Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, 45 yıldır kapalı olan Maraş’ın açılması ve 74 öncesi sakinlerinin dönüşü için bir çalışma başlattı. İlk adım, 18 Haziran’da KKTC Bakanlar Kurulu’nun aldığı bilimsel envanter çalışması yapılması kararıydı. Maraş’ın açılması, Kıbrıs meselesinde önemli bir değişimin, farklı bir yaklaşımın simgesi olmaya aday bir adım. Peki, Maraş’ın açılması hayata geçirilebilecek bir proje mi? Yoksa envanter tespiti aşamasında mı kalır? Karşılaşılacak hukuki sorunlar neler olacak ve KKTC bunlara hazırlıklı mı? Maraş’ın aslında vakıf mülkü olduğu iddialarının dayanağı nedir ve arazi Vakıflar’a aitse üzerine yapılan binaların durumu ne olacak?
Maraş’ın açılması öncelikle şehrin askeri bölge olmaktan çıkması, sivil hayatın başlaması anlamına gelir. Keza Maraş, BM Yeşil Hattının tampon bölgesi olarak kabul edilmektedir. Kuzey Kıbrıs'ın Gazimağusa şehrine bağlı olan Maraş, 1974'te BMGK'nin aldığı karar uyarınca hem yerleşime hem de iskâna kapatılmıştı. İkinci olarak bir anlaşma ya da güven arttırıcı önlem kapsamında Maraş’ın Rum Yönetimi’ne verilmeyeceği anlamına gelir. Üçüncü olarak BM Güvenlik Konseyi’nin ilgili kararı aleyhine ama AİHM yaklaşımına uygun ve Maraş’taki mülk sahipleri yararına hareket edildiği anlamına gelir. Maraş’la ilgili AİHM’e taşınmak istenen 274 başvuru olduğunu not düşelim. Dördüncü olarak ise KKTC’nin Rum Yönetimi’nin beklenti ve itirazlarından tamamen bağımsız hareket ettiği anlamına gelir. Bu da Maraş’ın geleceği konusundaki tasarruflarda KKTC’nin karar verici olduğu; devlet kararlılığı gösterildiği anlamına gelir. Anlaşılan KKTC Hükümeti statükonun terk edilmesi konusunda ısrarcı ve bunun için bir metot da geliştirmiş. Süreç de gösterdi ki Maraş, Rumların -doğalgaz gelirlerini paylaşmak da dahil- bir şekilde müzakere masasına çekilebilmesi için bir blöf olarak ortaya atılmamış.
Rum Yönetimi (GKRY), Maraş’ın açılmasının önüne geçmek için kimi girişimlerde bulundu. Yeni bir müzakere süreci başlatmak ilk girişimdi. Rum lider Anastasiadis, federasyon zemininde müzakere yürütülmesini anlamsız bulduğunu Crans Montana zirvesinin bitiminde ifade etmiş; 2018’de de Türklerin yerel yönetimlerdeki yetkilerinin arttırılacağı ama merkezi devletteki yönetimde etkisizleştirileceği (desantralizasyon) bir müzakere zemini önermişti. Maraş’ın açılması kararı ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin kendi kıtasahanlığı ve KKTC’nin yetkilendirmesiyle KKTC’nin deniz bölgelerinde gerçekleştirdiği sondaj faaliyetleri ise Anastasiadis üzerindeki baskıyı arttırdı. Rum muhalifler ama özellikle AKEL, derhal bir müzakere masasının kurulmasını istiyordu. Anastasiadis, yeni sürecin başlayabilmesinin ön koşulu olarak Maraş’ın açılması girişimlerinin iptal edilmesi ve Doğu Akdeniz’deki sondaj faaliyetlerinin sonlandırılmasını istedi. Rum tarafının “referans şartları”, KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı tarafından reddedildi. Akıncı’nın da hidrokarbon konusunda ortak komite kurulması önerisi reddedildi. Belirtilmeli ki referans şartlarda uzlaşı sağlanamadığının ilan edilmesine rağmen BM Genel Sekreteri, New York’ta taraflarla bir araya gelerek müzakere süreci başlatma girişimini sürdürecek. Rum Yönetimi’nin Maraş’ın açılmasını önleyebilmek amacıyla konuyu BM Genel Kurulu’na taşıma hazırlığı da ikinci önemli girişimi olacak. Burada GKRY, BM Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 550 sayılı kararına dayanacaktır.
