Birleşik Krallık ve Avrupa Birliği arasında Brexit müzakereleri henüz başlamadı; Londra’dan gelen açıklamalar müzakerelerin resmi başlangıcı için Mart 2017’ye kadar bekleyeceğimizi gösteriyor.
Brexit’in hem Birleşik Krallık hem de Avrupa Birliği açısından derin etkileri olacağı kesin. Bu etkiler ekonomik, siyasi, askeri ve kültürel boyutlarda tartışılıyor. Batı basınını yakından takip edenler Brexit’in etkilerine dair tartışmaların özellikle ekonomi, finans ve ticaret üzerinde yoğunlaşmakta olduğunu görmektedir.
En azından Brexit müzakereleri başlamış olsaydı, müzakere sürecinin şeffaf olması şartıyla, bu tür tartışmalara rehberlik edecek bilgiye de sahip olabilirdik, ama sahip değiliz.
Son günlerde Brexit’in hem Birleşik Krallık hem de Avrupa Birliği’nin iklim değişikliği politikaları üzerine etkisi gündeme getiriliyor.
Avrupa Birliği gündeminin ön sıralarına yükselemeyen iklim değişikliği meselesi Birleşik Krallık’ta Theresa May hükümeti için de öncelikli bir konu değil. May’in hükümet programına dair yaptığı açıklamalarda iklim değişikliği meselesini üstünkörü geçiştirmesi, Enerji ve İklim Değişikliği Departmanını kapatması hem Britanya siyaset çevrelerinden hem de kamuoyundan tepki gördü. Bu kararı “korkunç” bir karar olarak tanımlayan çevreler, May hükümetinin iklim değişikliğini gündemden düşürmeye çabalamakla eleştirdiler.
İklim değişikliği meselesini gündemden düşürmeye ve geri plana atmaya çalışan May hükümetinin Brexit’in iklim değişikliği politikası üzerine tartışma açması da beklenemezdi zaten. Diğer taraftan Brexit sonrası Britanya’nın iklim değişikliği politikasındaki muhtemel değişiklikler ve bu değişikliklerin Avrupa Birliği üzerine etkisi Avrupa Birliği’nin de önceliği değil şimdilik. Şimdilik diyorum, zira bu meseleye dair kamuoyu baskısı artmakta.
Geçtiğimiz yaz Avrupa Komisyonu’nun iklim değişikliği konusunda bir plan üzerinde çalıştığı, bu plan ile Avrupa Birliği’ne üye tüm devletlerin 1990 düzeyi temel alınarak 2030 yılına kadar sera gazı emisyonlarını %40 azaltma hedefinin tutturulabilmesi için alınacak önlemleri belirlemeye çalıştığı yönündeki haberler basında yer almıştı.
Ancak 1990 yılı baz alınarak belirlenen % 40 hedefi tüm üye devletlerin üzerinde anlaştığı bir hedef değildi; kimi üyeler %40 oranını düşük bulurken, kimileri fazlaca iddialı buluyordu. Lüksemburg ve İsveç’in %40 oranını 2005 yılı baz alınarak hesaplanmasını istediği yönünde bilgiler gelmişti. Birleşik Krallık’ın ise sera gazı emisyonunu %37 oranında azaltacağı beklenmekteydi.
20 Temmuz’da Avrupa Komisyonu “Efforts Sharing Regulation” başlıklı hukuki tasarruf aracını açıkladı; bu hukuki tasarrufta, 2030 yılına kadar sera gazı emisyonunun azaltılmasında %40 hedefinin tutturulması için “Emissions Trading Scheme (ETS)” kapsamında sera gazı emisyonunun % 43, inşaat, tarım, ulaşım, atık yönetimi gibi ETS dışı sektörlerde –bu sektörler 2014 yılı Avrupa Birliği sera gazı emisyonunun %60’ını oluşturuyor- sera gazı emisyonunun % 30 azaltılması öngörüldü; baz olarak da 2005 yılı alındı. Ayrıca bu hukuki tasarruf uyarınca, üye devletlerde sera gazı emisyonunun yıllık azalış oranlarının GSYH oranları dikkate alınarak belirlenmesi öngörüldü.[1]
Birleşik Krallık da şimdilik Avrupa Birliği üyesi olduğuna göre, Avrupa Birliği hukuki tasarruf araçları Birleşik Krallık için de bağlayıcı. Ancak Londra’nın iklim değişikliği konusunu önemsemiyor görüntüsü, Brexit sonrası sera gazı emisyonunu azaltmaya yönelik hedefleri göz ardı edeceği kaygısı yaratmakta. Birleşik Krallık’ın geçen ay iklim değişikliği konusunda Paris Anlaşmasını onaylaması bu kaygıları gideremiyor. Zira Paris Anlaşması uyarınca üye devletler tarafından belirlenen karbon emisyonu sınırı bağlayıcı değil. Oysa yukarıda da belirttiğim üzere Avrupa Birliği çerçevesinde alınan kararlar ve belirlenen limitler bağlayıcı.
Hal böyle olunca, Londra’nın Brexit’i iklim değişikliği konusundaki taahhütlerini sulandırmak için fırsata dönüştürmek istediği ifade ediliyor. Bu nedenle de Birleşik Krallık Parlamentosu üzerinde, Avrupa Birliği’nin iklim değişikliği konusundaki müktesebatının yerine geçecek yasal düzenlemeler yapması için baskı var. Bu baskıyı oluşturan çevreler, Britanya’da endüstriyel kirlenme, enerji kullanımı, hava kalitesi, yaşam alanlarının korunması, biyolojik çeşitlilik, denizin korunması konularında Avrupa müktesebatının oynadığı role işaret ediyorlar.
Yani kaygının kaynağı Britanya’nın Birlik’ten çekilmesi ile Avrupa Birliği müktesebatının Britanya’da uygulanmayacak olması. Özellikle Galler siyaseti iklim değişikliği politikası konusunda sesini yükseltmeye başladı. Galler’de siyasi çevreler iklim değişikliği konusunda alınacak önlemler için, Brexit gerekçesi ile yıllarca beklenilemeyeceğini açıkladı. Bu açıklama aslında Londra’ya doğrudan bir mesaj.
Brexit sonrası Londra’nın, Avrupa Birliği hukuki çerçevesinin dışında iklim değişikliği politikasının nasıl değişeceği önemli bir mesele; diğer taraftan Brexit’in Avrupa Birliği’nin iklim değişikliği politikasına nasıl yansıyacağı da üzerinde durulması gereken bir konu. Bu konuyu da başka bir yazımızda ele alalım.
[1] EU Commission presents national targets and flexible mechanism for 2030 emission goal, www.climateobserver.org 22 Temmuz 2016