Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Cumhuriyet Meclisi’nin 50 yeni üyesini[1] belirlemek üzere 28 Temmuz 2013’de erken genel seçim için sandık başına gitti. Sonuç, anketleri yanıltmadı ve iktidar partisi UBP seçimi yenilgi ile karşılarken ana muhalefet partisi Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) seçimlerin kazananı oldu.
KKTC parlamento seçimlerinde 5 partiden 250 aday ile 7 bağımsız aday, beş ilçede (Lefkoşa, Gazimagosa, Girne, Güzelyurt ve İskele) ve 670 sandıkta yarıştı.[2] Yüzde 5 olan seçim barajını dört parti aştı; Yeni Kıbrıs Partisi (YKP) ile Kıbrıs Sosyalist Parti (KSP) ise seçimleri boykot çağrısı yapmıştı. 172 bin 803 kayıtlı seçmenin yüzde 69’unun katılım gösterdiği seçimde Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) yüzde 38,38 (21 milletvekili) oranında oy; Ulusal Birlik Partisi (UBP) yüzde 27,33 (14 milletvekili); Demokrat Parti (DP) yüzde 23,16 (12 milletvekili); Toplumcu Demokrasi Partisi (TDP) yüzde 7,41 (3 milletvekili) oranında oy aldı.[3]
Ulusal Birlik Partisi (UBP) 2009 genel seçimlerde aldığı yüzde 44 oy oranıyla güçlü bir şekilde tek başına iktidara geldi ancak parti içi liderlik mücadelesi hükümetin bir seçim dönemini tamamlamasına izin vermedi. Halbuki 2009 genel seçimlerine müteakip 2010’da gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı seçiminde de UBP Genel Başkanı Derviş Eroğlu’nun lider olması, UBP için önemli bir başarıydı. Üstelik genç isimlerden oluşan hükümet ve özellikle ekonomi alanında çıkarılan plan da güven vericiydi. Ne var ki Derviş Eroğlu’nun Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra parti içi mücadelelerle birlikte kırılmalar ve yıpranmalar başladı; 2012'den itibaren UBP içinde Genel Başkan ve Başbakan İrsen Küçük'e karşı muhalefet güçlendi. Genel başkanlık mücadelesi, bir grup milletvekilinin Başbakan İrsen Küçük’e isyanıyla sonuçlandı. 2012 kurultayı mahkemelik olan ve hakim kararıyla Şubat 2013’de ikinci kez kurultaya giden UBP’de sekiz milletvekili muhalefet partileriyle birlikte hükümete güvensizlik önergesi sundu. Böylece Mayıs 2013'te UBP siyasi bir kriz yaşadı. Gensoru önergesi oy çokluğuyla kabul edilirken iktidar ve muhalefet, 28 Temmuz’da erken seçime gidilmesine karar verdi. CTP milletvekili Sibel Siber seçimlere kadar görevde kalacak bir hükümet kurdu.
Sonuçlarda Türkiye Etkisi ve Türkiye’nin İmajı Meselesi
Seçimden hemen önce 8 milletvekilinin UBP’den ayrılması ve Serdar Denktaş liderliğindeki DP ile ittifaka girmesi hem UBP iktidarının erken seçime zorlanmasına hem de seçimlerde ciddi bir kan kaybı yaşamasına neden oldu. KKTC’deki politik alandaki her türlü gelişme Türkiye’nin tercihlerine ve arka planda gerçekleşen müdahalelerine bağlanmaktadır. Kimi zaman bu iddiaların gerçeklikte bir karşılığı bulunmamaktadır ancak kimi zaman da iddialar aslında olana göre daha hafif ve basit düzeyde kalmaktadır. KKTC’yi erken seçime sürükleyenin de Türkiye’nin bazı müdahaleleri ve bu müdahalelerin etkisiz kılmak üzere yapılan karşı hamleler olduğu iddia edilmektedir. UBP’deki bölünme sürecinde Türkiye Hükümeti’nin UBP’de İrsen Küçük’ün Genel Başkanlığı’nı desteklediği ve seçimlerde de İrsen Küçük liderliğindeki UBP’ye açık ya da gizli desteklerde bulunduğu iddia edilmektedir. Nitekim genel olarak kabul gören bu düşünce çerçevesinde yapılan değerlendirmeler de Türkiye’nin ciddi bir strateji hatası yaptığı yönündedir. Zira Küçük ile seçime giren UBP yüzde 44’den yüzde 27’ye gerilemiştir ancak daha önemlisi tercihli oya imkan veren seçim sistemi nedeniyle İrsen Küçük’ün KKTC halkından destek görmediği anlaşılmış, Küçük milletvekili seçilememiştir.