Engel: 550 Sayılı Güvenlik Konseyi Kararı
Maraş’ın açılması girişiminin önündeki en büyük engel de beşinci maddesinde “Maraş’ın herhangi bir bölümüne kendi sakini dışındaki insanların yerleştirilmesi çabalarını kabul edilmez olarak niteler ve bu bölgenin Birleşmiş Milletler yönetimine devredilmesi çağrısında bulunur” diyen BMGK’nin[1] 11 Mayıs 1984’te aldığı 550 sayılı karardır. Hemen belirtilmeli ki KKTC’nin projesi zaten Maraş’ın 74 öncesi sakinlerine yapılacak çağrıyı hedefliyor. Üstelik karar kentin sakinlerinden bahsediyor ve bu o dönemin kiracılarını da kapsayan bir sözcüktür. Bu anlamda 550 sayılı kararla çelişen bir yaklaşım yok. Öte yandan 550 sayılı kararın bağlayıcılığı tartışmalıdır. Nitekim aynı kararda KKTC’nin ilanının geri alınması da istenmişti ve “Türkiye ve Kıbrıs Türk liderliği arasındaki karşılıklı büyükelçi atanması gibi ayrılıkçı hareketleri kınar” ifadesi de bulunuyordu. Bağımsızlığının 36. yılı kutlayan KKTC’nin 550 sayılı kararı Maraş’ın açılması önünde engel olarak görmesi mantıklı bir beklenti olmayacaktır. Kaldı ki gerek 550 sayılı gerekse KKTC’yi yasa dışı kabul eden ve tanınmaması çağrısında bulunan 1983/541 sayılı BMGK kararları, siyasi bağlayıcılığı olmayan tavsiye nitelikli kararlardır. Kararlar KKTC’nin bağımsız bir devlet olma niteliğini ortadan kaldırmazlar. Alındıkları dönemde dahi usul ve esasa aykırı nitelikte oldukları için eleştirilmiş, Güvenlik Konseyi’nin yargı organı gibi hareket etmekle yetki aşımında bulunduğu ifade edilmişti.[2] Keza bu iki karar “iki toplumu da temsil eden meşru bir ‘Kıbrıs Hükümeti’nin’ varlığını sürdürdüğünü” söyleyen 1964/186 sayılı bir başka hatalı karara dayanırlar. Kıbrıslı Türklerin haklarını savunmasız kılan da zaten bu kararlardır.
Diğer taraftan “iki kesimlilik”, “siyasi eşitlik” gibi Kıbrıs müzakereleri için BM’nin ilkesi haline gelmiş pek çok konuda ciddi sapmalar yaşandı. 1990/649 sayılı BMGK kararındaki “toplumların siyasi eşitliği” ilkesi[3] Cenevre Zirvesi’nde korunamadı. Değişen konjonktür nasıl ki “iki kesimlilik” ilkesinin işletilmesine izin vermiyor Maraş hakkındaki ilgili karar da yeni günün konjonktürü çerçevesinde değerlendirilmelidir.
