Marc Pierini’nin Carneie Europe’de yayınlanan “Turkey’s Domestically Driven Foreign Policy” başlıklı yazısı aşağıda özetlenmiştir.(*) Yazının başındaki özette, “Türkiye, seçeneklerinin iç politika önceliklerine göre belirlendiği, dış politika zorlukları ile yüz yüze” cümlesi yer almıştır.
Ülke seçmenleri 16 Nisan’da “anayasa değişikliği” için, hayati önem taşıyan referandum oylamasına gittiklerinde, ülke yönetimi de Suriye, Rusya, ABD, NATO, ve AB başlıklarındaki dışsal çoklu zorluklarla uğraşır olacaklardır. Benzer şekilde bu tür zorluklar, ülke içinde yükselen “politik tansiyon” bağlamında da yaşanmaktadır.
Suriye topraklarında yapılan Fırat Kalkanı operasyonu ile Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), ender karşılaşılacak bir savaş sevkiyat görevi yaşamaktadır. Coğrafyanın yol açtığı çeşitli sınırlamalara karşın (Türk sınırından 19 mil uzaklığa asker ve zırhlı sevkiyatının yanında, bunun gerektirdiği ikmal, bakım, kurtarma operasyonlarının saatler içinde yerine getirilmesi), asker ve teçhizat konusundaki kayıplar sınırlı kalmıştır.
Operasyonun ana amacı, İslam Devleti güçleri ile savaşarak, onları Türkiye sınırından uzaklaştırmak olup, bu amaç, 24 Şubat itibariyle Al Bab’ın alınmasıyla kısmet gerçekleştirilmiştir. Ancak harekâtın asıl amacı, Suriye Kürt güçlerinin (YPG), Fırat’ın doğusundaki Kobane bölgesi ile, en batıdaki Afrin’in birleşerek, Türkiye_Suriye sınırının önemli bir kısmının Suriye Kürtleri’nin kontrolüne geçmesini engellemekti. Ankara, PYD ve YPG’yi, ayrılıkçı PKK’nın bir şubesi olarak görmektedir.
İşte tam bu nokta, Türk dış politikasının, ülke iç politikasıyla harmanlandığı yerdir. Yönetimin burada hedeflediği strateji, anılan anayasa referandumunu kazanabilmek amacıyla, ülkedeki Kürtlerin TBMM’deki siyasi temsilcisi HDP ile, terör örgütü PKK’yı sıkıştırmak/ezmektir. Önümüzdeki anayasa referandumunda “hayır” oyu kullanacak Kürtlere karşı da, Ankara yönetiminin uluslararası desteğe gereksinimi bulunmaktadır. Bunun için kullanılacak yöntem de, Rusya ve Batı’yı, Suriye Kürtleri’ne verdikleri desteği durdurmaları için ikna etmektir.
Ancak uluslararası sahnede durum çok farklıdır. Washington ve Moskova, İslâm Devleti’nin Suriye başkenti olarak iddia edilen Rakka’yı geri alma konusunda YPG’yi çok önemsemektedir. Bu bağlamda TPG güçlerinin ABD, Batılı ülkelerden askeri silah ve teçhizat yardımı aldıkları ve Rusya’nın da desteğini sağladıkları bilinmektedir. En önemlisi de, bugüne IŞİD’e karşı yapılan silahlı mücadelede, hep YPG güçleri yer almış ve başarılı da olmuşlardır. Rakka’nın, Türkiye’nin isteği doğrultusunda, YPG dışında tekrar alınması olanaksız görünmektedir. Bu aşamada ne Rusya ne de ABD, Türk ve Kürt güçlerinin birlikte kullanılması riskini almak istememektedir.
Ankara’nın bu yaklaşımı uluslararası düzlemde de buna koşut olarak sürmekte, son olarak Cenevre’de yeniden başlayan Suriye barış görüşmelerine Suriye Kürtleri’nin alınmamasını istemektedir. Ancak bu talebin yerine getirilmesi de, Amerika’nın, kuzey Suriye’de sürücü bir barışın sağlanması için tüm tarafların katılması konusundaki ısrarı karşısında, olanaklı görünmemektedir. Ankara’nın, Amerikan yaklaşımında değişim umuduna karşı Amerikan’ın yeni yönetiminin, diğer dış politika ilişkilerinde yaşandığı gibi, hangi yönde karar vereceğini kestirmek çok zor.