Kuşkusuz ki bir parti seçimden ikinci parti olarak çıkarken bu partinin Genel Başkanı’nın seçimde yeterli oy alamayıp parlamento dışı kalması, gerçek bir demokrasinin varlığının göstergesidir. Öte yandan Türkiye’nin imajı açısından değerlendirildiğinde de sonuçlar, tıpkı Bulgaristan’daki seçimlerde Hürriyet ve Şeref Partisi’nin başına geldiği gibi Türkiye Hükümeti’nin işaret ettiği –desteklediği- kişilerin baraj altında kaldığı gerçeğiyle bizi karşı karşıya bırakmaktadır. Bu durumda, özelikle KKTC seçimleri konusunda ileri sürülen iddiaların doğru olma ihtimali düşünüldüğünde, Türkiye Hükümeti ile mesaj verilmek istenen kitle arasında güven sıkıntısı olduğu, verilen mesaj ve yapılan yönlendirmelerin tepki gördüğü yorumu yapılamalıdır. Anlaşılmaktadır ki Türkiye, seçimleri kazanan kim olursa olsun mesaj verilmek istenen kitlenin yararına kazananla işbirliği yapılacağı imajı verememekte, seçim sonucunu belirleyen güç olma imajını daha fazla önemsemektedir. Ne var ki sonuçlar bunun da yapılamadığını göstermektedir. Unutulmamalı ki 2009 seçimleri de KKTC halkının hafızasında, UBP’nin Türkiye Hükümeti’ne rağmen kazandığı şeklinde yer etmiştir. Eroğlu’nun cumhurbaşkanlığının da açık ara kazandığı seçim sonuçlarına rağmen Türkiye yetkililerince kabullenilmesi için bir takım özel güvence açıklamalarının yapılması gerekmişti. Dahası 2009 seçimleriyle birlikte Ergenekon dava süreci ile Eroğlu’nun ilişkilendirilmesi çabası aradaki gerginliği daha da görünür kılmaktadır. Sonraları ise Eroğlu’nun daha önceki bir cumhurbaşkanlığı seçiminden rahmetli Rauf Denktaş lehine çekildiği hatırlanılarak ya hak gereği ya da “Denktaş karşıtlığı”nın daha öncelikli görülmesi nedeniyle Eroğlu hakkındaki iddialar, “Ergenekon tarafından kullanıldı” seviyesine çekildi. [4] KKTC seçmeni ve özellikle UBP tabanı, 2013 seçimlerine bu hafıza birikimiyle gitmiş görünüyor. Dolayısıyla bilhassa 2004’den (Annan Planı referandumu) bu yana belirginleşen güven sorunu, her koşulda yönünü belirlemede Türkiye’yi pusula olarak alan kesimler açısından dahi varlığını korumaktadır denilebilir. Bunun dışa vurumu da özellikle seçimlerde gerçekleşmektedir.
Kime Karşı Küçük?
Türkiye’nin müdahaleleri gölgesinde bir seçimin gerçekleştirildiği iddialarını anlaşılır kılmak adına biraz geriye gitmek ve Küçük’ün kime karşı desteklendiği sorusuna verilen yanıtları aramak gerekecektir. Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın Mayıs 2013’deki ABD ziyaretinde kendisine Eroğlu yerine Küçük’ün eşlik etmesi, herhalde KKTC’deki siyasi krizi patlama noktasına getiren en önemli gelişme olarak kabul edilebilir. Kriz zincirinin son halkası olan bu gelişme, Türkiye’nin Eroğlu yerine Küçük’ü hazırladığı ya da en azından Küçük’ü UBP içinde güçlendirmeye çalıştığı yönünde yorumlandı. Kıbrıs’tan sorumlu Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın adayı son ziyaretinde sadece Küçük ile görüşmesi, Cumhurbaşkanlığı’ndan herhangi bir görüşme talebinin olmaması da bu görüşü güçlendirdi. Nitekim Eroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmasının dahi istenmediği, kazandıktan sonra da geri plana itilmek istendiği düşünülmekteydi. Eroğlu da kendi cephesinden olayları bu şekilde değerlendirmektedir.