Rumlar neyin peşinde? Sıcak çatışma ihtimali var mı? Kıbrıs, BOP'un hangi noktasında? Türkiye-İsrail gerginliği gerçekçi mi?
25 Eylül 2011 Pazar 00:09
{lang: 'tr'}
Doğu Akdeniz'de Rumların petrol arama girişimleri, Türkiye-İsrail ilişkileriyle paralel olarak Akdeniz'de günden güne artan gerilim. Kıta sahanlığının önemi, Gerilimin gölgesinde Kıbrıs müzakere süreci… Hepsini 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Kıbrıs ve Balkan Araştırmaları Merkezi Başkanı Gözde Kılıç Yaşın ile konuştuk.
İşte Yaşın'dan HABERKKTC.COM'a Doğu Akdeniz'de patlak veren krizin detaylı analizi…
RUMLAR NEYİN PEŞİNDE?
YAŞIN: RUMLAR, DAVOS'TAKİ "ONE MİNUTE" KRİZİ İLE BAŞLAYAN VE MAVİ MARMARA SALDIRISI İLE DERİNLEŞEN GERGİNLİKTEN FAYDALANARAK 2000Lİ YILLARIN BAŞINDAN BERİ PLANLAMAKTA OLDUKLARI PETROL ARAMA VE BU YOLLA AKDENİZ'DE EGEMENLİK TESİS ETME PEŞİNDELER.
GKRY yetkililerinin Papadopulos döneminde de İsrail'le yakınlaşmaya çalıştığını biliyoruz. Hristofyas döneminde de sayısız ziyaret gerçekleştirildi ancak bekledikleri türden bir ilerleme sağlayamamışlardı. Hatırlamak gerekir ki Rumların engelleme girişimine rağmen KKTC'nin İsrail'de bir dış temsilciliği açılmıştı ve böylesi bir büronun çok güçlü bir anlamı vardı. Mavi Marmara olayıyla son hamlesini yapan GKRY, sonunda İsrail'le birlikte hareket etme noktasına gelebildi. Rumlar bir yandan plan ve projesini uzun zaman önce yaptıkları doğal kaynaklardan faydalanma hedefi, egemenliklerinin altını çizme hedefi ve değişen bölge dengelerinde Türkiye karşısında İsrail gibi nükleer bir gücün desteğini alma hedefini bir arada yürütmektedir. Yine de belirtmek gerekir ki Türkiye-İsrail ilişkilerinin yarını illa ki gerginliğin artmasıyla şekillenecek değildir. İddia edildiği gibi kontrollü bir gerginlik varsa ve bu gerginlik Arap ülkelerinin BOP'a uyumlaştırılmasında Türkiye'ye düşen bir misyonla ilgiliyse Rumların yanlış bir ipe sarıldığı da söylenebilir. İsrail'in Yunanistan'dan üslerini kullanma isteğine Yunanistan'ın verdiği biraz da korku ve endişe dolu tepkinin de üzerinde düşünülmesi gerekir.
TÜRKİYE'NİN KKTC İLE İMZALADIĞI KITA SAHANLIĞI ANLAŞMASI NE ANLAMA GELİYOR?
YAŞIN: KITA SAHANLIĞI ANLAŞMASI ÇOK ÖNEMLİ ÇÜNKÜ BİLİYORUZ VE KKTC'DE DE YILLARCA DİLE GETİRİLİR Kİ TÜRKİYE KKTC'Yİ TANIMIŞ OLDUĞUNU İLAN ETMESİNE RAĞMEN ÇOK DA KARŞISINDA BİR DEVLET BULUNUYORMUŞ GİBİ HAREKET ETMEMEKTEYDİ.
