir Ermeni coğrafyasının oluşmasında Ruslara her za­man minnet duymaktadırlar ki, bunda da haksız sayılmazlar.

Ermeni sorununa uluslararası boyut kazandıran devlet Rusya olmuştur. Rusya ilk kez 3 Mart 1878 yılında imzalanan Ayastefanos Anlaşması’nın maddeleri arasında Ermenilerle ilgili bir maddeyi koydurmakla Osmanlı’nın siyaset gündemine bu sorunu dahil etmiştir. Böylece, E. Aydoğan’ın da belirttiği gibi, “diplomatik alanda amaçlarına ulaşmışlar ve Ermeni mese­lesini Ruslar yardımıyla dünya kamuoyunun gündemine getirebilmişler­dir.”[22]

Ermeni meselesi aslında ilk kez I. Petro döneminde Rus politikasının bir parçası haline gelmiştir. 1. Petro, 1722 yılında düzenlediği Hazar seferiyle Kafkasya’da tutunmak için merkezi Bakü olmak üzere Hazar’ın batı kıyı­sında bir Ermeni krallığı oluşturmak istemiş ve bu amaçla, bölgeye dağı­lan ve genel anlamda ticaretle uğraşan Ermeni cemaatlerinin bir listesini hazırlayarak Mazandaran’dan başlayıp Derbende kadar olan Azerbay­can topraklarına yerleşmelerine çalışmıştır. Ancak bu başarılı olmamış, Ruslar bu hedeflerine yüz yıl aradan sonra 1828 yılında İran’la, 1829 yılında da Osmanlıyla yaptıkları Türkmençay ve Edirne Anlaşmalarıyla ulaşabilmişlerdir. Bu anlaşmalar gereği Osmanlı ve İran coğrafyasından göç ettirilen Ermenilerden müteşekkil merkezi Erivan olmakla bir Ermeni tampon bölgesi oluşturulmuştur. Ancak 1918 yılına kadar oluşturulan bu tampon bölgede Ermeniler hep azınlık olarak kalmışlardır. Ermenilerin Ermenistan’da çoğunluk olması 1918-1920 ve 1946-1947 yıllarında bölgedeki Türklere karşı yapılan etnik temizlikle mümkün olmuştur.[23]

Ermeniler daha XIX. yüzyılın sonlarına kadar Osmanlı tebaası arasında bulunan ekonomik, kültürel ve sosyal konumlarına göre en iyi konum­da bulunuyorlardı. Millet-i sâdıka olarak tanımlanan Ermeniler ile Türkler arasından söz konusu 1870’lere kadar hiçbir etnik ve siyasi sorun meyda­na gelmemiştir. 1882 yılı sayımına göre, Türkiye’nin doğusunda oturan 2.903.514 nüfusun sadece 540.396 Ermeniler oluşturmaktaydı. Bunlar da genelde birbirileriyle toplumsal bağları kopuk olan üç gruba ayrılmışlar­dı: Gregoryan, Katolik ve Protestan. Genelde Erzurum, Bitlis, Van, Diyar­bakır, Sivas ve Mamüratülaziz eyaletlerinde meskunlardı. Nitekim daha sonra Ermeniler iddialarında bu eyaletlerin tamamını talep edeceklerdir. Bu eyaletlerin toplam yüzölçümü ise 252.100 km2 buluyordu. 1917 yılında ise Kafkasya genelinde toplam 622.006 Ermeni yaşamaktaydı. Lalayan’ın verdiği bilgiye göre, 1918 yılında Kafkasya ve Anadolu’da ya­şayan Ermenilerin toplam sayı 1 milyon 200 bini buluyordu.[24]

Ermeni sorunu ve olayları geniş tartışıldığından biz burada belli başlı ko­nular üzerinde duracağız. Bunlardan en önemlisi “soykırım” iddiasının Er­menilerin iddia ettikleri tarih olarak 1915 yılından önce siyasi bir söylem olarak Rusya tarafından ortaya atıldığıdır. Bu çok önemli bir konu olup üzerinde pek fazla durulmamıştır. Daha ilginci Rusların Kürtleri de böyle bir iddia ile kendi saflarına çekmeyi denemeleridir. Genelkurmay Baş­kanlığı Askeri Tarih ve Strateji Etüt Daire Başkanlığı Arşivi’nde yer alan belgeler arasında bu iddiaların Ruslar tarafından Anadolu’daki Ermeni ve Kürtler arasında yayıldığı ve bu söylentilerle söz konusu toplumlar üzerin­de bir dehşet uyandırılmak istendiği, Ermeni ve Kürtleri “Türk zulmü” ile korkutarak onları kendi yanlarına çektikleri hakkında bilgiler yer almakta­dır. Söz konusu belgelerin birinde Rus memurlarının ve ajanlarının Erme­ni ve Kürt yerleşimleri arasında dolaşarak daha 1915 yılından çok önce Ermeniler ve Kürtler üzerinde Türklerin mezalim uygulayacağı söylentile­rini yaydıklarına dikkat çekilmektedir.[25]