[5] Eroğlu, UBP’nin son Kurultayı’nda Küçük’ü değil de eski Sağlık Bakanı Ahmet Kaşif’i desteklemesinin gerginliği arttırdığını ifade etmektedir. Bu görüş kimi KKTC’li yazarlarca da paylaşılmaktadır. Afrika gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Şener Levent, 18 Eylül 2012’deki “Perde Gerisinde Erdoğan-Eroğlu Çatışması” başlıklı makalesinde “Parti başkanlığı seçimi var bu kurultayda. Dolayısıyla bu seçim yeni 'başbakan'ı ve 'hükümet'i de belirler. Yarış şimdiki 'başbakan' ve parti başkanı İrsen Küçük'le, Magusa Milletvekili Ahmet Kaşif arasında. Dıştan bakılınca görünen bu, ama asıl yarışçıların Derviş Eroğlu ile İrsen Küçük olduğu ortada. Hatta bana göre o da değil. Asıl yarış Eroğlu ile Erdoğan arasında.” ifadelerini kullanmaktadır. Devam olarak da “Ankara'daki hükümet canını dişine takmış. İrsen Küçük'ün kazanması için gece gündüz uğraşıyor. Ahmet Kaşif, İrsen Küçük'e karşı adaylığını açıkladığı zaman Lefkoşa'daki TC Büyükelçiliği'nin baskısını yedi hemen. Elçilik, 'çekil' dedi. Kaşif çekilmedi…Ankara işin peşini bırakmadı ama… Belediye başkanlarını elçiliğe çağırarak Küçük'e destek vermelerini istedi. Dahası şu: Erdoğan kendi seçim kurmayını gönderdi Küçük'e. Stratejisini ve propaganda kampanyasını yürütsün diye. O da yetmedi. Şimdi başkanı seçecek olan kurultay delegelerini elçiliğe davet ederek Küçük için onlardan destek istiyor.” iddialarını öne sürmektedir. Yine Afrika gazetesinin 23 Eylül 2012 tarihli nüshasında ise “Başbakanlık’ta kurultaya yönelik karargâhın kurulduğu, İrsen Küçük’ün seçilmesi için MİT Müsteşarı Ender Önkol’un Tayyip Erdoğan’ın propaganda uzmanı Erol Olçak’ı görevlendirdiği” ifadeleri ile iddialar biraz daha somutlaştırılmıştır.
İddialar çerçevesinde yorumlandığında Kurultay aşamasında Eroğlu kaybeden taraf olmuştur. Bundan sonrasında ise Eroğlu’nun hamleleri gelmektedir. İddialara göre UBP’den 8 milletvekilinin ayrılarak Serdar Denktaş liderliğindeki DP ile DP-Ulusal Güçler’i oluşturmasının ardında Eroğlu bulunmaktadır. İşte bu hamleyi de DP-UG’yi güç durumda bırakan bir “rüşvet” iddiası izlemiştir. DP’li milletvekili Ejder Aslanbaba, DP-UG Genel Başkanı Serdar Denktaş ile Milletvekili Ahmet Kaşif’in[6] kendisine “güven oylamasında evet demesi ve milletvekilliğinden istifa etmesi karşılığında rüşvet teklif ettiğini” iddia ederek konuya ilişkin ses kaydını da teslim etmiştir.
Emre Uslu, Taraf gazetesindeki 26 Haziran 2013 tarihli “Kıbrıs’ta Pis İşler” başlıklı makalesinde “Geçen Cumhurbaşkanlığı seçiminde MİT’in engelleme girişimine rağmen Derviş Erdoğlu’nun Kıbrıs Cumhurbaşkanı olmasını Ankara bir türlü kendine yediremedi. Bunun üzerine Ada’da operasyonlar başladı.” sözleriyle geriye dönük iddiaları tekrarlamakta ve “…kirli ayak oyunlarına rağmen MİT’in desteklediği İrsen Küçük hükümeti, Derviş Eroğlu cephesinin UBP içinde yaptığı operasyonla düştü. Bu sefer iddialara göre MİT Aslanbaba üzerinden bir rüşvet tuzağı kurdu ve karşı olduğu Serdar Denktaş ve Derviş Eroğlu cephesini tuzağa düşürüp rüşvet pazarlığını CD’ye çekip meclisten ilan ettiler. Yine muhalefetin iddiasına göre bu operasyondan İrsen Küçük ve taraftarlarının haberi vardı.” ifadelerine yer vermektedir.