Elbette üniversiteler arası ilişkileri ve benzerlerini bu tanımlama dışında tutmalıyız. Ama Gümrük Birliği Anlaşması'nın imzalanmasından sonra KKTC ile Türkiye ticaretinin sekteye uğraması buna bir örnektir. Türkiye'nin KKTC için planının ne olduğu yani tanınmasını mı istiyor, Türkiye'ye bağlanmasını mı istiyor yoksa Rumlarla birleşmesini mi destekliyor konusu da tam olarak anlaşılamamaktaydı. Kıta Sahanlığı Sınırlandırma anlaşması, iki devlet arasında yapılabilecek türden bir anlaşmadır ve bu nedenle önemli. Aynı şekilde petrol dolum tesisi yapılması kararı da "bir yere yatırım yapılıyorsa, oraya sahip çıkılır" düşüncesini uyandırıyor ve tesis için Karpaz'a işaret edilmesi de bu nedenle önemlidir. Eğer gerçekleşirse Başbakan Erdoğan'ın "Karpaz, Güzelyurt ve Maraş verilmeyecek" sözünün altı dolmuş olacaktır. Teknik anlamda ise Kıta Sahanlığı Anlaşması, iki ülke arasında denizdeki egemenliğin paylaşımının yapıldığı anlamına gelir. Bu da KKTC'nin egemenliğinin bir kez daha vurgulanması anlamına gelir ki GKRY'nin girişiminin karşılığıdır. Bundan sonrasında aslında zaten yapılan petrol arama faaliyetlerinin hız kazanmasını, petrol dolum tesisinin tamamlanmasını, bu arada elektrik, su taşınmasına ilişkin projelerin sonuçlanmasını beklememiz gerekir. İlk etapta Rum hamlesine karşı blöf idiyse bile şu anda iki ülke halkına da bir anlamda altı dolu bir vaat verilmiş durumdadır, gerçekleştirilmemesi kabul edilemez. Ancak her konunun bir "ama"sı vardır. Buradaki "ama" da Karpaz verilmeyecekse orada inşasının planlandığı iddia edilen savaş gemilerinin yanaşabileceği büyüklükteki limanın sermayedarı neden İsrail bağlantılıdır?
AKDENİZ'DE BİR SAVAŞ TEHLİKESİ VAR MI?
YAŞIN: DOĞU AKDENİZ'DE GÜÇ KULLANIMINI GEREKTİRECEK HAMLELER ŞU AN GÖRÜLMEMEKTEDİR.
Hristofyas, BM Genel Kurul'una hitaben yaptığı konuşmada Türkiye ile savaşa girişebilecek güce sahip olmadıklarını açıklamıştır. İsrail kaynakları da sondaj çalışmasının yapıldığı 12. parsel bölgesini savaş uçakları ve donanmaları ile korudukları iddialarını yalanlamıştır. Yunanistan'ın da zaten böylesi bir sıcak çatışmayı destekleyebilecek gücü manen ve maddeten bulunmamaktadır. Türkiye ise asla sıcak bir çatışma istememektedir. Ancak gerekecekse noktasında hazırlıkların yapıldığı yönünde haber aktarımları yapılmaktadır. Rumların sondaj çalışmalarını taciz edecek bir girişimde bulunulmasını beklemiyorum. Fransa için şüphe duyulabilecekse de sonunda İsrail'in kazanacağı yeni bir Kıbrıs savaşına şu aşamada İngiltere de izin vermeyecektir.
ŞU AN GERÇEKTE YAŞANAN, ARAP BAHARI SONRASI DÖNEMDE ARAP ÜLKELERİNİN BATI TANDANSINA UYGUN ŞEKİLDE DEMOKRATİKLEŞTİRİLMESİ, SERBEST PİYASAYA GEÇİRİLMESİ, YÖNETİM SİSTEMLERİNİN ELDEN GEÇİRİLMESİ SÜRECİDİR.
