23 Nisan’da çocuk bayramını kutlayamadı minik Zehra…
Bir buçuk yaşındaydı Zehracık…
4 Temmuz 2017’de akşam saat 20:40 sularında Azerbaycan’ın Fuzuli rayonunda yer alan Alhanlı köyünün Ermenistan Silahlı Kuvvetleri tarafından sivil yerleşim bölgelerinin hedef alınması ve top ateşine tutulması sonucunda elli yaşındaki ninesiyle birlikte katledilirken…
O Zehra adında masum bir bebekti, ne 1915 ‘de tehcir yasasının çıkarılmasına neden olan Ermeniler gibi yaşadığı toprağa vatandaşı olduğu ülkesine ihanet etmişti ne askerlikten firar ederek düşman tarafından bir nefer gibi devletin çökmesi için savaşmıştı ne de birlikte yaşadığı ehli Müslümün kıtır kıtır doğranması çıtır çıtır yakılması için çetecilik yapmıştı.
Anası yerine toprak kucaklıyor artık minik Zehra'yı...
1915 de yaşanılan ortak acı için tek taraflı fatura kesen, Türklüğe hakaret ve nefret hezeyanları ile toplumun aklını karıştıran GDO’ lu ( genetiği değiştirilmiş organizma) aydınlar, ilahi ki adalet arayacaksınız 1992’de Hocalı’da yaşanan soykırımdan, 2017 de Zehrayı katleden vahşetten başlayın işe…
Evladı Fatihanın boynunda duası üstünde kefeni ile gezdiği Osmanlı Devleti’nin Balkan topraklarında 1912’de Bulgar Sırp Rum Ermeni çetelerince gerçekleşen ve Fransız öğretmen Henry Nivet’in Balkan savaşlarını bir kırım olarak gördüğü ,Haçlı Seferi olarak anlattığı yılların da adaletini talep edin ama!.
Yüz binlerce Türk’ün Balkan coğrafyasındaki kıyımından söz eden Fransız yazar Pierre Loti’yi dahi isyan ettiren ve şu satırları yazdıran vurdumduymazlık da unutulmasın:
“Mağlupların ıstırap ve acıları, ovaları kaplayan yüz binlerce ölü de mi onlara birazcık olsun saygı emretmiyor? Hadımköy faciası karşısında alay etmeye, pis ve aşağılık karikatürler yapmaya nasıl cüret ediliyor? Bazı ressam bozuntuları Halife’yi hatta Peygamber’i gülünç durumda gösteren resimler çiziyorlar.”
Yüz binlerce Türk’ün ölümünden söz eden Pierre Loti; Makedonya’da on yıl kadar kalmış bir Fransız diplomatın kendisine yolladığı bir mektubu da yayımlıyor. Bakın o mektupta neler yazılmış:
“Türkler katliam ediyorlar!” Bugün bunun tam aksine “Türkler katliam ediliyorlar!” diye bağıralım. Evet, Türkler katliam ediliyorlar. Yaralıların vücutları alçakça kesiliyor, karılarına tecavüz ediliyor, mahalleleri yakılıp yağma ediliyor. Kim tarafından? Makedonya’da on yıldan beri öldürme sanatını yürüten vahşi asker çeteleri tarafından. Ve bu cinayetler hangi prensipler uğruna işleniyor? Medeniyet, adalet ve hürriyet uğruna! Ve ağzı bu yüce kelimelerle dolu olan bütün Avrupa, hep birlikte bu kadar kötülüklerin yapıcılarını sevinçle alkışlıyor. Ne acı şey; ne utanılacak durum.”
Türklere yapılanlar Fransız diplomatı utandırmış içini yakmış feryat ettirmiş ama piyasada aydın olarak geçinen bazı “Türk entellektüeller “ entel dantel ayağına Balkanlardan evini barkını bırakarak İstanbul’a kaçan 600 bin Müslüman’ın sefil durumu ile Anadolu’dan Suriye’ye sürülen Ermenilerin durumu arasındaki benzerlik ortada iken ve üstelik Balkan Türklerinin hiç bir suçu yokken neden Türklere yapılan zülüm konusunda hiç seslerini çıkarmıyorlar?
1912, 1915’ten daha önce değil mi?
23 Nisan çocuk bayramında Hocalı soykırımında hayatını kaybeden 63 çocuk için çıtını çıkarmayan aydın müsveddeleri 24 Nisan’da ortalığı sözüm ona adalet için velvele verirken soruyoruz 23 Nisan, 24 Nisan’dan önce değil mi?
Önemsediğiniz adalet değil besbelli, adalet etnik kimliklere göre tasnif edilen olgu değildir vicdani değerlere göre öncelik verilen duygudur.
O duygudan muaf olanlardan adalet beklemek komik olur zaten…
Not: 24 Nisan da anlatılan göç, ölüm, Ermenilerin hayatını topluca kaybetmesi külliyen yalandır, zira bahse konu olan olay herhalde Tehcir ise Tehcir Kanunu Osmanlı Devleti'ne karşı casusluk ve hıyanetleri görülenlerin, ayrı ayrı -veya birlikte savaş alanlarından uzak yerlere "sevk ve iskanı" için 27 Mayıs 1915'de çıkarılan kanundur.