Bunlara ek olarak Rusya, Vladimir Putin’in Eylûl 2015’de yaptığı açıklamaya paralel olarak, Suriye Kürtleri’ni, siyasî çözümün başat unsurlarından biri olarak görmektedir. Bir diğer anlatımla, Ankara Suriye konusunda askeri ve siyasî olmak üzere iki güçlük ile karşı karşıya bulunmaktadır.
Dışardan bakıldığında, Türkiye’nin sınır dışı askerî operasyonu ve uyguladığı diplomasinin sınırlı ve zaman içinden gelen risklere karşı da gerektiği kadar dengeleyici olmadığı görülmektedir. Özellikle NATO ve AB’nin savunma ve enerji konularına karşı Rusya’nın oynadığı ve her iki birliği de zayıflatmaya yönelik satranç oyununda Rusya’nın, Türkiye’yi piyon olarak kullanıp kullanmayacağı konusunda.
Türkiye Savunma Bakanlığı tarafından 22 Şubat’ta yapılan açıklamada, Rusya’dan S400 füze kalkanı alınması ile ilgili görüşmeler yapıldığı belirtilmiştir.(**) Söz konusu bilgilendirme, Türk dış politikasındaki “belirsizliği” ortaya koymaktadır. Ankara’nın böylece tüm füze savunma sistemlerini Rusya sistemine göre yeniden kurmasının, NATO’nun politikalarına karşı iki yönde tesiri olacaktır: Bunlardan birincisi, Rus yapısı sistem ve bu sistemin Rus uzmanlarının, NATO’nun ikinci büyük ordusuna yerleşmesi; ikincisi de, Türkiye’nin, bağlılığını çeşitli kereler belirttiği NATO füze savunma sistemini, geride büyük bir boşluk bırakacak şekilde terk etmesi olacaktır.
Ankara’nın böyle bir “taktiksel” arzusu belki anlaşılabilir. Ancak böylesi bir taktiğin uygulamaya geçmesinin, tahmin edilemez boyutlarda derin bir “stratejik” etkisi olacağı çok açıktır. Özellikle, Cumhurbaşkanı R.Tayyip Erdoğan’a, 2029 yılına kadar sınırsız bir güç sağlayacak önümüzdeki referandumda “evet” oylarının çoğunlukta olduğu bir sonuç çıkması halinde.
Stratejik çıkarlar yönünden baktığımızda da, ekonomi ve hukuk kuralları zemininde oldukça büyük güçlükler olmasına karşın, Türkiye’nin AB ile ilişkilerinin daha iyi durumda olduğunu ve bunun, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası arttığını görmekteyiz. Ancak, referandumda “evet” oylarının öne geçmesinin en önemli etkisi, acil ve minimal düzeydeki hukukî standartlar konusunda yaşanacaktır. Böylesi bir gelişme ülkenin AB ile ilişkilerini, stratejik bir düzlemden “uygulama” düzlemine taşıyacaktır. Bu gelişmedeki tek öncü bayrak da, güncellenecek olan “AB-Türkiye Gümrük Birliği” olacaktır.
Ülkenin uyguladığı tüm politikalar “yerel” niteliktedir: Türkiye’nin cari dış politikası, iç politik gerçekler tarafından belirlenmektedir. Ankara’nın dış askerî harekâtları ve duruşu/pozisyon aynı, önemli savunma kararları ve AB üyeliğinde yaşanan maksatlı geri dönüşlerde olduğu gibi, sadece “iç güç kullanımının” bir parçası olarak görülmektedir.
(*): Mark Pierini,”Turkey’s Domestically Driven Foreign Policy”,Garneie Europe,27.02.2016, http://carnegieeurope.eu/strategiceurope/?fa=68109
(**): “Russian air defense system purchase ‘most likely,’ Turkish minister confirms”,Daily News,22.02.2017, http://www.hurriyetdailynews.com/russian-s-400-missile-systems-most-possible-to-purchase-in-negotiations-turkish-defense-minister.aspx?pageID=238&nID=110039&NewsCatID=345