Aslında hukukçu olan KKTC Dışişleri Bakanı Kudret Özersay’ın Maraş’ta BM kararlarına göre hareket etme yaklaşımının Rum tarafının tezi olduğunu vurgulaması,[4] Maraş’ta atılacak adımlarda BM yetkililerini muhatap almadıklarını; Maraş’ta yetki icra etme ve buraya ilişkin tasarruf hakkının tamamen KKTC Hükümeti’nin inisiyatifinde olduğunu söylemesi, KKTC’nin konuya bakışını özetler. Belli ki 550 sayılı karar, hukuki bir engel olarak görülmemektedir ya da aşılacak formül üretilmiştir. Nitekim “Maraş’ın sakinleri” ifadesi, kararın lafzi yorumuna uygundur, aykırılık söz konusu değildir. Özersay, Rum tarafının da bu sürece öyle ya da böyle dahil edilmeyeceğini vurguluyor. Ne yapılacaksa KKTC mevzuatı içinde yapılacağını da söylüyor.[5] Aslında ekonomist olan KKTC Başbakanı Ersin Tatar’ın, “Teli kaldırdığınız anda, plajda birkaç oteli açma durumunda Maraş kendiliğinden açılacak ve ekonomimize güç verecek. Çalışmaların çok uzun süreceğini düşünmüyorum. Büyük sermaye grupları bizimle istişare ediyor, bir takım ön değerlendirmeler şimdiden yapılıyor. Maraş’ın kendi kendini finanse edebileceği de bir gerçektir… Baş edemeyeceğimiz büyüklükte de değil.”[6] sözleri de KKTC’nin salt envanter çalışmasıyla yetinmediğini, açılması sonrası için de çalışma yürütüldüğünü düşündürüyor. Rum basınında yer alan Rus ve Çinli yatırımcıların Kapalı Maraş'ta mülkü olan Rumları mülklerini satması için ikna etmeye çalıştığı haberleri de tek hazırlık yapanın KKTC olmadığını göstermektedir.
Neden Şimdi?
Rum Yönetimi, çözüm durumunda zaten teslim alacağına inandığı Maraş’ın iadesini güven arttırıcı önlemler paketi kapsamına almaya çalışmıştı.[7] Garantörlük Anlaşması’nın iptali ve Türk askerinin çekilmesini görüşmelerin ön şartı yapma isteğinin arkasındaki niyet Maraş konusunda da geçerli. Müzakereler boyunca aldığı her tavizi kazanım haline getiren ama verdiği tavizi bir sonraki görüşmede yeni bir taviz almak için pazarlık konusu yapan Rum zihniyeti, Kıbrıs Türkünün çözülmesini kolaylaştırmak istiyor. Türk tarafı ise Maraş’ın iadesinin güven arttırıcı önlemler çerçevesinde değerlendirmenin koşulu olarak Mağusa Limanı ve Ercan Havalimanı’nın tanınması şartını koşmuştu. Vermeden almak isteyen Rum tarafı reddedince de Maraş kapsam dışı kalmıştı.
Maraş’ın görüşmelerde yer alışının geçmişi bu şekilde. Ama Maraş’ın açılması kararının gündeme gelmesi, KKTC’nin bu “masada kal” oyununu sürdürmek istememesi ile ilgili. Müzakereler bir ilerleme sağlamadığı gibi her kurulan masa, Rum tarafının yönetimi, egemenliği yani ortak devletin idaresini Türklerle paylaşmak istemediğini vurguladığı bir süreç halini aldı. Aslında Annan Planı iki tarafın müzakerelerle varabileceği son noktaydı. Çünkü referandum son aşamadır. Referandum neticesi, konuyu sonsuza dek kapatır. Ama aynı değerlere inanan Mehmet Ali Talat- Dimitris Hristofias ikilisinin müzakere yapması, dışarıdan dayatıldı. En son Mustafa Akıncı-Nikos Anastasiadis ikilisinin yürüttüğü müzakere süreci de çökünce masada oyalanmayı durdurma hamlesinin de önü açılmış oldu. Maraş bu hamlenin en açık sembolüdür. Kıbrıs Türk Halkının Rum Halkınınkine paralel “Egemen Eşitliği” ve self- determinasyon hakkı, -evveliyatı da olmakla birlikte- 19 Aralık 1956’da İngiltere Dışişleri Bakanı Sir Alan Lennox Boyd tarafından Enosise karşı, İngiliz Parlamentosunda zabıtlara tescil ettirilmişti. KKTC bu temel hakkı üzerinde yürümeye kararlı. Ada’daki askeri üsleri gündeme getirdiklerinde Rumlara “Dönüp de kuruluş anlaşmalarını okuyun” diyen İngiliz mantığının Türk halkının egemen eşitliği ve self determinasyon hakkı konusunda da aynı tutumu sergilemesini beklemek yerinde olacaktır. Bu çerçevede Maraş’ın açılması, Kıbrıs Sorunu’nun çözümünün ertesi günü olacak olanı denetimli olarak öne çekmektir. Yani çözüm için diretmektir.
