Sırp ve İsrailli akademisyenler, Balkan Savaşları'nın 100. yıl dönümü kapsamında "Birbirini Yansıtan Balkanlar ve Ortadoğu" (The Balkans and the Middle East Mirroring Each Other ) başlıklı bir konferans düzenlediler. Kosova'nın İpek Patrikliği'nde düzenlenen konferansta Türkiye'nin Balkanlardaki rolü ve Bosna-Hersek konuşuldu. Yüzde 90'ı Arnavutlardan; yüzde 98'i Müslümanlardan oluşan ve 2008'de bağımsızlığını ilan eden Kosova, şu ana dek 93 ülke tarafından tanındı. Kosova'da Arnavutlarla çevrili bir şehirde, Bosna-Hersek'in geleceğinin Sırp ve İsrailli akademisyenlerce konuşulması kendi başına zaten ilginç bir durum. Kosova'nın, Sırpların Kudüsü ilan edilmesi, Kosova'daki nice manastır, kilise ve "ünlü savaşı" (Kosova Savaşı 1389) ile Sırbistan'ın sadece toprak parçası değil aynı zamanda kalbi ve ruhu olduğunun anlatılması, Sırbistan ve İsrail'in karşı karşıya kaldığı "küçülme baskısı" (!) üzerinden benzerlikler kurulması ya da ABD'nin İsrail'i desteklerken Sırbistan'ı Kosova'dan vazgeçmeye zorlamasının anlaşılmaz olduğu gibi ayrıntılar da konferansın diğer ilginç yönleriydi.
Konferansın katılımcıları da ilginçti. Konferans, Sırp ordusunda astsubay ve 63. Paraşüt Tugayı'nda yedek subay olarak görev yaptıktan sonra piskopos olan Yovan Çulibrka'nın (Jovan Ćulibrk) himayesinde yapıldı. Açılış konuşması, İsrailli askeri tarihçi ve kuramcı Martin van Creveld tarafından yapılan konferansta, Tel-Aviv Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Martin van Creveld, Zagreb Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Boris Havel, Terörle Mücadele İçin Uluslararası Politika Enstitüsü (BİT) Disiplinlerarası Merkezi'nden Shaul Shay, Belgrad Üniversitesi Öğretim Üyesi Darko Tanaskoviç, yazar-politikacı Sergey Trifkoviç, Sırbistan'ın Fransa Büyükelçisi H.E. Dusan Batakovic konuşma yaptı. Aşağı yukarı aynı isimlerin katılımıyla yine aynı temalı ve isimli bir başka konferans bundan bir hafta önce de Piskopos Yovan'ın açılış konuşmasıyla Sırp Ortodoks Kilisesi Kosova Komitesi desteğiyle Belgrad Açık Okulu ve Güvenlik Çalışmaları Fakültesi tarafından Belgrad'da düzenlenmişti. Bu kez İsrail'in Sırbistan Büyükelçisi Yossef Levy de hazır bulunuyordu.
Katılımcılardan Darko Tanaskoviç, Vatikan'da, 90'ların son döneminde önce Türkiye (1995-1998) ardından Azerbaycan'da (1998-1999) Yugoslavya Federal Cumhuriyeti Büyükelçisi olarak görev yapmıştı. İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Yunanca yanında Arapça ve Türkçe'yi de iyi bilen Tanaskoviç, İslam, Sufizm, Cihat, Neo-Osmanlıcılık konulu pek çok yayına imza attı. Tanaskoviç'i ilginç kılan ise birbiriyle ilgisiz gibi görünen gelişmelerin Tanaskoviç ile bir bağlantısının olması durumunda bambaşka anlam kazanması. Bu anlamda, Türkiye ve Azerbaycan'ın Balkanlarda çatışan çıkarları bulunduğu veya biraz daha makul anlamıyla rekabet içerisinde oldukları yönünde bir izlenimin yaratılmasının mimarı olarak ismi geçenlerden biridir. Tanaskoviç, konferansta AKP Hükümeti'nin Neo-Osmanlıcılık stratejisinin, geçmişe odaklı stratejik bir projeksiyon olmadığını, İslamcıların Kemalist devrimle kesilen miraslarını yeniden keşfetmesinden ibaret olduğunu ifade etti. Tanaskoviç, asıl hedefin Türk egemenliğinde bir küre oluşturmak olduğunu söylerken aynı zamanda Türkiye'nin İslami karakterine de vurgu yaptı. Türkiye'nin kendini kimi zaman NATO müttefiki, kimi zaman Balkan ülkesi, Kimi zaman Orta Doğu ülkesi kimi zaman da Avrupa'nın bir parçası olarak lanse ettiğini ancak asıl belirleyicinin İslam kimliği olduğunu ifade etti. Tanaskoviç, Neo-Osmanlıcılık stratejisini "ne iyi ne de kötü bir şey" diye tanımlarken genel mesajının İslamcı bir projeye atıf yapması, konferansın diğer konuşmacılarının yorumlarıyla da örtüşüyordu.