Yani 24 Nisan’a aidiyeti yoktur.
Peki, 24 Nisan 1915 de yaşanan nedir?
Cephelere asker, mühimmat ve ihtiyaç maddelerinin sevk ve idaresiyle meşgul olan iktidar partisi İttihat ve Terakki, diğer yandan da ülke içinde geniş çaplı olaylara neden olacağını öngördüğü Ermeni hareketine karşı tedbir arar. Bu süreçte önce Ermenilerin elindeki kaçak silahlara el koyulması ve ordudaki Ermenilerin silahlı görevlerden uzaklaştırılması yoluna gidilir.
Bu tedbirin uygulanması için ilgili birimlere gönderilen emirde “Ermeniler içinde devlete sadakatle bağlı olanlara zarar verilmemesi” ifadesinin yer alması da ilgi çekicidir. Doğu Anadolu’daki Ermeni hareketinin hız kesmemesi üzerine Dahiliye Nazırı Talat Paşa’nın emriyle bu olayların büyümesinde rolü olduğu düşünülen, aralarında din adamları, öğretmenler, doktorlar, gazeteciler, hukukçuların olduğu öne sürülen bir grup Ermeni’nin tutuklanması gündeme gelir. Talat Paşa, 24 Nisan 1915’te Ermenileri silahlandıran ve isyanlara sevk eden Hınçak, Taşnak ve benzeri Ermeni komitelerinin kapatılması, belgelerine el konulması, liderleri ile zararlı faaliyetleri bilinen Ermenilerin tutuklanması ve bunlardan bulundukları yerlerde kalmaları sakıncalı görülenlerin uygun yerlerde toplanmaları talimatını içeren genelgeyi yayınlar.
Prof. Dr. Yusuf Sarınay, 1916 yılında yayınlanan bir Osmanlı belgesine dayanarak, genelge sonucunda, o tarihte İstanbul’da ikamet eden 77.735 Ermeni’den ihtilal hareketlerine iştirak eden 235 kişinin tutuklandığını, diğerlerinin huzur ve rahat içinde iş ve güçleriyle meşgul olduklarını vurgular. Ayrıca Aydın, Samsun, Kayseri, Sivas, Elazığ, Urfa, Diyarbakır ve Antep’te 321 kişinin tutuklandığını, toplam komite mensubu sayısının 556’ya ulaştığını belirtir. İstanbul’da tutuklanarak Çankırı ve Ayaş’a gönderilen bu kişilerden bir kısmının suçsuz bulunarak serbest bırakıldığı, bir bölümünün ise kendileri veya aileleri tarafından verilen dilekçeler sonucu çok geçmeden evlerine döndükleri, Sarınay’ın verdiği bilgiler diğer arasındadır. Geri kalan tutukluların savaş sonuna kadar hapishanede tutulduklarının altını çizen Sarınay, soykırım gibi bir eylem niyeti bulunsa, önce bu ele geçirilmiş isimlerin rahatlıkla katledilebileceğini ancak bunun gerçekleşmediğini söyler.
Soykırım tezini savunan Gomidas Enstitüsü Direktörü tarihçi Ara Sarafyan, 24 Nisan’da entelektüeller, toplum liderleri ve siyasi eylemcilerin Ayaş ve Çankırı’daki “toplama kampları”na götürüldükleri gün olduğunu yazar.
Yani, Ermeni soykırım tezini savunanların da itiraf ettiği gibi Osmanlı Devletini parçalayarak Ermenileri bağımsızlığa götüreceklerine inanılan lider kadronun 24 Nisan’da tutuklanması çerçevesinde bir tarihyazımı geliştirilmiştir.
Neden?
Tehcir kanununun kabul edildiği 24 Nisan’ı “Soykırımı Anma Günü” olarak kabul edenlerin,
Ermenilerle birlikte Müslüman ahaliyi de ilgilendiren ve çok daha geniş çaplı bir uygulama olan Sevk ve İskan Kanunu’nun çıktığı tarihi (27 Mayıs 1915) değil de
Tutuklamaların yapıldığı 24 Nisan’ı öne çıkarmalarına gelince
izahı yukarıda yazılanlarda mahfuzdur.
Ezcümle; 24 Nisan’da Ermeni tezini savunmak, Ermenilerin Türkiye’nin parçalanması sayesinde kurmak istedikleri bağımsız ve Büyük Ermenistan projesini desteklemektir!
Bu sabah TRT Ankara Radyosu Gündem programında sevgili Gözde Kılıç Yaşın’ın dediği gibi “24 Nisan, bizim için Annan Planı referandumunun yapılışının 15. yılı. Her yıl aynı ülke parlamentolarının tekrar tekrar aldığı kararları konuşacağımıza Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin hala neden tanınmadığını konuşalım.”
Bu kadar net!