Bosnalı Sırpların soykırım ve savaş suçlarından yargılanan eski lideri Radovan Karaciç, 1 Mart 2010’da yeniden Lahey’deki Birleşmiş Milletler (BM) Savaş Suçları Mahkemesi’ne çıkarıldı. Karaciç’in savunmasını okuması iki gün sürdü. Savunmasında dile getirdiği iddia ve açıklamalar, sadece bir dönemi anlamak için değil bugün olanı da kavramak bakımından ciddi veriler barındırıyordu. Karaciç’in savunmasından sadece Balkanlardaki savaşın değil Kafkaslardaki ve Ortadoğu’daki savaşların izini sürmek ve diğer sorumluları ve savaş suçlularını da anmak mümkün.
Karaciç, 1992-1995 yılları arasında Bosna’da Müslümanlar ve Hırvatlara karşı gerçekleştirilen “etnik temizlik”[1] ya da uluslararası hukuktaki tanımlamasıyla soykırım kampanyasının “yüksek komutanı” olmakla suçlanıyor. Bu dava, sadece Bosnalı soykırım mağdurlarını ya da mağdur yakınlarını değil tüm insanlığı ilgilendiriyor. Karaciç’in sadece alacağı mahkûmiyet değil yargılanma sürecinin tamamı, soykırım suçunun sonuçlarının somutlaşmasını sağlayabilecek ve yeni soykırımların yaşanmasını engelleyecek caydırıcılığı yaratabilecektir. Bu davada insanlık, Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı’nın Sırbistan v. Bosna-Hersek davasından çıkan “Srebrenitsa’da bir soykırım yaşanmıştır” kararı sayesinde bir adım önde; Divan’ın Bosna-Hersek’in geri kalanında yaşananları “toprakların Sırplaştırılmasına hizmet eden bir etnik-temizlik” olarak tanımlaması nedeniyle de iki adım geride başlamıştır. Bu davada insanlık, hiç değilse Srebrenitsa’da yaşananların bir soykırım olduğunun hükme bağlanması nedeniyle Karaciç’in ağır bir ceza alacağından emindir ancak Karaciç’in hala kendi masumiyetine inanması, yaptıklarını “haklı bir savaş” olarak tanımlaması nedeniyle soykırımcıların utanmazlıkları karşısında vicdanen rahatsızdır.
Karaciç, Eski Yugoslavya sınırları içinde 1991'den itibaren uluslararası insaniyet hukukunun ağır bir şekilde ihlali kapsamındaki filleri işleyen failleri yargılamak üzere oluşturulan özel Eski Yugoslavya Hakkındaki Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (ICTY) arananlar listesindeki ilk isimdi. 250 binden fazla insanın öldüğünün tahmin edildiği ve 1.8 milyon kişinin evlerinden sürüldüğü Bosna Savaşı’nın bitmesinden sonra BM Savaş Suçları Mahkemesi’nce resmen suçlanan Karaciç, suçlamanın ardından kayıplara karışmış ve ancak 13 yıl sonra ele geçirilmişti. 18 Temmuz 2008’de Sırbistan’da ele geçirilen Karaciç, yakalanmasının üzerinden 15 ay geçtikten sonra 26 Ekim 2009’da mahkeme karşısına çıkarılmıştı. Savunmasının hazır olmadığı gerekçesi ile mahkemeyi boykot eden ve duruşmaya çıkmayı reddeden Karaciç, Baş Yargıç O-Gon Kwon’un “Duruşmaya hazır olma durumunu belirleyecek olan sanık değil, mahkeme kuruludur” itirazı ile karşılaştı. Savcı’nın iddianameyi okuması ardından savunmasını hazırlamak için süre verilen Karaciç, nihayet 1 Mart’taki duruşmada savunmasına başladı yani ele geçirilmesinin üzerinden neredeyse iki yıl geçtikten sonra. Uluslararası mahkemenin davaya bir kez daha katılmaması durumunda kendi kendisini temsil hakkının elinden alınarak savunmasında bir avukatın görevlendirileceği yönündeki uyarısı, Karaciç’în boykotunun kırılmasında etkili oldu. Nitekim mahkemenin atadığı dava vekili Richard Harvey de duruşmada hazır bulunuyordu.
