Kıbrıs adası Anadolu’nun ayrılmaz bir parçasıdır.
Bununla beraber aşırı milliyetçi duygu ve düşüncelerin ve saplantıların dış siyasetin yürütülmesinde ve diplomaside tehlikeli sonuçları olduğunu bildiğim için şunu ifade etmekle yetineceğim yetineceğim:
Beni heyecanlandıran ve duygulandıran fotoğraf, Kıbrıs konusunda doğal siyasî çözüm şeklinin, Türkiye Cumhuriyeti’nin Torosların zirvesindeki şanlı ve şerefli al bayrağı ile Girne Beşparmak dağlarının tepesindeki bağımsız ve egemen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin şerefli bayrağının birbirine bakarak ve birbirini selâmlayarak ebediyen dalgalanmalarını sağlayacak bir çözüm şeklidir.
20 Temmuz 1974 Barış Harekâtımız doğal çözümün alt yapısını çeşitli veçhelerden oluşturmuştur.
Bu sebeple öncelikle doğal çözüme elverişli bir müzakere mekanizması oluşturulmalıdır.
Müzakere süreci 1960 “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin” “iki toplumu” arasında değil, Ada’da var olan bağımsız ve egemen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile bağımsız ve egemen “Kıbrıs Rum Devleti” arasında eşit statü ve düzeyde cereyan etmelidir.
Müzakerelerin sonunda bağımsız ve egemen iki Devlet:
Ya, KKTC Anayasası’nın ayrılmaz parçasını oluşturan Bağımsızlık Demeci’nde uzlaşı için bir seçenek olarak zikredilen “gerçek federasyon” üzerinde anlaşırlar;
Ya Konfederal yapı içinde iki bağımsız ve egemen Devlet nitelikleriyle yan yana yaşamaya karar verirler;
Ya da iki bağımsız ve egemen devlet arasında, dostluk, iyi komşuluk, güvenlik ve işbirliği Anlaşması veya Antlaşması yaparak hudutları belli iki ayrı Devlet olarak varlıklarını sürdürürler.
Benzer anlaşmalar ikili veya çok taraflı olarak Türkiye ve Yunanistan ile de yapılır. İngiltere’nin Ada’daki “egemen” üsleri dolayısıyla bu anlaşmalar İngiltere ile de aktedilebilir.
Her üç seçenekte de Türkiye Cumhuriyeti’nin – her bir seçeneğe uygun şekil ve ölçüde - “fiilî” (asker bulundurma) ve “etkin” (gerektiği zaman kullanılabilir askerî müdahale hakkı) hak ve yetkileri olmalıdır. ( İstiyorlarsa Yunanistan ve İngiltere de garantörlük statülerini sürdürebilirler.)
“Gerçek Federasyon” kavramından ne anlaşılmalıdır?
Buna ilişkin anlayışı, en son olarak Türkiye Barolar Birliği’nin geçtiğimiz Eylül ayında düzenlediği “Kıbrıs” Paneli’nde sunduğum Bildiri ile olmak üzere, çeşitli vesilelerle ifade etmiştim. Yeniden paylaşıyorum:
■ “Gerçek federasyon” BMGS'nin, 1990 yılında tarifini yaptığı ve BM Güvenlik Konseyi'nin de benimsediği “eşitlik” kavramı esas alınarak sözde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasasının tadili suretiyle ortaya çıkarılması hedeflenen sözde federal yapı değildir.
■Kıbrıs için “gerçek federasyon”, Ada'da var olan iki bağımsız ve egemen Devlet arasında egemen eşitlik temelinde müzakere edilen ve kurulmasına iki halktan her birinin egemen iradesiyle ayrı ayrı karar verdiği yeni bir ortaklık devletidir. Böyle bir eşit ortaklık yapısında egemenliğin eşit olarak iki halktan kaynaklandığı kabul edilmelidir. İki bağımsız ve egemen Devlet belirli yetkilerini federal merkezî hükûmete devretme hususunda anlaşmalıdırlar.
■KKTC’nin kuruluşunu ilân eden Bağımsızlık Bildirisi'nin 22. Maddesi’nin lâfzının ve ruhunun gerçek anlamı budur.
■Bu çerçevede Kıbrıs Türk halkının Bağımsızlık Bildirisi'nin KKTC Anayasası'nın ayrılmaz bir parçası hükmünde olduğunu vurgulamak gerekir. Anayasa'nın "Başlangıç" bölümünde Kıbrıs Türk Halkı'nın "Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Kurucu Meclisi'nin yaptığı .... Anayasayı, 15 Kasım 1983 tarihinde kurulan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Anayasası olarak kabul ve ilân ederken" güttüğü amaçlardan birinin de "Bağımsızlık Bildirisini yaşama geçirmek" olduğu ifade edilmiştir.
