Avrupa Parlamentosu Başkanı Schulz’un geçtiğimiz Kasım ayında Avrupa siyasetini bırakarak, Alman iç siyasetine dönme kararını açıklamasının ardından Avrupa Parlamentosu’nda başlayan başkanlık yarışı pek çok yazıma konu oldu.
Bu yazılarımda altını çizdiğim en önemli nokta Avrupa Halkları Partisi (EPP) ve Sosyalist ve Demokratlar İttifakı (S&D) arasında yapılan ve Parlamento başkanlığını dönüşümlü olarak paylaşmayı kabul ettikleri belgenin ortaya çıkması ve bu belge doğrultusunda Avrupa Halkları Partisi’nin Parlamento başkanlığını üstlenmek konusunda gösterdiği kararlılık idi.
Diğer taraftan EPP ve S&D arasında yapılan anlaşmanın taraflarını bağlamadığını haklı olarak düşünen Avrupa İçin Liberaller ve Demokratlar Grubu da (ALDE) başkanlık yarışına katılmıştı; ancak son anda ALDE adayı Guy Verhofstadt Tajani lehine yarıştan çekildi.
Dün (17 Ocak 2016) Avrupa Parlamentosu’nda başkanlık seçimi gerçekleştirildi ve seçimi EPP’nin adayı Antonio Tajani kazanarak, Parlamentonun 29. başkanı oldu.
Seçilmesinin ardından yaptığı açıklamada Tajani yeni bir dönemin başladığını ve kendisinin herkesin başkanı olacağını söyledi.
Tajani’nin “herkesin başkanı olma” kavramı Avrupa Parlamentosu’nun Avrupa Birliği’nin üyeleri doğrudan halk tarafından seçilen tek kurumu ve Avrupa haklarının vicdanı olma özellikleri itibarıyla doğru kullanılmış bir kavram. Tajani’nin Parlamento’da Parlamento üyesi sıfatıyla vatandaşı olduğu İtalya’nın temsilcisi olmadığı gibi Parlamento başkanı sıfatıyla da sadece Hıristiyan Demokratların temsilcisi olmaması gerekir.
Ancak “yeni bir dönem” kavramı fazlasıyla spekülasyona açık. Avrupa Konseyi başkanı ve Avrupa Komisyonu başkanının sağ görüşlü olmasına vurgu yapıyor ve kendisinin Parlamento başkanı seçilmesi ile de Avrupa kurumlarının tamamen sağın kontrolüne geçtiğini kast ediyor ise, bu durum Avrupa solu içinde tepki yaratacaktır. Bu tepki, geçtiğimiz aylarda gündeme getirilmiş olduğu gibi Konsey başkanının ya da Komisyon başkanının istifasını isteme şekline bürünürse, supranasyonel düzeyde huzursuzluk çıkacaktır.
Seçimin hemen ardından Liberal kanattan Avrupa’nın popülist söylemlerinin etkisine girmemesi yönündeki niyet açıklamaları gelirken, Sosyalist ve Demokratlar İttifakı’nın (S&D) başkan adayı Pitella “ muhafazakar gruba” karşı yapıcı bir muhalefet yapacaklarını açıklamıştır.
Neticede Tajani’nin Parlamento başkanlığına seçilmesi ile Avrupa kurumlarına sağın hakim olması, supranasyonel düzeyde sağ-sol gerilimini artırma potansiyeli taşıyor.
Ancak Tajani’nin Parlamento başkanlığına dair bir mesele daha var; kariyerinde Avrupa Komisyonu üyeliği de yapan Tajani bir Avrupa şüphecisi. Üstelik her sorunun çözümünün "daha fazla Avrupa" olmayacağını açıkça belirtmiş bir siyasi.
Elbette Tajani Avrupa Parlamentosu başkanı sıfatıyla entegrasyon hareketini durdurma ya da yavaşlatma kapasitesine sahip değil; zira entegrasyonun efendileri devletlerdir. Ancak Tajani’nin Avrupa Parlamentosu’nda Avrupa şüphecilerinin sözcüsü olma durumu entegrasyon açısından bir risk.