Batı’nın Sorumluluğunu Konuşmak
Karaciç’in zaman kazanmak adına dava sürecini manipüle etmesi kısmi olarak engellendi ama mahkemeye çıkarılmasına dek geçen 13 yıl ya da yakalanmasından yargılanmasına dek geçen 2 yıl da az sayılamaz. ICTY’ın eski sözcüsü Florence Hartmann’ın Sırbistan- Blic gazetesine 2008 Ağustos’unda yaptığı açıklamayı da hatırlamak gerekir. Hartmann, Karaciç’in tutuklanmasına birkaç sefer Fransa’nın eski Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın, bir sefer de ABD’nin eski Devlet Başkanı Bill Clinton’ın bizzat engel olduğunu söylüyordu. Bu konuda yorum yapabilecek en yetkili ağızlardan biri olan ICTY’ın o dönemki sözcüsü, İngiltere’nin de Karaciç’in yargılanmasını engellemek isteyen devletlerden olduğunu dile getirmişti. Açıkça ortada ki, bu güçler yargılama dışı tutulmasının artık bölgenin geleceği açısından sorun yaratacağı konusunda fikir birliğine ulaştığı için Karaciç’in 13 yıllık sefahat dönemi sona erdi. Nitekim dünyanın “en çok aranan adamı”, ilk bakılacak yer olan Sırbistan’da bir belediye otobüsünde ele geçirilmişti. “Kaçak” hayatının en azından son beş yılını alternatif tıp kliniklerinde çalışarak, onlarca seminere katılarak, “Sağlıklı Hayat” dergisine makaleler yazarak yaşamıştı. Kaçak hayatının ilk iki yılında ise Pale’de[2] NATO Kuvvetleri’nin gözü önündeydi. Sadece bu kısım bile gerek Karaciç’in Holbrooke ile “yargılanmama” anlaşması olduğu iddiasını gerekse de Miloşeviç’in dönemin dünya liderlerinin kendisine verdiği destek ve onay ile ilgili açıklamalarını inandırıcı kılıyor.
Yargılanması dört yıl boyunca süren ve geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını yitirdiği için suçluluğu mahkemece kayıtlara geçirilemeyen Sırbistan lideri Slobodan Miloşeviç gibi Karaciç’in de davayı politize etmek niyeti taşıdığına şüphe yok. Miloşeviç’in dönemin dünya liderlerinin tanık olarak dinlenmesi talebi gibi Karaciç de ABD’li diplomat Richard Holbrooke ile Temmuz 1996’da kendisine yargı dokunulmazlığı garantisi veren bir anlaşma yaptıklarını iddia ediyor. Bu iddiaya göre Karaciç’in kamu görevini terk etmesi ve ortalarda görünmemesi yeterli olacaktı.[3]
Karaciç’in savunmasında ön plana çıkan ve “dünyanın nasıl yönetildiği” sorusuna çarpıcı açıklamalar getirecek türden iddiaları arasında, Batı ülkelerinin uzun bir zaman öncesinde Yugoslavya’nın parçalanışını ve Bosna Savaşı’nı planladığı da bulunuyor. Bu iddiayı destekleyen pek çok açıklama ve sonradan ortaya çıkan gizli belge ya da görüşmeler olmasına rağmen mahkemenin Karaciç’in savunmasının Batılı ülkeleri suçlayan yönlerine çok fazla girmeyeceği kesin. Ancak bu iddiaların yargılamanın bir parçasını oluşturmayacak olması, Karaciç davasının kimlerin hangi planlarla ülkeleri savaşa, insanları yok oluşa sürüklediğinin anlaşılmasına katkı sağlamasını engellemeyecektir.
Yıllar Öncesinden Planlanan Savaş
Karaciç, Yugoslavya’nın parçalanışının Batı’da planlandığını söylerken sadece bir devletin yok edilmesinin planlandığı kısmına vurgu yaptı ama bu planda başat rolün Sırpların kışkırtılmış milliyetçiliğine verildiğinden, Makedonya ve Bosna-Hersek’in de gözden çıkarıldığından bahsetmedi. 26 Ekim 1990 tarihli Newsweek'te yayınlanan "2000 Yılında Avrupa" olarak isimlendirilen harita, “"20. yüzyılın bu son on yılında, Avrupa yeni bir görünüm alacak. Yeni devletler doğacak, eski sınırlar kayacak, yeni bölgesel gruplaşmalar oluşacak” haberiyle yayınlanmıştı ve Karaciç’in iddiasının basına yansımış bir kanıtıydı. İddialara göre harita CIA kaynaklıydı ancak her nasılsa Miloşeviç’in “Büyük Sırbistan” planıyla tam olarak örtüşüyordu. Newsweek’in aynı özel haberi şöyle devam ediyordu: “Kimse Yeni Avrupa'nın şeklini tam olarak bilemez. Ama değişikliğin acılı ve korkulu olacağı kesin. Bu işlemi yönlendirmek, yeni Avrupa düzeninin yapılarını kurmaya başlamak için 34 milletin lideri bu hafta Paris'te bir araya geliyorlar." Sırpların harekete geçmesinden yıllar öncesinde savaş ile çizilmek istenen sınırlar resmedilmişti. Dolayısıyla Karaciç’in “Bosna savaşı, bazı ülkelerin emperyalist hedeflerine ulaşmak ve kendi askeri ittifaklarını hayata geçirmek için küçük bir halkı nasıl suiistimal edebildiklerinin göstergesidir"[4] sözleri, tam anlamıyla gerçeği yansıtıyor. Bu gerçek sadece Balkanları değil dünyanın Balkanlaşmaya müsait diğer bölgelerini de bağlıyor.