Kıbrıs Türk Halkının Bağımsızlık Demeci “Kıbrıs sorununun” tarihi gelişimini, Kıbrıs Türk halkını bağımsız devlet ilân etmeğe sevkeden sebepleri ortaya koyan ve Ada’da kalıcı barış, sükûnet ve güvenlik ortamının yaratılmasını sağlayacak çözüm şekline ışık tutan yol gösterici tarihî bir belgedir. Bildiri’nin KKTC’ni her vatandaşı ve özellikle Kıbrıs konusunu ele alan ve yöneten siyasetçiler ve bürokratlar tarafından iyi okunması ve bilinmesi ve atıfta bulunulması gereken temel bir belge olduğu kuşkusuzdur.
KKTC halkının ve yönetiminin anlaşma ve barış için istekli ve irade sahibi olduğunu kanıtlamaya çalışmasına, kanaatimce lüzum kalmamıştır. Müzakere sürecinin akışı içinde bu istek ve irade çok çeşitli vesilelerle ortaya konulmuştur.
12 Şubat 1977 Denktaş – Makarios 4 Nokta Anlaşması merhum Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın Makarios’a yazdığı 9 Ocak 1977 tarihli mektubun neticesi olarak gerçekleşmiştir.
BMGS tarafından 1984 Kasım’ında ve 17 – 20 Ocak 1985’deki Denktaş – Kyprianou New York Zirvesi’nde sunulan “Anlaşma Ön Taslağı’nı” Denktaş kabul etmiş; Kyprianou reddetmiştir. 29 Mart 1986 “Çerçeve Anlaşma Taslağı’nı” yine Rum tarafı kabul etmemiştir. Nihayet 24 Nisan 2004 referandumunda “ANNAN Plânı” denen Antlaşma’yı KKTC halkı kabul etmiş, Rumlar reddetmiştir. Bu olgular Uluslararası resmî ve kamuoyu çevrelerinde kayda geçmiştir.
Bunlar Rum tarafının çözümü reddeden tutumlarının birkaç örneğidir.
Türk tarafının 2004 tecrübesinden sonra da Kıbrıs’ta BMGS’nin iyi niyet görevi çerçevesinde ve BM parametreleri temelinde çözüm peşinde aktif biçimde koşması fuzuli bir çaba olmuştur. Bu çabanın özellikle 11 Şubat 2014 Çerçeve mutabakatına dayanılarak 2015’den itibaren federal çözüm için aşırı bir heves ve hayalcilikle sürdürülmesi, Türk tarafının pozisyonlarını aşındırmış; zamansız ve zeminsiz toplanmasına rıza gösterdiğimiz Cenevre Konferans süreci ile de, uluslararası plânda, Kıbrıs ihtilâfı sanki 1960 Garanti ve İttifak Antlaşmalarından ve bunlara dayanarak Ada’da bulunan Türk askerî varlığından müteşekkil bir sorunmuş kanaati uyandırılmıştır. Sonunda, bir AB üyesi ülkenin eski Başbakanı olan BMGS Guterres taraflara içinde “1960 garanti sisteminin günümüzde sürdürülemez” hükmünün de yer aldığı fikirlerden oluşan sözde bir belge sunabilmiştir.
Artık günümüzde Türk tarafında siyasî kadroların Barış ve çözüm için iradelerini belli etme amacıyla “iki devletli çözüm dahil tüm çözüm alternatiflerinin masada olması” şeklinde çağrılarda ve önerilerde bulunmasına, görüşüme göre lüzum yoktur.
Bu yaklaşımlar Türk tarafının pozisyonunu aşınmasına, Türk tarafının sonunda sakat çözümleri kabul etme durumunda kalmasına yol açar. “Tüm çözüm alternatiflerinin içinde en güncel belge olarak “Guterres” düşünceleri de vardır. Bunların neler içerdiğini de biliyoruz. Diplomasi masasında bunların ortalamasından “Türkiye’nin etkin ve fiilî garantisinin devam ettiği iki bağımsız ve egemen devletli bir çözüm şekli” çıkabilir mi?