Buradan anlaşılan “soykırım” ve “mezalim” gibi söylentiler iddia edilen olayların gerçekleştiği çok daha önce Rusya’nın Osmanlı’ya karşı bir siyasi baskı ve parçalama politikası olarak siyasi literatüre kazandırılmıştır. Ermeni tehciri denilen girişim ise bu söylentiye sadece “hukuki” ve “tarihi” bir görünüm kazan­dırmaktan ibarettir. İleriki araştırmalarda bu konunun üzerinde daha geniş durulması gerektiği kanısındayız. Nitekim bu olayın Rusya kaynaklarınca da destekleneceği bir gerçektir.

     Doğal olarak Rusya, Ermeniler üzerinde söylentiler yoluyla bu türden baskılar oluşturarak onların desteğini kendi safına çekmeye çalışıyordu. Üzerinde durulması gereken bir diğer husus ise I. Dünya Savaşı yıllarında Ermeni askeri birliklerinin ve çetelerinin Ruslar tarafından örgütlenerek Osmanlıya ve Türklere karşı kullanılmasıdır. Kaynaklar, Anadolu’daki Rus cephe çizgisinin gerisinde Ermeni birliklerinin Ruslar tarafından nasıl örgütlendirildikten, silahlandırıldıkları ve talim verildikleri hakkında bilgiler sunmaktadır. Bu bilgilere göre, Ruslar Muş, Van ve Bitlis’ten gelen 6.000 ila 8.000 arasında adama sahip Ermeni çetesini Kağızman yöresinde top­ladılar, onları örgütleyip talimat verdikten sonra da Türklere karşı hareke­te geçirdiler. Yine 6.000 kişilik bir Ermeni silahlı grubu Iğdır’da Ruslarca eğitildikten sonra cepheye ve Türklere karşı sürülmüştür. Hatta belgele­re göre Sivas’ta 30.000 kişilik bir Ermeni askeri gücü bulunmaktaydı ki bunların 15.000’i fiilen Ruslarla birlikte savaşa katılmıştır.[26] Bu bilgiler, Anadolu’daki Ermeni çetelerinin resmen Rusya ile birlikte Osmanlı'ya karşı fiilen savaştığını göstermektedir.

Üzerinde durulması gereken bir diğer olay ise 1915 tehcirinin Osmanlı devleti için bir zorunluluk teşkil etmesiydi. Zira, Rus ve Ermeni birliklerinin oluşturduğu çeteler sonucunda 1914-1922 yılları arasında Müslümanla­rın kaybı %18’i, yani 2.5 milyonu buluyordu. Bu rakam Ermenilerin fi­ili olarak etkide bulundukları Bitlis, Van ve Erzurum’da %62’nin, yani 612.610’un üzerindeydi. Ermenilerin katlettiği ve tamamına yakınını sivil halkın oluşturduğu bu kayıp tehcire tâbi tutulan Ermeni nüfusundan faz­laydı.[27]

Bir diğer husus ise, Ermeni tarihçilerinden Vahakn N. Dadriyan’m da belirttiği gibi, Ermeni tehcir fikrinin Osmanlı yöneticilerinden değil Al­manlardan çıkmasıydı. Nitekim dönemin Alman elçisi Baron Von Wangenheim, bu tehcir yasasını onayladığı ve “savaş döneminde alınacak her türlü önlemi mubah” saydığı bilinmektedir.[28]

Ermeni nüfusunun kaybı konusunda üzerinde durulması gereken bir önemli noktaya ise Lalayan’ın dikkati çekmiştir. Lalayan’a göre, 1918 yılında Taşnaksütyun’un yönetimi altında olan Ermenilerin toplam nüfusu 1 milyon 200 bini bulmaktaydı. 1920 yılında ise bu sayı 774 bine inmiş­tir. Söz konusu kayıp Taşnaksütyun yönetiminin izlediği politikalar sonu­cunda ortadan kalkmıştır. Ona göre bu yıllarda Ermeni nüfusu %22, yani 184,5 bin, Azerbaycan Türklerinin nüfusu %77, yani 200 bin, Kürtlerin nüfusu ise %98, yani 20 bin azalmıştır.[29]

Anlaşılacağı gibi, kaynaklar Ermenilerin Ruslar tarafından Osmanlı dev­letini parçalamak için bir piyon olarak kullandığı gerçeğini ve Ermenilerin de “Büyük Ermenistan” uğruna bu oyuna sadık kaldıklarını ortaya koy­maktadır.

