Avrupa Parlamentosu’nun eski başkanı, Parlamento’da Sosyalistler ve Demokratlar İttifakı eski lideri Martin Schulz’un, geçtiğimiz yıl sonunda supranasyonel düzeyde siyaseti bırakarak ulusal siyasete dönme kararı, supranasyonel düzeyde siyasi dengenin bozulacağı yönünde kaygılar oluşturmuştu. Bu kaygılar, Schulz sonrasında Parlamento başkanlığına Avrupa Halkları Partisi’nden (EPP) Euroskeptik Tajani’nin seçilmesi ile gerçekleşmiş oldu ve supranasyonel siyaset sağın kontrolüne girdi.
Schulz’un supranasyonel siyaseti bırakması Avrupa federalistleri ve Eurofiller için ciddi bir “kayıp” görüntüsü veriyor. Ancak konuya farklı bir açıdan yaklaşmak, yani Schulz’un ulusal siyasete dönmesini Avrupa entegrasyonu ve geleceği açısından bir fırsat olarak görmek de mümkün.
Zira Almanya’da bu yıl gerçekleştirilecek seçimlerde Schulz, Merkel’in karşısında güçlü bir rakip olarak duruyor; yani Almanya’nın yeni Şansölyesi tutkulu bir Eurofil olan Schulz olabilir. Alman modeline benzeyen bir Avrupa vizyonuna sahip olan, bu kapsamda Avrupa Birliği kurumsal yapısını daha demokratik olması amacıyla federalizm modeline oturtmak isteyen Schulz, Almanya Şansölyesi sıfatıyla vizyonunu gerçekleştirme fırsatı yakalayabilir. Kısaca Avrupa Birliği kurumsal yapısının revizyonu konusunda Almanya Şansölyesi Schulz, Avrupa Parlamentosu Başkanı Schulz’dan daha güçlü olabilir.
Diğer taraftan Schulz’un Almanya Şansölyesi olması halinde Brextit müzakerelerinin daha da zora gireceği genel kabul gören bir beklenti. Zira Schulz Euroskeptiklere karşı oldukça sert ve bu sertliği Brexit müzakere masasına Londra’yı mümkün olduğunca şiddetli şekilde köşeye sıkıştırmak olarak yansıyacak.
Peki Schulz’un Brexit müzakerelerinde Birleşik Krallık’ı köşeye sıkıştırma tutumunun Eurofiller için önemi nedir?
Bu önem Brexit’in Avrupa Birliği’nden çıkmak isteyen ya da Birlik’ten çekilme blöfü ile Birliği kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmek isteyen devletlere örnek olmasında yatacaktır. Malum, Brexit ile Frexit, Quitalia gibi diğer üye devletlerin de Birlik’ten çekilmesini ifade eden kavramlar türetilmiştir. Dolayısıyla Schulz Alman Şansölyesi olduğu taktirde, Brexit müzakere masasında Londra’yı köşeye sıkıştırdıkça, Brexit’i örnek almak isteyen devletler için güçlü bir caydırıcı faktör olacaktır. Bu açıdan Schulz adeta Avrupa entegrasyonunun korunması ve sürdürülmesi için Almanya merkezli bir tutkal görevi üstlenecektir.
Neticede Schulz’un supranasyonel siyaseti bırakması Eurofilleri üzse de, Almanya’da seçimleri kazanacak Şansölye Schulz, supranasyonel düzeyde siyaset yapan Schulz’dan daha güçlü bir şekilde Avrupa siyaseti yönlendirebilecektir.
Kısaca ne Schulz Avrupa siyasetini bırakabilir, ne de Avrupa siyaseti Schulz’u!