“Tüm çözüm alternatiflerinin masada” olduğu bir diplomaside, ortaya “iki devletli” çözüm şeklinin çıkması mümkün değildir. “Tüm çözüm alternatiflerinin içinde çıksa çıksa, 2004’de ANNAN Plânı’nda olduğu gibi, açıkça “iki kantonlu veya iki eyaletli” olan çözüm şekli, anlaşmada kullanılan “state” kelimesi Türkçe’ye “eyalet” değil kasten “devlet” olarak tercüme edilerek halka “iki devletli” çözüm olarak takdim edilen “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin” temeli ve çatısı altında bir yapı ortaya çıkar.
“Egemen eşitlik temelinde” çözüm çağrısı da yeterli değildir. 24 Nisan 2004 referandumu niteliğindeki bir referandumun da “egemen eşitlik” uygulaması olarak takdim edilmesi mümkündür. Nitekim ANNAN Planı’ndaki referandum böyle yorumlanmıştır.
Artık Türk tarafı sadece “Türkiye’nin etkin ve fiilî garantisinin devam ettiği iki bağımsız ve egemen devletli” çözüm seçeneklerini görüşmek için, yeni şekil ve şartlarda ve “terms of reference” içinde kurulacak bir barış masasına oturabileceğini açıklamalıdır.
“Kıbrıs Türkü’nün hedefi Avrupa Birliği içinde yer almaktır” şeklindeki söylemler de yanlıştır ve sakıncalıdır.
Düşünceme göre “Kıbrıs Türk’ü” kavramı Kıbrıs’ın İngiltere’nin hakimiyeti altında olduğu dönemde kullanılan bir kavramdır. O dönemde Kıbrıslı Türkler İngiliz tebaasında oldukları için onları nitelemek için günlük dilde “Kıbrıs Türk’ü” denilebiliyordu. Kıbrıslı Türkler 1960 Anayasası’nda “Kıbrıs Türk Toplumu” oldular. Tabiî kendilerini kasten “azınlık” olarak niteleyen çevreler de vardı. Şimdi artık bağımsız ve egemen KKTC’nin çatısı ve güvencesi altında KKTC’nin vatandaşları olarak “Kıbrıs Türk halkı” statüsüne sahiptirler. Uluslararası hukukta bağımsızlık ehliyetine sahip olanlar “halktır”. Kıbrıs Türk Halkının Bağımsızlık demecinde ifadesini bulan irade de “Kıbrıs Türk Halkı’nın” iradesidir.
Ayrıca, herhangi bir niteleme yapılmadan “Kıbrıs Türkü’nün hedefi Avrupa Birliği içinde yer almaktır” denildiği takdirde, ANNAN Plânı çerçevesinde olduğu gibi, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin halen devam eden üyeliği içinde “Kıbrıs Cumhuriyeti’ne yamanarak” AB’ne katılma seçeneği de söz konusu olur. Diplomaside hedefler doğru söylemlerle ifade edilmelidir.
Uygun söylem “KKTC’nin halkının hedefi AB’ne tam üye olmaktır” şeklindeki ifadedir.
Ancak bu konuda şu hususlar da dikkate alınmalıdır:
1. Kıbrıs Türk Halkı’nın AB’ne tam üyelik konusundaki iradesi demokratik yoldan belirlenmiş midir? Yani münhasıran bu konuda bir referandum yapılmış mıdır?
2. KKTC halkı ve Hükûmeti Türkiye AB’ne tam üye olmadan KKTC’nin AB’ne tam üye olmasını istemekte midir?
6 Mart 1995 tarihinde Brüksel’de yapılan Türkiye – AB Ortaklık Konseyi toplantısında Türkiye ile AB arasında Gümrük Birliği kararı alınmıştı. O toplantıda Türkiye Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Sayın Murat Karayalçın yaptığı konuşmada, diğer hususlar meyanında, “Kıbrıs’ın” AB üyeliği konusunda da Türkiye’nin “Kıbrıs’ın” AB üyeliği konusundaki görüş ve tutumunu açıklamıştı. Şöyle demişti:
“….Turkey for her part is determined to see to it that her rights and obligations emanating from the 1960 Treaties are kept intact. Turkey will continue to be politically and legally opposed to the membership of Cyprus, in whole or in part, before her own accession to the EU as a full member like the other guarantor powers.
Turkey disagrees with the decision taken by the Council on the membership negotiations of Cyprus. The Council's decision on the membership of Cyprus is an unfortunate step which could lead to the permanent division of the island……”
Bu konuşma AB’nin kaynaklarında “CE- TR 112/95 (ANNEX V)” rumuzlu belgede yer almaktadır.