Yani Balkanlarda dün olan şimdi Arap coğrafyasında olmaktadır ve "vesayet altındaki devletler" süreci Arap ülkeleri için işletilmektedir. Balkanlarda AB başarısız olmuştur, ABD başarısız olmuştur. Bölgeye yabancı oldukları için bölge sorunlarını çözememiş, yönetimi devralmış ancak ellerine yüzlerine bulaştırmışlardır. Böylesi bir deneyim üzerine Arap ülkelerinin bu ülkelere güvenmesi de çok mümkün görülmeyebilir. Bu noktada bölge ülkeleri ile din, kültür, tarih, anlayış bakımından ortak noktaları olan Türkiye'nin değişim, dönüşüm sürecinde rolünün büyük olacağı düşünülebilir. Kimilerine göre Türkiye, bölgenin karışmasından kendisine görev çıkarmıştır. Aynı zamanda bölgesel güç olduğunu vurgulamak ve küresel güç olmanın kapılarını aralayabilmek için de yeni dönemi fırsat olarak görerek önce güven tesisi ve ardından dönüşüm sürecinin başat aktörü olmaya soyunmuştur. Kimilerine göre ise Türkiye bu rolü çok önceden 2005'te düzenlenen "Uluslararası İslam Dünyası Sivil Toplum Örgütleri Toplantısı" esnasında ABD'nin isteğiyle üstlenmiştir ve Büyük Orta Doğu Projesi'nde esasen kullanılmaktadır. Bu görüşe göre BOP, Arap ülkelerinde bitmeyecektir ve küçük Orta Doğu'nun kapısı olan Suriye'nin düşmesiyle Lübnan, İran ve Türkiye de tehdit altında olacaktır. İsrail-Türkiye gerginliği de kasıtlı yaratılmış ve kontrollü bir gerginliktir. Her iki iddiayı da akılda tutarak sorunuzla ilgili şöyle bir çıkarım yapabiliriz: ABD'nin bir BOP olduğu doğrudur, yeni de değildir zaten ve sıra Arap ülkelerinin Arap Baharı ile BOP'a uyumlaştırılmasındadır. Bu noktada Türkiye ister kendi inisiyatif üstlenmiş olsun ister ABD'nin planının parçası olarak yürütüyor olsun bölgenin şekillenmesinde önemli bir aktör halini almıştır. Türkiye'nin misyonu önemlidir ve her halükarda Doğu Akdeniz'de yaşanacak bir savaş ya da çatışma, planı aksatacaktır. Dolayısıyla şu an savaşın sırası değildir. ABD'nin İsrail'le yaşanan gerginlikte Türkiye'yi destekleyeceğini düşünmemiz mümkün değilse de İsrail'in gerginliği yumuşatması ya da arttırmaması, ABD'nin de sakinleşme tavsiyelerini duymak mümkündür. GKRY bu noktada tamamen etkisiz elemandır. Ancak durumdan kendince sonuç çıkarabilmekte ve egemenlik alanı tesis etmektedir. Ancak unutmayalım şimdi aynısını KKTC de yapacaktır.
KRİZ TÜRKİYE VE YUNANİSTAN'IN İLİŞKİLERİNİ NASIL ETKİLER?
YAŞIN: TÜRKİYE VE YUNANİSTAN'IN İLİŞKİLERİNİN İYİLEŞTİĞİ DÜŞÜNCESİ SANRIDIR. TÜRKİYE'NİN VE BAŞBAKAN ERDOĞAN'IN GİRİŞİMLERİNE RAĞMEN İLİŞKİLERDE BİR ADIM İYİLEŞME SAĞLANAMAMIŞTIR.