Yine katılımcılardan Sergey Trifkoviç de aynı şekilde dikkat çekici bir isim. 2008'de emekli olana dek Amerikan muhafazakar bağlantılı think-tank kuruluşu Rokford'un Uluslararası İlişkiler Merkezi'nin Direktörlüğünü yürütmüş olması not edilebilir bilgilerdendir. Ama bunu ilginç kılan Trifkoviç'in 90'larda yani Bosna-Hersek'te soykırımla süren savaş döneminde Bosna-Hersek'in parçası olan Sırp Cumhuriyeti'nin hükümet sözcülüğünü ve Yugoslavya'nın Miloşeviç'ten sonraki son devlet başkanı olan sonra da Sırbistan'da iki dönem Başbakanlık yapan Vojislav Kostunica ve işlediği savaş suçlarından mahkum olan Sırp Cumhuriyeti eski Cumhurbaşkanı Biljana Plavsiç'in de danışmanlığını Rokford günleri ile aynı dönemde yürütmüş olmasıdır. ABD politikalarının Sırp çıkarlarını hedef alması nedeniyle Rusya'nın ebedi dostluğuna güvenen isimlerle birlikte hareket eden bir ismin aynı zamanda ABD politikalarına yön veren bir kuruluşta üst düzey bir mevkide bulunması ilginçtir ancak elbette ülkesinde en radikal milliyetçi görünenlerin ABD bağlantılı olması bakımından emsalsiz bir durum da değildir. Boşnakları hedef alan bir savaş yürüten hükümetlerle kritik bağlantısı ve İslamafobi'yi ve nefreti teşvik etmesi nedeniyle İnsanlığa Karşı Suçlar ve Savaş Suçları Yasası'nın 6/3. maddesi gerekçesi ile Kanada'ya girişinin Şubat 2011'de reddedilmesi de dikkat çekicidir. Keza Trifkoviç asıl ününü "Peygamberin Kılıcı: İslamın Hatalı Politik Klavuzu" isimli kitabında da yansıttığı İslam'ı ağır şekilde eleştiren, barbar, irrasyonel, ilkel ve cinsiyetçi olarak tanımlayan ve Müslümanları hedef gösteren çalışmalarına borçlu. "İslam bir din olarak değil, şiddet içeren siyasi ideoloji olarak kabul edilmeli" görüşünü savunan Trifkoviç, Batı Avrupa ve Kuzey Amerika'nın "İslam göçünü" karşı bir moratoryum ilan etmesi, Müslümanların vatandaşlığının reddedilmesi ve tüm mücahitlerin bu topraklardan sürülmesi gerektiğini dile getirmektedir.
Neden Bosna-Hersek, Neden Türkiye?
Bosna-Hersek'in geleceğinin ya da statüsünün Bosna dışında, Sırpların kaybettiği topraklarda ve görünürde Sırp Kilisesi'nin düzenlediği bir toplantıda İsrailli akademisyenler ve diplomatik temsilcileri ve tescilli İslam ve Müslüman düşmanı isimlerle konuşulması üzerinde de durulmalıdır. Bosna-Hersek'in Sırp entitesi olan ve her nasılsa Dayton Barış Anlaşması'nda Sırp Cumhuriyeti ismini kullanmasına izin verilen yönetim biriminin lideri yani Bosna-Sırp Cumhuriyeti Başbakanı Milorad Dodik'in Mavi Marmara Krizi'nden sonra her geçen gün sıklaşan İsrail ziyaretleri zaten dikkat çekici boyuttaydı. Dodik, bu ziyaretlerle Türkiye'nin Ortadoğu ve Balkanlarda artan rolünü sınırlamak için İsrail'le ittifak kurduklarını açıkladı. İsrail'in uluslararası platformlarda Bosna Sırp Cumhuriyeti'ni, Bosna Hersek'ten bağımsız bir varlık olarak destekleyeceğini söylemesi ise en çarpıcı açıklamaydı. Buna Dodik'in Kasım 2012 başlarındaki bir açıklama da eklenmeli. Dodik, İsrail Dışişleri Bakanı Avigador Lieberman'ın ABD'de Sırp Cumhuriyeti'nin bağımsızlığı için lobi yapacağını söylemişti. Aynı dönemde Sırp Cumhuriyeti yönetiminin, Amerikalı politikacıların Bosnalı Sırplar'ın bağımsızlık fikirlerini desteklemelerini sağlamaya yönelik lobi faaliyetlerine 5 yıl içerisinde 10 milyon doları aşkın "örtülü" para harcadığı da gündeme geldi.