Maraş’ın Türk Vakıf Malı Olması Meselesi
Maraş’ın İngiliz dönemindeki kayıp tapu belgelerinin bulunması, Maraş’ın statüsünü aslında uzun zaman önce tartışmaya açmıştı. İngiliz Sömürge Yönetimi’nin 1907’de (12/1907 sayılı “Taşınmaz Mal Tescil ve Değerlendirme Yasası/29.madde”), o güne dek yürürlükte olan Osmanlı tapu sicillerini kaldırarak yeni bir sicil düzenlemişti; bu sicile birçok vakıf mülkü dâhil edilmedi. (Yasanın kilise emlakine dokunmadığını, kiliseye karşı adil ve hukuka uygun davrandığını not düşelim.) 1944’de yeni bir yasayla (Fasıl225-14/1944 sayılı İcareteynli Vakıf ve Tahsisat Kabilinden Arazi-i Mevkûfe Dönüştürme Yasası) ise o güne kadar icareteynli vakıf ve tahsisat kabilinden arazii mevkûfe olarak bilinen taşınmaz mal sınıflarının sırasıyla mülk ve arazii emiriye’ye (miri/devlet arazisi) dönüştürülmesini bir yasa daha çıkarmıştır. Arazii Mevkufe ve icaretein Mevkufe türü vakıf mülklerin kullanım hakkını, 10 yıl ve daha fazla kullandığını ispat edenlerin ismine devrediyordu.[8] İşte Maraş’ın Vakıf malı olduğu biliniyordu ancak bunun İngiliz tapu sicilinde gösterilip gösterilmediği bilinmiyordu; Rumlara yapılan devirlerin 1944 yasası kapsamında olup olmadığı bilinmiyordu. Tapu Sicilleri İngiliz Yönetimi’nin elindeydi; 1960-63 döneminde ise Rumların elindeydi, Türkler ise 1974’e dek hayatta kalma mücadelesi vermekle meşguldü. 1992’de terk edilmiş bir otelin bodrum katında tapular bulundu. Lala Mustafa Paşa mazbut; Abdullah Paşa Vakfı ise mülhak vakıf olarak tapuya işlenmişti. Mazbut ve mülhak vakıf türündeki vakıflarsa zaten hiçbir zaman 14/1944 sayılı Yasa’nın kapsamında tutulmamıştı. İki husus var: (1) Bu iki vakıf, İngiliz tapu sisteminde de tapuda kayıtlıydı ve (2) vakıf türleri itibariyle zaman aşımı yoluyla 14/1944 yasasına göre 10 yıl kullanana devredilen vakıflardan değillerdi. Mülkün bulunduğu yer mahkemesi olan Magusa Kaza Mahkemesi’ne gidildi.