Ege'deki uyuşmazlıkla ilgili olarak Yunan basınında kimi zaman bazı anlaşma noktalarına gelindiğine ilişkin haberler görülmektedir, muhtemelen de bunların doğruluk payı büyüktür. Ancak bu konunun dışında gerginlik nedeniyle olumsuza gidecek türden iyi ilişkiler bulunmamaktadır. Zamanında Suriye başta olmak üzere sorun yaşadığımız tüm komşularımızla Türkiye'yi birlikte sıkıştırma amaçlı anlaşma ve işbirlikleri yaptıklarını şu anda bu tür işbirliğinin Ermenistan'la sürdüğünü ve İsrail'le tesis edildiğini biliyoruz. Yunanistan ve GKRY'nin yıllardır "Hasta Adam Türkiye" nitelendirmesiyle özellikle PKK'nın başarıya ulaşarak ülkemiz topraklarının bölünmesini beklediğini, dikkatimizin doğuya yönelmesinin kendileri için ciddi hareket alanı açacağını düşündüklerini biliyoruz. PKK'ya verdikleri destek unutulmamıştır. Ancak şu anda her ikisi de böylesi bir "fırsat"ı değerlendirebilecek durumda değiller. O anlamda da herhangi bir konuda sıkıntı yaşanmayacaktır. Yunan yetkililerin tüm açıklamalarına bir Avrupalılık ve Batı'nın hakim söylemleri haline gelen insan hakları, demokrasi, azınlık hakları terimleri yerleşmiştir. Kendi azınlıkları söz konusu olduğunda "iç meselesidir kimse karışamaz"; Türkiye söz konusu olduğunda "AB gereğidir". Şimdi Türkiye'nin de aynı dili kullanmaya alıştığı bir dönemde Batı Trakya Türkleri ve bu bölge dışında kaldıkları için yok sayılan diğer Türklerin haklarına ilişkin özellikle de Vakıf Malları'na ilişkin girişimlerde bulunmasını bekleyebiliriz. Çünkü sanırım Türkiye'nin idealize edilmiş bir dış politika anlayışı olan "komşularla sıfır sorun" politikasının bittiği ve reel politikalara dönüldüğü bir döneme geçmiş bulunuyoruz. Ancak unutulmaması gereken bir nokta var ki Yunanistan AB üyesi olma avantajını, Avrupa kültürünün eski Yunan kültürüne dayandırılmasını ve özellikle de uluslararası hukukçularını çok iyi kullanmaktadır. "Masada kaybetmek" meselesi de uluslararası hukukun ayrıntılarına ve açıklarına vakıf olmak, vakıf olanların da bürokrasinin çarklarında yok edilmemesi ile son derece ilgilidir.
GERGİNLİK KIBRIS MÜZAKERE SÜRECİNİ NASIL ETKİLER?
YAŞIN: KENDİMİZİ KANDIRMAYALIM; BARIŞ, BİR ŞEKİLDE BİRLEŞMEK ANLAMINA GELMİYOR. BU ALGI ZAMANLA ALIŞTIRA ALIŞTIRA OLUŞTURULDU ANCAK BARIŞ PEKALA ARADAKİ SINIRIN KESİNLEŞMESİ İLE DE SAĞLANABİLİR.
Müzakere, bir konunun görüşülmesidir sonucunda bir birleşme çıkması gerekmiyor. Hatta sonuç üzerinde iki tarafın anlaşması da gerekmiyor. Hatırlayalım Annan Planı döneminde tarafların üzerinde uzlaşmadığı bir metin referanduma getirilmişti. Kosova meselesinde de Sırpların asla kabul etmediği Ahtisari Planı birden bire Kosova'nın bağımsızlık ilanı ve bunun ABD tarafından tanınması ile geçerlilik kazandı. Kıbrıs'ta 2008'den bu yana devam eden son müzakerelerde hangi aşamaya gelindiği sorunun yanıtıdır. Doğu Akdeniz'de bir kriz olmasaydı, müzakereler ne olacaktı? Gerginlik başlamadan önce müzakerelere ilişkin bir umut var mıydı? Bir uzlaşının sağlanması mümkün görülüyor muydu? Ne Mehmet Ali Talat döneminde ne Derviş Eroğlu döneminde müzakerelerde bir anlaşmanın zeminini oluşturacak kadar dahi ilerleme sağlanamamıştır. Her iki cumhurbaşkanı da farklı saiklerle de olsa büyük çaba sarfetmiştir ancak Hristofyas, Papadopulos kadar inatçı ve uzlaşmaz çıkmış, Makarios'un belirlediği devlet ilkelerinden sapmamıştır. Vurgulamak isterim ki Angela Merkel'in Kıbrıs ziyaretinden ders çıkarmak gerekir. Çünkü bazı kesimlerde müzakerelerde bu denli yapıcı olunmasının Rumların nasıl uzlaşmaz olduğunun dünyaya bir kez daha gösterilmesi ve dünyanın bunun kabul etmesi ile KKTC için yeni bir yol açması politikasının ürünü olduğuna ilişkin bir inanç bulunmaktadır. Merkel'in müzakerelerden dolayı Türk tarafını suçlaması, Rumları emeklerinden dolayı tebrik etmesi böyle bir politika varsa bile sonuçsuz olduğunun görülmesi bakımından önemlidir. Kısacası müzakerelerin başarısızlığı ile Doğu Akdeniz'deki gerginliğin bir bağlantısı bulunmamaktadır.