Sırplara Destek Veren Devletler
Karaciç, 2 Mart’taki savunmasında, köktendinci Boşnakların Amerika’nın desteğiyle bir İslam devleti kurmaya çalıştığını öne sürmüştü. Halbuki savaş boyunca ortaya çıkan bilgiler derlendiğinde, ABD’nin son dakikaya kadar Sırplara işlerini bitirmeleri için zaman kazandırdığını gösteriyor. İngiliz The Guardian gazetesi, 17 Ağustos 1992 tarihli nüshasında, ABD’nin Sırpların Boşnaklara yaptıkları zulüm ve vahşeti, toplama kamplarını Haziran’da (1992) öğrendiğini; ABD istihbarat örgütlerinin raporlarında, Sırpların Müslüman Boşnak ve Hırvatlara zulmederek binlercesini öldürdüklerine yer verdiklerini ancak ABD yönetiminin bunları açıklamadığı haberine yer veriyordu. 1992 tarihli bu haberin üzerine Srebrenitsa’daki soykırımın 1995’te gerçekleştiği hatırlatmasının eklenmesi gerekir.
Karaciç, savunmasında ABD ve İran’ın Boşnaklara doğrudan silah yardımı yaptığına da yer veriyor. Muhtemelen savcılık makamı, “Rusya, Yunanistan, Romanya ve dolaylı olarak İsrail, Sırplara uygulanması gereken silah ve petrol ambargosunu delmeselerdi, Sırpların bu savaşı soykırıma vardıracak denli ileriye taşıması mümkün olmayacaktı.”[5] diyen bir karşı yanıt hazırlamayacak. Aslında Sırplara verilen destek sadece silah ve mühimmat sevkinden ibaret değildi. ABD eski Başkanı Bill Clinton, Hayatım isimli kitabında,[6] dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Francois Mitterrand'ın Müslümanların liderliğinde kurulacak bir Bosna'yı istemediğini açık bir biçimde yazıyordu. Nitekim Mitterand’ın[7] Avrupa’nın kalbinde Müslüman bir ülkeye izin veremeyecekleri yönündeki açıklaması, Karaciç’in binlerce insanın işkenceyle öldürüldüğü bir savaşı neden “Kutsal Savaş” olarak nitelendirdiğini açıklıyor. Prof. Dr. Muhamed Filipoviç de dönemi özetlerken Mitterrand'ın Boşnakların göç ettirilmesine, Sırplar ve Hırvatlar tarafından öldürülüyor olmalarına ses çıkarmadığını ve geride kalan Boşnakların da, devleti ve kurumlarını kontrol edemeyecek şekilde Bosna’nın belli bir toprak parçasına itilmesini onaylıyordu diyor.[8] Nitekim günümüzde Boşnaklar Bosna’da bu duruma getirildi.