Tapu belgelerini inceleyen Mağusa Kaza Mahkemesi, 28 Ocak 2002’de Lala Mustafa Paşa Vakfına ait mülk davasını, 27 Aralık 2005’te de (271/2000 sayılı) Abdullah Paşa Vakfına ait mülk davasını neticelendirip gasp edilen malların bu Vakıflara ait olduğuna ilişkin tespit kararı aldı. Kararlar tapu devir işlemlerinin geçersizliğini vurgular. Yani İngiliz döneminde Vakıf Malları usulsüz şekilde Rumların üzerine geçirilmişti. Bir kısmının üzerine miras yoluyla, bazılarına istibdal, bazılarına da “hediye” kaydı düşülerek Rumlara devredilmiştir. Mahkeme, uluslararası bir mahkeme gibi hareket etti. Yaptığı sadece tapu belgelerinin sahihliğini tartmak değildi. 1571’den beri yürürlükte olan Ahkam-ül Evkaf prensipleri, vakıflara ilişkin içtihat değildi tek bakılan. Davanın avukatlarından Av. Ergin Ulunay’ın ifadesine göre İngiliz Yönetimi ve Kıbrıs Cumhuriyeti döneminde[9] çıkarılan vakıfları ve mülkiyeti ilgilendiren tüm kanunlar, yönetmelikler incelendi. Bahsi geçen el değiştirmelerin İngiliz hukuk sisteminde yeri olup olmadığı, yani İngiliz hukuk sistemine uygunluğu incelendi.
2006’da kurulan Taşınmaz Mal Komisyonu da (TMK), Maraş ile ilgili başvuruları süresiz ertelemiş ve bu davalarda ‘Vakıflar ve Dinişleri de taraftır’ hükmünü vermişti. Aralık 2016’da Yüksek İdare Mahkemesi aldığı kararla Mağusa Kaza Mahkemesinin Kapalı Maraş’ın Vakıf Malı olduğuna dair kararını onayladı ve tescil etti. Kısacası Maraş’ın açılması, sakinlerinin belediye hizmetleri, vergileri, yasaları, güvenliği ile bir bütün olarak KKTC devleti çatısı altına gelmesidir ama aynı zamanda çok yüklü yepyeni bir dosyanın da açılması anlamına gelir.
KKTC Hükümeti’nin planı, tapularda Maraş’ın asıl sahibi görünen, Vakıf İdaresi’ne Maraş’ı teslim etmek değil. Ama bahsi geçen vakıf mülklerinin mütevellisi olan Kıbrıs Vakıflar Örgütü de bir taraftır, arazi üzerinde hak iddiasında bulunabilecektir. Mahkeme önüne geldiğinde ise muhtemelen arazi üzerine otel, konut veya benzeri bina yapanların hakları ayrı, arazinin sahipliği ayrı ele alınacaktır. Vakıflar İdaresi, bu aşamada arazi kira bedeli alarak mutasarrıf hakkı sahiplerinin kullanımını mümkün kılmak niyetinde olduğunu açıklıyor. Belirtmek gerekir ki Vakıflar İdaresi, ellerindeki belge ve hazırlıkla Hükümetin planı haricinde devreye girdi.
Bahsettiğimiz büyük bir dosyadır çünkü AİHM, Arestis isimli Rum kadının, elinde orijinal bir tapu kaydı ya da belgesi olmaksızın Maraş'taki mülkünü Türkiye'nin askerî müdahalesi nedeniyle kullanamadığı gerekçesiyle 1998’de açtığı dava ile ilgili olarak 22 Aralık 2005’te Türkiye’yi suçlu bulduğu kararını açıklamış; 7 Aralık 2006 kararında ise 885 bin euro tazminat ödemeye mahkum etmişti. Bu mülk Abdullah Paşa Vakfı’na aitti ve belgeleri Türk tarafının elindeydi ama AİHM’e sunulmamıştı. Türklere, delil teslim süresi dolmuştu diye açıklama yaptı ilgililer ama aslında Rumlarla yeniden müzakere süreci başlatılması söz konusuydu ve Rumlarla sürtüşme yaratacak çalışmalar içerisinde olmamak gerektiği, düşünülüyordu. İktidarda olan Cumhuriyetçi Türk Partisi ve Mehmet Ali Talat da Vakıf Mallarının alınabileceğine inanmıyordu.