Ancak gerginliğin müzakerelere etkisi bakımından bir oldu-bitti planı da iplerin kopması da mümkündür. Her ikisinin de örnekleri vakidir. İkisinden birine daha yakın olduğumuzu söylemek güç. Konunun yanıtı biraz da BOP'de kat edilecek yolla ilgili. Rumların bir iddiası vardır, Türkiye'ye kendi güneydoğusundan vazgeçmek karşılığında KKTC'yi kazanmanın teklif edildiğini iddia ederler ki imkansız diyemeyiz. Kıbrıs'ta yeni bir savaş öngören ve Ada'nın ne Rumlara ne Türklere bırakılmayacağını iddia edenler bulunmaktadır, buna da imkansız diyemeyiz. Bildiğimiz bir gerçek var Ada'nın mevcut durumunun devamını isteyen ABD, Rusya, İngiltere dahil olmak üzere diğer büyük devletler daha iyi koşullara dek ne KKTC'nin tanınmasını ne de Kıbrıs'ın Rum adası haline gelmesini isterler. Tanınmış bir KKTC'nin Türkiye'yi güçlendireceği de kesindir. Dolayısıyla ipler kopacak olsa dahi mücadelenin zoru henüz başlamamış demek olacaktır. Özellikle Türkiye açısından. Zoraki bir anlaşma ise sanırım bu kez Kıbrıs Türklerinden ret alacaktır. Çünkü artık Türkiye Başbakanı kabul etmeye zorlasa dahi kendisiyle çeliştiği için inandırıcı olmayacaktır. Öte yandan AB'ye de güven kalmamıştır ve KKTC için farklı bir dönemin başladığının farkındadırlar.
DERVİŞ EROĞLU NE İSTİYOR?
YAŞIN: SAYIN EROĞLU BAŞINDAN BU YANA MÜZAKERE MASASINDA UZLAŞMAYA HAZIR LİDER GÖRÜNÜMÜ VERMEKTEDİR.
Rumların kendisini bahane etmesine izin vermemiştir ve "Eroğlu olmasaydı uzlaşı olurdu" söylemine yer bırakmamıştır. Açıklamalarında temkinli davranmış, masanın uzlaşmazının Rumlar olduğunun anlaşılması politikasını sekteye uğratmamıştır. Doğu Akdeniz'deki gerginliğin temel sebebi, kapalı deniz olan Doğu Akdeniz'deki egemenlik alanlarının ikili anlaşmalarla paylaşılmasının hakkaniyete uygun olmaması ve dengeleri bozmasıdır. Öte yandan Türkiye ve KKTC'nin itirazda bulunduğu diğer nokta da Türklerin de petrol ve doğalgaz arama faaliyetinde söz sahibi olması gerektiği gerçeğidir. Bu nedenle bu konuda dik duruş elzemdir. Türkiye'nin tutumu kuşkusuz ki belirleyicidir, burada birlikte hareket edildiğini görmek Eroğlu'nun inandığı gerçekler dışına çıkmak zorunda bırakılmaması güzeldir. Petrol arama faaliyetine itiraz ederken ve sert açıklamalarda bulunurken bir yandan da müzakerelerin devam etmesi gerektiğini ifade etmesi de yine "masadan ilk kalkan olmama" ilkesiyle ilgilidir.
HABERKKTC.COM
ÖZEL HABER / ANKARA
https://21yyte.org/tr/merkezler/bolgesel-arastirma-merkezleri/balkanlar-ve-kibris-arastirmalari-merkezi/akdenizde-gerginlik-rumlar-neyin-pesinde