Washington'da askerî konularda araştırma yapan BASIC adlı kuruluş tarafından yayımlanan bir raporda,[9] çeşitli kaynak, belge ve New York'taki Birleşmiş Milletler Merkezine çekilen kriptolara dayanılarak "Srebrenica katliamının Fransa'nın tutumu sonucu yaşandığı" görüşü savunulmuştu. Chirac, soykırımın başlıca sorumlusu olarak gösteriliyordu. BM Güvenlik Konseyi’nin 24 Mayıs 1995 tarihli gizli oturumunda Bosna’da güvenli bölge ilan edilen Srebrenica, Zepa ve Gorazde’nin Sırplara karşı artık savunulmaması görüşünü ortaya atan BM Barış Gücü Komutanı General Bernard Janvier de Fransız idi ve Fransa’yı temsil ediyordu. BASIC’in raporunda, 11 Temmuz 1995’de, Lahey’de gizli bir toplantı yapıldığı ve BM Barış Gücü’nde görevli Hollandalı subayların Sırpların kısa süre içerisinde Srebrenitsa başta olmak üzere bölgeye saldırıya hazırlandıklarını ilettikleri, General Janvier’in Paris’ten bir telefon aldıktan sonra Mladiç’in kenti ele geçirmeyi planlamadığını ve NATO müdahalesine gerek olmadığını bir kez daha söylediği de yer alıyor. Raporda bahsi geçen o Paris kaynaklı telefon görüşmesinden sadece 16 saat sonra Srebrenitsa Sırpların eline geçmişti.
Srebrenitsa, Bosna’daki mezalimin son noktasıydı, öncesinde ise Batı’ya yapılan yüzlerce müdahale çağrısı ve yine çağrılara kayıtsız kalanlar vardı. Bosna-Hersek Cumhurbaşkanı Alija İzzetbegoviç’in 5 Aralık 1994 günü AGİT zirvesinde yaptığı konuşmada açık bir şekilde “BM ve NATO güçlerince temsil edilen dünya, tek bir kenti bile koruyamıyor.” diyor ve “Bihaç bölgesine yiyecek ve insani yardım taşıyan konvoyların geçişi yasaklandı. Fransız taburu, saldırıdan hemen önce bölgeyi terk etti.” sözlerini ekliyordu.[10] Aynı konuşma ile Paris ve Londra’nın Sırbistan’ın hamileri gibi davrandıkları; Güvenlik Konseyi’ni ve NATO’yu bloke ettikleri, Sırp saldırısını durdurmak için alınabilecek herhangi bir önlemi engelledikleri ifadeleri de kayıtlara geçmiş oldu.
Dönemin bazı liderlerinin sorumluluğunun ispatlanması, Karaciç’in suçluluğunun ispatlanmasından daha zor değil. Sadece adaletin sağlanmasının geciktirilmesi ya da önlenmesi değil suçun işlenmesi aşamasında da bazı üçüncü ülkelerin desteğinin olduğu bilinen gerçeklerdendir. Karaciç de savunması sırasında Batılı bazı liderlerin sorumluluğu konusunda bol miktarda delil sunacaktır. Ne var ki, yargılanmaları hatta mahkemede tanık olarak ifadelerine başvurulması imkansız. Srebrenitsa Anneleri’nin Hollandalı BM askerlerinin Boşnakları Mladiç'e teslim ederek soykırımı önleme yükümlülüğünü ihlal ettiği gerekçesiyle açtıkları dava, Hollanda mahkemesince “uluslararası hukuk pratiğinde BM'nin dokunulmazlığı ölçüttür” gerekçesiyle usulden reddedilmişti. Devletlerin BM gücüne katılımını engelleyeceği endişesi ihmallere ve bazen belgeleriyle ortada olan suçlara yok muamelesi yapılmasına neden oluyor. Ancak ICTY gibi ad-hoc/özel mahkemeler hiç değilse bireylerin sorumluluklarını ortaya koymak ve cezalandırılmasını sağlamak bakımından önemli.
Karaciç, Saraybosna'nın 43 ay süren kuşatılması sırasında 12 bin kişinin öldüğü bombalamanın emrini vermek ve Srebrenitsa’da 8 bin Bosnalı erkeğin öldürüldüğü soykırımı düzenlemekle suçlanıyor. Hakkında hazırlanan iddianamede 1992-1995 arasında işlenmiş iki adet soykırım, beş adet insanlık suçu ve dört adet de savaş yasa ve geleneklerini ihlal iddiası yer alıyor. Mahkemeye sunulan deliller Karaciç’in suçluluğuna dair şüphe bırakmayacak netlikte.[11]
Yargılanma süreci ile ilgili tek sorun ICTY’in görev süresinin uzatılmasının Rusya ve belki Fransa tarafından veto edilmesi olabilir. Karaciç’in ömrünün yargılanma sürecinin tamamlanmasına yetmemesi ise büyük şansızlık olur. Aslında, yargılanması başarıyla tamamlanan –eski- Bosnalı Sırp Cumhurbaşkanı Biljana Plavsiç’in mezalimdeki sorumluluğu nedeniyle aldığı 11 yıl hapis cezası ve cezasının üçte ikisini çektikten sonra “iyi hal”den erken tahliye edilmesi, 64 yaşındaki Karaciç’in yargılama sonrası için endişelerini hafifletecektir.