Sonuç

Görüldüğü gibi, Rusya, Osmanlı devletini parçalamak için askeri, dip­lomatik, siyasi baskılar dışında Osmanlı içindeki etnik yapıları da kendi amacı doğrultusunda örgütleyerek kullanmaktan kaçınmamıştır. Osman­lının bu baskılara karşı aldığı önlemler ise bir kendini savunma ve meşru müdafaa boyutunda kalmaktadır. Bu da bize, eğer bir Ermeni sorunundan söz edilecekse, bu sorunun kuramcıları olan güçlerin amaçlan ve hedefleri üzerinde durulmalı öngörüsünde bulunmak hakkını vermektedir.

1930 yılında Türkiye’de faaliyet gösteren Sovyet istihbarat görevlile­rinin -aslı Moskova’da GPU (Devlet Güvenlik Komitesi), bir kopyası da Bakü’de- gönderdiği bir belgeyi bu çalışmanın sonucu niteliğinde burada tanıtmakta yarar görmekteyim. Belge, 2 Ekim 1930 yılında Ermeni Taş­naksütyun Partisi Türkiye kanadının İstanbul’da yaptığı gizli bir toplantının içeriğini aydınlatmaktadır. Toplantı, Papurin denilen birinin evinde gizlice gerçekleşmiştir. Toplantıda Tahran, Paris ve Cenevre’de bulunan Taşnaksütyun parti kanatlarından gelen mektupların okunmasıyla başlayıp çeşitli konuların tartışmasıyla sürmüştür. Tartışmaların birinde Türkiye’de “Ermeni soykırımı’’ anlayışını güçlendirmek ve bu görüşlerin Türk kamuo­yunda yer almasına çalışmak için yapılacak çalışmalar üzerinde durulmuş­tur. Bunların başında bu konuda ufak çaplı çalışmalar yapmak, bunların pek kuşkulandırıcı olmaması kaydıyla gazetelerde ve bazı dergilerde yer almasını sağlamak, bu görüş çerçevesinde örgütlenmek, Türkiye’deki bazı muhalif kesimlerle yaklaşarak onlara bu görüşü aşılamak ve en önemlisi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile bu konuda bir uzlaşıma varmak gibi görüşler gelmekteydi.[30]

[1] Bkz. 1. Golikov, Deyaniya Petro Velikogo, (Moskova 1848), t. XVIII.

[2]  Konuyla ilgili Rusya’nın yaptığı bu tarz çalışmaların tamamı Butkov’un eserinde toplanmıştır. P.G. Butkov, Materialı dlya nouoy istiorii Kaukaza, s 1 722-1803 gg, (St. Petersburg 1823), ç. I-III.

[3]  Bunun tipik bir kanıtı bütün ünlü Rus asilzade ailelerinin taşıdıkları Türkçe soyadları teşkil etmektedir. Bu konuda geniş bilgi için bkz. N.A. Baskakov, Russkie familii tyurskogo proishojdeniya, (Moskva 1979); A. Gafurov, Imya i istoriya, (Moskva 1987).

[4]  Rus tarihçiliğinde bu konuya dikkat çeken ilk tarihçi Gumilev olmuştur. Bkz. Gumi­lev L. N. Eski Ruslar ve Büyük Bozkır Halkları, Türkçeye çev. A. Batur, (İstanbul 2003), c. II.

[5]  Konuyla ilgili bkz. S. Akgül, “Doğu Anadolu’da Osmanlı-Rus Rekabeti ve Kürtler". Osmanlı, (Ankara 1999), s. 540; Başbakanlık Osmanlı Arşivinde DH-ŞFR, 40/174’de yer alan bir belge şu ifadelerle başlamaktadır: “Kafkasya Vali-i Umumisi tarafından gönderilen Türkçe ve Kürtçeye aşina bazı Rus memurları...” Bu Osmanlı aleyhinde Rusya'nın bölgeye casuslar gönderdiğini ortaya koymaktadır.

[6]  Rohat, Kürdoloji Biliminin 200 Yıllık Geçmişi (1787-1987), (İstanbul 1992), s. 85 ved.

[7] Rohat çalışmasının bir yerinde şöyle demektedir: “Kürdoloji bir bilim olarak Rusya’da doğdu, gelişmeye başladı. Böylece Kürdolojinin ana vatanı Çarlık Rusya’sı oldu”, a.g.e., s. 95.