KKTC mahkemelerinin tanınmadığını iddia ettiler ama Maraş’la ilgili davalarda yetkili mahkeme zaten Magusa’daki mahkemelerdi. İkincisi TMK’nın kararları AİHM tarafından onaylanır ve emsal kabul edilir. Üçüncüsü Vakıf Mallarına ilişkin hukuki statü (Ahkamül evkaf) ile Kilise Topraklarına ilişkin hukuki statü birbiriyle örtüşür. Değişmeyen kural ise Vakıflar devredilemez, bağışlanamaz ve satılamazlar. Kilise toprakları nasıl ki görüşmelere konu dahi edilmeden iade edilecek toprak kapsamında görülüyor, aynısı Türk Vakıf Malları için de geçerlidir. Vakıf malları da Maraş’la sınırlı değildir.
Öte yandan Osmanlı dönemine ait bir hukuktan bahsetmiyoruz. Vakıf Mallarının bu statüsünü İngiltere yönetimi devralırken tanımıştı ve hukuki sistem 1960 Anlaşmaları ile kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti için de bağlayıcıydı. Bu nedenle İngiliz Yönetimi gibi 1960-1963 döneminde Kıbrıs Cumhuriyeti de Vakıf mülklerinden topladığı kira bedellerini Vakıf İdaresi’ne ödemekteydi. Bu, icareteynli vakıflara ait zemin kirası bedeli olarak belirlenmiş 2230 Sterlinlik bedeldi. Kayıtlara zemin kirası olarak girmesi, arazilerin Vakfa aitliğinin tanındığı, sadece arazi üstüne yapılan yapının kişi üzerine kaydedildiği anlamına geliyor. Hatta ilk dönem kayıtlarına göre İngiltere 1878’de yönetime geldiğinde Osmanlı Devleti’ne ödemesi icap eden kira bedeli 96 bin altın iken –ki hiç ödeme yapmadı- Vakıf mülklerinden topladığı kira 5 milyon altın ediyordu. Sonuçta Osmanlı adayı geçici olarak İngilizlere verdiğinde, Ada’nın yüzde 14’ü vakıf malı statüsündeydi. Önemli olan şu: Sistem işliyordu. Usulsüz devir işlemleri ise İngiltere’nin 1944’te çıkardığı bir kanunla bazı vakıf mülklerini 10 yıldan fazladır işletenlere devretmesidir. (Ama kira bedellerini, düşük tutarlarda olsa da Vakıflar İdaresi’ne ödemeye devam etti.) Bu konudaki püf noktalarından biri ise bu kanunun mazbut ve mülhak vakıfları kapsam dışı bırakmış olmasıdır. Dolayısıyla Maraş’taki Vakıf Mallarının devri usulsüz olmuştur. Vakıf mallarının devredilemez, takas edilemez, satılamaz, bağışlanamaz statüsü de bu tür işlemleri yok hükmünde kılar.
Vakıf İdaresi, bir komisyon kurarak 1571’den 1974’e kadar bütün Vakıf Mallarını inceledi. 2 bin 443 kütük defteri, 13 bin dosya ve 8 milyon belge incelendi, 20 Milyon veri çıkartıldı ve hepsi de bilgisayar ortamına geçirildi. Kıbrıs’taki herhangi bir parselin hangi işlemlerden geçtiğini görebilecek ve ispatlayabilecek bir sistem kurdular.[10] Kısacası Vakıflar İdaresi, Kıbrıs Türk halkının yararına bırakılmış, birer kamu ekonomi kaynağı olan mülkleriyle ilgili bu dosyaya çok iyi hazırlandı. Maraş’ın açılması ise Vakıflar İdaresi’nin buradaki mülkleri için açacağı davaların sonucu ne olursa olsun konunun politik arenaya taşınması bakımından çok önemli bir adım. Yeni bir sürece işaret ediyor.