Karaciç’in "Yugoslavya'nın parçalanması ve Bosna Savaşı, ben daha siyasete atılmadan önce büyük güçlerce planlanmış. Askeri güç ve istihbarat imkânlarını kullanarak bu olayların fitilini ateşlediler" sözleri tamamen gerçeği yansıtıyor. Ama savunmasında neden böylesi planların bir parçası olduğunun yanıtı bulunmuyor. Karaciç ölüm getiren ordunun başındaydı. Neden binlerce kadın ve erkeğin ölüm emrini verdiğinin, neden tecavüz timleri oluşturup burada 6-7 yaşındaki çocuklara bile kıyılabileceği emri verdiğinin, işkence ve ölüm yöntemlerinde bu denli canavarca bir yaratıcılığı nasıl gösterebildiğinin, hangi ruh haliyle 80 yeni işkence metodu icat edebildiklerinin yanıtlarına bu dava ile ulaşmak mümkün değil.
(Makale ilk kez 3 Mart 2010 tarihinde Türksam internet sitesinde yayınlanmıştır. )
[1]“Etnik Temizlik” ifadesi Bosna’da yaşanan mezalim sonrasında literatüre girmiştir. Muhtemelen soykırım ifadesinin ağır anlam yükünün hafifletilmesi amaçlanmıştır.
[2]Pale, Bosna-Hersek’in başkenti Saraybosna’nın (Sarajevo) 15 km doğusunda, Bosnalı Sırpların 1992-1995 yılları arasındaki savaş sırasında karargâh olarak kullandıkları şehirdir.
[3] Richard Holbrooke, 1995’te Bosna-Hersek’teki savaşı sona erdiren Dayton Barış Anlaşmasına aracılık da eden eski ABD elçisidir. Karaciç’in iddialarını reddetmektedir. Karaciç’in dokunulmazlık anlaşmasını ileri sürerek hakkındaki tüm suçlamaların düşürülmesi talebi, mahkeme savcılarının böylesi bir anlaşmanın var olması halinde dahi bunun mahkeme huzurunda yasal olarak bağlayıcı olmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. (18 Haziran 2009) BM savaş suçları mahkemesinin temyiz mahkemesi de kararı 13 Ekim 2009’da onaylamıştır.
[4]Radovan Karaciç’in Ağustos 2009 tarihinde AFP ajansının yazılı sorularına verdiği yanıtlardan.
[5] Türkiye’nin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun 1993 Mart’ında İzlenim dergisinde, muhtemel bir stratejik İslami hattın oluşmasına karşı önlem alan güçlerin dile getirildiği bir makalede şu ifadeler dikkati çekiyor: “Yunanistan'ın Sırbistan'a birleşme tekliflerine kadar varan açık desteği, İsrail'in Hindistan ve eski Yugoslav Cumhuriyetleri'ndeki etnik temizlik hareketlerine sağladığı lojistik ve istihbarat desteği, Türkiye'deki Yahudi lobisinin Ermenistan ile ilişkileri artırmak için gösterdiği yoğun çaba, İsrail ile Singapur arasında gittikçe yoğunlaşan ilişkiler bu açıdan tutarlı ve anlamlı gelişmelerdir..."
[6]Bill Clinton, Hayatım (My Life), ( çev. A. Cevat Akkoyunlu), Doğan Yay, İstanbul 2005
[7]Mitterand, gerçekten de Körfez Krizi sırasında gösterdiği hassasiyeti ve insancıllığı(!), Bosna-Hersek’te ve Azerbaycan'ın Karabağ bölgesindeki Ermenistan işgali konusunda göstermemiştir.
[8] Bir Savaşın Anatomisi: Bosna-Hersek, TRT, 2007 (Senaryo yazarı ve danışman: Erhan Türbedar; Prodüktör: Ahmet Sabuncu)
[9]Raporun diğer ayrıntıları için bkz. TBMM 22. Dönem, 116. Birleşim, 1. Oturum (23 Haziran 2005)
[10] Alija İzzetbegoviç, Konuşmalar, Klasik yay., s. 189- 190
[11] Saraybosna'nın işgali dahil, 44 aylık dönemde yaşananlarla ilgili 938 bin 585 sayfalık dosyada 72 bin 634 adet belge bulunuyor.