3 1877-1878 Rus-Osmanlı savaşının ardından Rusya Türkiye'nin doğusunda ele ge­çirdiği bölgelere Ortodoksluk içinde merkezi yönetim karşıtı olan Rus mezheplerine bağlı kesimleri yerleştirmeye başlamıştır. Bunlar arasında Malakanlar özellikle dikkati çekmektedir. Ayrıca bkz. Degoev V, Bolşaya Igra na Kaukaze: istoriya i souremen- nost, (Moskva 2003), s. 335-336.

9 Konuyla ilgili merkezi Tiflis’te bulunan Gürcistan Devlet Arşivinde de çok sayıda belge ve bilgi bulunmaktadır. Özellikle, Rusya'nın Doğu Anadolu bölgelerine yerleş­tirdiği Malakanlarla ilgili burada değerli belgeler yer almaktadır.

[10] M.J. Somukian, Empires in Conflict: Armenia and the Great Powers: 1895-1920, (New-York 1995), s.51

[11] Söz konusu rapor Türkçeye tercüme edilmiştir. Bkz. Avyarov, Osmanh-Rus ve Iran Savaşlarında Kürtler (1801-1900). çev. M. Varlı (Hako Xgnî), (İstanbul 1995).

[12] Aygül, a.g.e., s. 546.         

[13] Avyarov, a.g.e., s. 148-152

[14] Konuyla ilgili geniş bilgi için bkz. Mehrdad R İzady, Bir El Kitabı Kürtler, Türkçeye çev. C. Atila, (İstanbul 2004); ayrıca bkz. Ş. Üşümezsoy, Kürt “Kim” liği, (İstanbul 2005).

[15] BOA, DH-ŞFR, 42/82’DE Barzan şeyhinin efrenci Ağustos 19’da Hoy’daki Rus konsolusuyla görüştüğü yer almaktadır.

[16] BOA, DH-ŞR, 40/151.

[17] Bkz. V.F. Güven, Türkiye’de Siyasi Kürtçülük Hareketleri (1923-1995), (Ankara 1999), s. 63; Akgül, a.g.e., s. 78-81; E. Aydoğan, İttihat ve Terakki’nir Doğu Politikası (1908-1918), (İstanbul 2005), s. 184-185.

[18] Bu konuda geniş bilgi için bkz. Arhiv Vneşney Politiki Rossiyskogo İmperii (AVPRİ), F. 147: Sredneaziatskiy stol, Doneseniya iz Meşheda, Hoy, Tabriz, Maku; ayrıca F. 194 - Missiya v Persiya; Ayrıca bkz. GARF: Gosudarstvennıy Arhiv Rossiuskoy Federatsii, F. 559 - A. P. îzvolskiy; F. 568 - Fond V. N. Lamsdorfa; F. 730 - Fond N. P. ¡gnateva; F. 5402 - Fond M. P. Pavloviç.

[19] Akgül, a.g.e., s.78; Aydoğan a.g.e., s.184

[20] M.Rişvanoğlu, Saklanan Gerçek: Kurmançlar ve Zazaların Kimliği, (Ankara 1994), c.II, s.653

[21] Konuyla ilgili bkz. C. Hasanlı, SSRt - Türkiye Sovug Öüharibenin Sınag Meyda­nı, (Bakı 2005).

[22] Aydoğan, a.g.e., s. 235.

[23]Konuyla ilgili geniş bilgi için bkz. GARF: Gosudarstvennıy Arhiv Rossiykoys Federatsii, Fond 9401, Liste 2, Dosya 97; J. McCarthy, Ölüm ve Sürgün, Türkçe çev. B.Umar, (İstanbul 1998), s.201-206; C. Hasanlı, a.g.e., s.372-412; V.Arzumanlı- N. Musrafa, Tarihin Kara Sehifeleri, (Bakı 1998)

[24] Mansurov A, Belıe pyatna istorii perestroyka, Bakı 1990, s.161.

[25] Genelkurmay Başkanlığı Askeri Tarih ve Strateji Etüt Dairesi Bakanlığı Arşivi, Dlp. 104, K.129, D.601, F.29-1.

[26] McCarthy, a.g.e., s.204.

[27] Aynı eser

[28] V.N. Dadrian, The History of Armenian Genoside. Ethnic Conflict from the Balkans to Anatolia to the Caucasus, (Oxford 1995), s.256-257

[29] SSCB Bilimler Akademisi Tarihi Eserleri, Ed. B. D. Grekov, Moskova 1938 kitabı içinde A.A. Lalayan’ın “Taşnaksütyun partisinin karşı-devrimci faaliyetleri”.

[30] Azerbaycan Milli Savunma Bakanlığı Arşivi, Dosya No:2, varak 118-119.

 

Yorumlar