Bunun birkaç anlamlı sonucu vardır: Türkiye'nin Balkan açılımının dayanağı olan Sırbistan'la kurulacak iyi ilişkiler üzerinden Bosna-Hersek ve Kosova başta olmak üzere bölgesel istikrarın sağlanacağı projesi bir oyalama taktiğinden başka bir şey değildi. Zira Dodik, Sırbistan'dan gelen mesajlara aldırmaksızın kendi kişisel ilişkilerini kurmaktadır. Öte yandan Sırbistan'dan "durun" mesajı gittiğini de zaten söylemek mümkün değil. Tadiç dönemi için de bu iddia edilemez ancak bugün daha radikal isimlerin Sırbistan'da iktidarda olduğu da açık. İsrail-Sırbistan ilişkilerinde de Mavi Marmara Krizi sonrasında ciddi bir yakınlaşma sağlanmıştır ve ilişkinin siyasi projesi de konferansta ortaya çıkan mesajlardan farklı görünmemektedir. Dodik'in keskin açıklamaları ve söz konusu konferansın temasından bir anlamlı sonuç daha çıkarmak mümkün: Bosna-Hersek'in geleceği Türkiye'den uzak köşelerde, Türkiye ve Müslüman karşıtlığında birleşenlerce belirlenmeye çalışılmaktadır. Türkiye karşıtlığının mı Müslüman karşıtlığından yoksa Müslüman karşıtlığının mı Türkiye karşıtlığından beslendiğini sorgulamaya gerek duymaksızın Balkanlarda yeniden bir "Yeşil Kuşak" tartışmasının yaratılmaya çalışıldığını söyleyebiliriz. Unutulmamalı ki Bosna Hersek'te 1992-1995 döneminde yaşanan ağır savaşta ve ardından Kosova'da yaşanan yıkımda Sırpların söylemi hep "Batı'yı İslam'dan korudukları" yönünde olmuştur. Haç için mi toprak için mi savaştıklarını yeterince ispatlayabildiler mi bilinmez ama bu savaşların gidişatında "din" çok önemli bir yer tutmuş, gizli ittifaklar bu çerçevede kurulmuştu.
İsrail'in Balkan Hesapları
Bu konferans esasen Balkanlarda, -Orta Doğu'da da- oluşan yeni denklem ve ittifaklar bakımından önemli bir gösterge. İsrail'in Balkanlar'da artan faaliyetlerinden ayrı düşünülmesi de mümkün değil. İsrail'in yaptığı, Mavi Marmara Krizi'nden sonra kendisine kapanan Türkiye semalarının yerini tutacak hava sahası aramaktan ibaret değil. Evet, Yunanistan'la askeri ortaklık, İsrail savunma sanayisinin Yunanistan'ın askeri tedarikçisi olması boyutunda ilerledi; iki ülke pek çok ortak hava tatbikatı düzenledi; üçgenin bir ucuna da Güney Kıbrıs Rum Yönetimi yerleştirildi ve Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de kendi karasularına hapsedilmesine giden yol çizildi.
İsrail ilk defa kendi toprakları dışında bir yerde yerleşmek üzere bir üs talebinde bulundu ve GKRY'ye 20 bin komando ile 10 bin sivil yerleştirme niyetini açıkladı. İsrail, Doğu Akdeniz denklemini yeniden belirlemekle de yetinmedi. Siyasi anlaşmaların yanı sıra savunma, güvenlik, hava sahası, istihbarat, askeri teknoloji alanındaki anlaşmalar, Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Sırbistan ve Makedonya ile de imzalandı. İsrail'in eğitim tatbikatlarına bu ülkelerin hava sahaları açıldı, ortak tatbikatlar yapıldı.
İşte tüm bunların yanı sıra Türkiye'nin Balkanlardaki etkisini daraltmak, önünü kesmek için de çaba sarfeden İsrail'in "Türk Tehlikesi" söylemini canlandıran faaliyetlerinin bir diğer örneği bu konferanstır. Türkiye'nin Ortadoğu'daki İslamcı muhalifleri desteklediği iddiası ile yola çıkan İsrail, Balkanlardaki Türkiye karşıtlarını bir araya getirerek misilleme yapıyor. Ancak bu aynı zamanda din düşmanlıklarını da körüklemek, Balkan Müslümanları için yeni bir şiddet çemberi oluşturmak anlamına da geliyor. Bu nedenle Tel-Aviv Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Martin van Creveld'ın konuşmasındaki, "Sırbistan, Balkanlar'da savaşların hep karada yapılması nedeniyle savaş uçaklarına değil, son derece mobil askeri birimlere yatırım yapmalıdır" kısmı daha bir önem kazanıyor.
https://21yyte.org/tr/merkezler/bolgesel-arastirma-merkezleri/balkanlar-ve-kibris-arastirmalari-merkezi/balkanlarda-pekistirilen-turkiye-karsitligi