KKTC Afrika gazetesi, Küçük’ün Türkiye’den gördüğü desteğin ardında, Eroğlu’nun reddettiği Küçük’ün kabul ettiği neyin bulunduğu sorusuna odaklanıyor Taraf yazarı Uslu ise benzer kaynaklardan beslediği makalesinde MİT’e odaklanıyor. Ancak konuya Ankara’dan bakıldığında sadece “Bu kadar da olmaz!” denilebiliyor… Yorumlar ise demokratik koşulların olgunlaşmasına dek erteleniyor…
Seçim Sonrası Yeni Hükümet
KKTC’de hiç de olağan bir şekilde gerçekleşmediği anlaşılan erken seçimin sonuçları bu iddialar çerçevesinde değerlendirildiğinde, Türkiye’den yapıldığı iddia edilen müdahalelerin eğer yapıldılarsa İrsen Küçük’ün siyasi hayatını bitirmek hedefiyle yapılmış olabileceğini söylemek gerekiyor(!) Çünkü lideri olduğu parti oylarının yarısını kaybetti, kendisi ise partisi kadar dahi oy alamadı, bizzat KKTC seçmeninin tercihi ile listenin sonlarında yer alarak parlamento dışı kaldı. Şimdi ise UBP Genel Merkezi önünde toplanan UBP üyeleri Genel Başkan İrsen Küçük’ün istifasını istiyor, UBP’li milletvekillerinden de istifa çağrısı geliyor. Ancak kesin olan KKTC seçmeninin hafızasına bu seçim, Türkiye Hükümeti’nin bu kadar açık şekilde desteklediği bir liderin milletvekili dahi seçilememesi olarak kaydedilecektir.
Temmuz 2013 KKTC erken genel seçiminin şaşırtıcı sonuçlarından biri Serdar Denktaş liderliğindeki DP’nin oylarını iki kattan fazla arttırarak üçüncü parti olması ve 12 milletvekili çıkarması oldu. Denktaş 19 Nisan 2009 seçimleri sonrasındaki “Seçimlerde imkânlarımız çerçevesinde oy satın aldık” açıklamasıyla tepki çekmişti.[7] Şimdi ise 12 milletvekili ile iktidar ortağı olması ihtimali var. Gerçi KKTC’de siyaset, “seçime kadar”, “hükümet kurulması aşaması” ve “erken seçim gerektiğinde” türünden bir ayrım yapılabilecek dönemler bazında bir takım yalpalanmalar doğurabiliyor. Nitekim DP geçen seçimlerde 5 milletvekili ile parlamentoya girmiş ancak kısa süre içerisinde üç milletvekilinin istifasıyla karşılaşmıştı. Şimdi 2013 seçimlerinde ise UBP’den ayrılan isimler DP-UG milletvekili olarak parlamentoya girdi ancak DP ile birlikte kalacakları da kesin değil. Zira UBP muhalifi olan bu sekiz isim, UBP’den atılmamış, istifa ederek ayrılmıştır. UBP tüzüğü, ihraç edilen milletvekilleri için kurultay kararını şart koşmaktadır ancak istifa edenler için bir karar gerekmeyecektir. Dolayısıyla İrsen Küçük’ün istifası ya da parti kurultayında Genel Başkanlığı kaybetmesinden itibaren DP’nin parlamentodaki sayısı da değişebilir. Muhaliflere destek verdiği iddiası ile birlikte değerlendirildiğinde Eroğlu’nun kendi partisinin bölünmesini desteklemesinin ardında sonradan yeni bir lider etrafında yeniden birleştirmek niyeti olabileceğini düşünmek mümkün.
Muhtemelen böylesi bir ihtimali KKTC’nin eski Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat da görmektedir ki CTP-UBP koalisyonunu tavsiye etmektedir. 2 Ağustos 2013 Cuma akşamı Ada TV’de konuk olarak katıldığı “Söz Sizde” programında Talat, “DP Sayın Derviş Eroğlu’nun kanatları altındadır… CTP ile UBP’nin oluşturacağı bir hükümet Eroğlu’nu da uzaklaştıracak, eklenti bir halde olan DP-UG’yi de içine almayacak bir yapı ortaya çıkacak” yönünde bir açıklama yaptı. Gerçi CTP-UBP koalisyonu, UBPli eski milletvekillerinin UBP’ye dönüşünü engellemeyecek hatta hızlandıracaktır. CTP-DP UG koalisyonu ise eski UBP’lilerin özellikle bakanlık almaları durumunda DP’den ayrılmalarını güçleştirecektir. Her şeye rağmen istifaları durumunda ise erken seçimi zorlayabilecekleri bir pozisyonları olacaktır. Dolayısıyla anlaşılıyor ki 2013 erken genel seçimlerinde Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu da kazananlar tarafındadır.
