Türkçede guzel bir deyim vardır; "Komşu komşunun külüne muhtaçtır" diye....
Evet öncelikle yapılması gereken bölge ülkeleri arasindaki işbirliği ve ticaretin geliştirilmesidir. Diğer bir konu da karşılıklı önyargıların kaldırılması icin çaba harcanmasıdır...
devamı....
24 Nisan 1877’de Rus Ordusu Tuna’yı geçerek İstanbul’a yönelir. Ancak bu sıradan bir savaş değildir. Savaştan askerlerden çok siviller etkilenir. Omlet yemek isteyen yumurta kırmayı bilmelidir diyen Çerkasky’nin de belirttiği üzere bir yaşanan bir “ırk imha”, yani soykırım savaşıdır. Bunun böyle olduğunu rakamlar da doğrular. Yüz binlercesi katledilir yüz binlercesi de sürülür. Amerikalı tarihçi Justin Mc Carthy’ye göre 1 milyon 253 bin Türk, doğduğu topraklardan göç ettirilir. Nedim İpek’e göre ise sayı 1 milyon 243 bindir.
1878 kışında savaşın kaderi belli olur. Rus ordusu İstanbul’un kapılarına dayanır. 3 Mart 1878’de Ayastefanos anlaşması imzalanır. Ancak hemen ertesi gün, yani 4 Mart 1878’de ilginç bir gelişme ve olay yaşanır. Müslümanlar yani Türkler nüfusun % 90’ını oluşturdukları Rodoplarda, anlaşmayı protesto ederler ve direnişe geçerler. Ayrıca Ahmet Aga Tımirski önderliğinde günümüzde Kırcaali ile Stanimaka (Asenovgrad) arasında bulunan Karatarla (Çerna Niva) köyünde demokratik bir hükümeti hayata geçirirler. Hükümet, 1886’ya kadar başarıyla varlığını sürdürür. O kadar ki, bu hükümet ve direniş sayesinde, başta Ropçoz (Tımraş ve çevresi) ile Kırcaali çevresindeki Müslümanlar ve Türkler, Osmanlı Devleti’nin bir parçası olarak kalma hayallerini gerçekleştirirler. Fakat acılar ve sorunlar bitmez. Çünkü tüm Balkan halkları ve devletleri, Sofya Kliment Ohridski Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Lübomir Georgiev’in, “Balkan ülkelerinin garip özellikleri vardır. Genellikle her Balkan ülkesinde azınlık durumunda olan etnik bir grup bulunmaktadır. Fakat aynı zamanda bir sınır komşusu da bu azınlığın kendi siyasi devletidir. Yine Balkan ülkelerinde olan tarihi bir ilke de Megalo İdea fikridir. Yani her ülke etnik soydaşlarının yaşadığı toprakları anavatana isteyerek veya istemeyerek ilhak edebilmek için gayret göstermiştir ve bunu ilan etmiştir. Ve buradan da Büyük Bulgaristan, Büyük Sırbistan, Büyük Arnavutluk, Büyük Yunanistan idealleri ortaya çıkmıştır. Genellikle, Balkanlarda biz hep büyüğüz, o kadar büyüğüz ki, hep bunun iddiasında bulunuyoruz” sözünde de olduğu üzere olduğu üzere hep emperyalist amaçlar peşinde koşmuşlardır. Ancak amaçlar ve yapılanlar salt bununla da sınırlı kalmamış aynı zamanda etnik açıdan homojen (türdeş) bir ulus devlet oluşturmak için ne gerekirse yapılmıştır. Bu amaçla azınlıklar katledilmiş, sürülmüştür. Balkan Savaşı’nda bu duygu, düşünce ve amaçlar zirve yapmış ve buna bağlı olarak Balkanlar, ırkçı söylemin korkunç saldırıları altında insanlık dışı olaylar yaşamıştır. En korkunç darbeyi Türkler yemiş, yaklaşık 250 bini doğdukları topraklardan sürülmüş bir o kadarı da yaşamını yitirmiştir.
Balkan Savaşı’nda başta Bulgarlar ve Yunanlar olmak üzere pek çok Balkanlı halk da büyük sıkıntılar ve acılar yaşamıştır. Çünkü etnik açıdan türdeş ulus yaratmak isteyenlerin tek hedefi başta Türkler olmak üzere bir Yunan askerinin 11 Temmuz 1913’te yazdığı mektubunda da belirttiği “Bu savaş çok acılı oldu. Bulgarların terk ettiği bütün köyleri yaktık. Onlar Yunan köylerini yakıyor biz de yakıyoruz. Bu kaypak milletten elimize düşenlerin hakkından Mannlicher tüfekleri geldi. Negrita’da ele geçirdiğimiz 1200 esirden 41 tanesi sağ kaldı. Bu ırktan geriye bir kök dahi bırakmayacağız” sözünde de olduğu üzere kendilerinden olmayan her halk olmuştur.
Peki, başta Balkan Savaşı olmak üzere, daha sonra da sürdürülen düşmanlık ve kamplaşma kimin işine yaradı. Bu düşmanlıktan kim karlı çıktı? Sorun olarak görülen azınlıklar konusu çözüldü mü?
Tüm bu sorulara verilecek tek bir yanıt bulunmaktadır. Balkan ülkeleri arasındaki düşmanlık, Balkan coğrafyasındaki hiçbir ülkeye ve halka yaramamıştır. Ne azınlık sorunları halledilmiş ne de büyük hayaller gerçekleşmiştir. Bu politikalar sonucu gerçekleşen tek şey, Balkanların her açıdan Avrupa’nın en geri bölgesi olarak kalması olmuştur. Gelinen bu noktada yapılması gereken, artık geçmişten ders çıkarıp, yeni bir başlangıç yapmaktır. Türkçede güzel bir deyim vardır; "Komşu komşunun külüne muhtaçtır" diye....
Evet öncelikle yapılması gereken bölge ülkeleri arasindaki işbirliği ve ticaretin geliştirilmesidir. Diğer bir konu da karşılıklı önyargıların kaldırılması icin çaba harcanmasıdır. Bunun için de yapılması gereken geçmişte yaşamayı bırakmaktır. Ancak yok saymak değil. Olması gereken Antonina Jelyazkova'nın da edigi gibi geçmişi doğru öğretip, gecmisten ders çıkararak sağlıklı bir gelecek kurmaktır.