KKTC’nin yeni milletvekilleri 12 Ağustos Pazartesi günü yemin edecek ve ardından Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu hükümeti kurma görevlendirmesi yapacak. Seçimin lideri olan ancak tek başına hükümet kurmak için gereken 26 milletvekilliğini alamayan CTP, hükümet ortağını belirmek için görüşmelere başlayacak. Ortağı ya UBP ya da DP-UG olacak. Toplamda sol oylar yüzde 45 (24 sandalye), sağ oylar yüzde 50 (26 sandalye) olarak gerçekleştiğine göre seçimin lideri olmayan başaran CTP nereye dönse karşısında devletçi, anavatancı, Rumlarla birleşmeye nazlı ya da karşı yüzlerle karşılaşacaktır. DP-UG vekillerinden bir kısmının UBP’ye dönmesi ihtimali kurulacak hükümeti zora sokacağı için UBP ile ortaklık fikrinin bugünlerde CTP’de ağırlık kazandığına şüphe duyulmamalıdır. Ya da Serdar Denktaş’ın önerisi olan teknokrat hükümet ihtimali değerlendirilebilir. UBP içindeki çalkantıların dinmemesi, UBP-DP arasındaki gerilimin halkı bezdirme noktasına getirilmesi ve özellikle Türkiye’nin 2005’deki gibi bir desteği ise bir sonraki seçimlerde CTP’ye tek başına iktidar olma şansı verecektir. Türkiye’nin CTP-UBP koalisyonu için tarafları zorladığı iddiasını da son söz olarak dile getirelim. KKTC halkında Türkiye'den yapılan "dayatmalara" karşı oluşan direncin son göstergesi olan Küçük'ün parlamento dışı kalması olayı, KKTC ile Türkiye Hükümeti arasındaki güven bunalımının derinleştiğini gözler önüne sermektedir. Kurulacak yeni hükümet konusunda yapılacak yönlendirmenin (!) "baskı" halini alması ise KKTC'de yeni bir "sivil itaatsizliğin" gerekçesi olacaktır.
https://21yyte.org/tr/merkezler/bolgesel-arastirma-merkezleri/balkanlar-ve-kibris-arastirmalari-merkezi/kktc-secimlerinde-turkiyenin-parmagi-mi-var
[1] Lefkoşa'dan 16, Gazimağusa'dan 13, Girne'den 10, Güzelyurt'tan 6 ve İskele'den 5 milletvekili.
[2] KKTC seçim sistemine göre seçmenler oylarını, mühür, mühür tercih ve karma olmak üzere üç şekilde kullanabiliyor.
[3] http://ysk.mahkemeler.net (KKTC Yüksek Seçim Kurulu web sayfası)
[4] Sol tandaslı KKTC gazetelerinde ve genelde sağ-muhafazakar Türkiye gazetelerinde konu ayrıntılı işlenmiştir Örneğin 'Eroğlu, Ergenekon tarafından kullanıldı', Yeni Şafak, 14 Nisan 2010, http://yenisafak.com.tr/dunya-haber/eroglu-ergenekon-tarafindan-kullanildi-14.4.2010%20-252051
[5] KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’nun verdiği mülakat için bkz. “Eroğlu: Ankara, siyasî krizde İrsen Küçük’ü destekledi”, Zaman (Fatma Demirelli), 10 Haziran 2013
[6] Ahmet Kaşif, UBP’den istifa ederek DP ile birleşen milletvekillerindendir. Kaşif daha önce de CTP-DP iktidarı döneminde DP’den istifa ederek UBP’ye geçmiş ve o dönemde de erken seçime gidişin önünü açmıştı.
[7] Serdar Denktaş, CTP’ye ait Sim Radyo’ya yaptığı açıklamada “seçimlerde varlıkları kadar oy satın aldıklarını” söylemiştir. “Kelle başı 200 lira, kelle başı 100 lira, kelle başı 300 lira diye sizinle pazarlık eden insanlar var artık. Yoksa, çıksın bu diğer partiler de yoktur desin. İspatlarıyla önlerine çıkarım”, “Bahsedilen tamamen bir oy borsası. Önce 350 TL’den başlayan oy satış fiyatlarını 250’ye, sonra 100’e, en son da 75’e kadar düşürdüm” diyerek esasen diğer partilerin daha fazla imkanla daha fazla oy satın aldığını ima etmiştir. Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) Genel Sekreteri Ömer Kalyoncu ise, Denktaş’ın açıklamalarını “ilginç” diye yorumlayarak, “Oyunu satmak isteyen kişileri biz de tespit ettik. Bu gibi olaylar her zaman olmuştur” diye konuşmuş Toplumcu Demokrasi Partisi (TDP) Genel Başkanı Mehmet Çakıcı da, “Partiler var ki, 100, 200 TL’ye oy alıyorlar. Böyle bir durumda halkın iradesinden nasıl söz edeceğiz?” demişti. KKTC’de ‘satılık oy’ tartışması, Milliyet (Sefa Karahasan), 27 Nisan 2009