Sonuç: İki Devletli Çözüm
Kapalı tutulan Maraş’ın KKTC idaresi altında, eski sakinlerine yapılacak bir çağrıyla açılması ve yaşayan bir kente döndürülmesi projesi, bugün yeni bir müzakere sürecini tetikleyen ve aynı zamanda başlamasını da engelleyen bir gelişme oldu. Rum Yönetimi, Maraş’ın açılması durumunda burada mülkü bulunan 3. ülke vatandaşlarının ve hatta artık mülklerine geri dönme umutlarını yitiren Rumların bu çağrıya cevap vereceğinin farkında. Hele ki söz konusu olan artık mülkün mirasçısıysa Rum Yönetiminin alacağı önlemler yetersiz kalacaktır. Daha önce TMK’ya başvuranları vatan haini ilan etmesi mülklerini almak isteyen Rumları engellememişti. 10 kişinin dahi mülkü için KKTC’ye başvurması Kıbrıs meselesinde geri dönüşü olmayan yeni bir döneme resmiyet kazandıracaktır. Üstelik bu çözümde AİHM damgası olacaktır. KKTC, Kıbrıs’ta nasıl bir çözüm modeli istediği konusunda Rum tarafına öncelik tanıyan yaklaşıma itiraz ediyor ve Maraş bunun için iyi bir adım.
Maraş’ın açılması, artık iplerin atıldığını sembolize ediyor. Maraş, artık pazarlık kozu değil, direk uçuşların başlaması ile ilişkilendirilmiyor, karşılığında bir taviz alınması planlanmıyor. Aksine açık ki uluslararası hukukta sonuçlar doğuracak bir devlet tasarrufuna gidiliyor; KKTC’nin bağımsızlığını ilan etmiş bir devlet olduğunun altı çiziliyor. Uluslararası hukuka, konjonktüre uygun şekilde eski sakinleri davet ediliyor. Maraş’ın açılması, kalıcı bölünmenin ilan edilmesidir. Federasyon hedefli bir çözüme ulaşılması GKRY’nin yaklaşımı nedeniyle imkânsız görülüyor ve 1959-1960 kuruluş anlaşmalarını yok sayan öneriler de kabul edilemez addediliyor. Kıbrıs Türkü, Rumların ortak idareyi reddetmesi karşısında Ada’nın bütünündeki yönetim hakkından vazgeçiyor ama kendine kalan bölgedeki egemenlik haklarında da ısrar ediyor. Üçüncü ülkelerden de Rumların uzlaşmaz tavrı nedeniyle almak zorunda kaldığı bu kararı kabul etmeye ve tanımaya davet ediyor. Egemen eşitliğinin tanınmasından sonrası için ise müzakerelere açık olduğunu da beyan ediyor. Çünkü barış getirecek kalıcı bir anlaşma, ancak iki tarafın eşit taraflar olarak masaya oturmasıyla elde edilebilir.
Bu makale ilk olarak Diplomatic Observer dergisinin Ekim 2019 sayısında THE EFFECT OF OPENING UP MARAŞ UNDER TURKISH ADMINISTRATION ON THE CYPRUS ISSUE başlığıyla yayınlanmıştır.
[1]BM Güvenlik Konseyi’ni Kıbrıs’la ilgili kararları için bkz. http://www.mfa.gov.tr/data/DISPOLITIKA/KIBRIS/BMGuvenlikKOnseyiKarari1984550553559.pdf
[2] Elihu Lauterpacht’ın mütalaası bkz. BM Belgesi, 9 August 1990, Ref:A/441968 ve S/21463; Kudret Özersay, Kıbrıs Sorunu Hukuksal Bir İnceleme, ASAM Yayınları Ankara, 2002.
[3] Background on The Cyprus Problem, 3. Printing, Directorate General of Press and Information of The Turkish Republic, Kurtuluş Ofset Basımevi, Ankara, 1993
[4] Özersay: “İnsan haklarına saygılı adımlar atacağız”, 30 Ağustos 2019, Yeni Düzen
[5] Özersay: Kapalı Maraş'taki statükoyu değiştireceğiz, 25 Temmuz 2019, Sputnik-Türkiye
[6] Tatar: Direkt uçuşları başarırsak tüm sıkıntıları aşarız, 19 Eylül 2019, Kıbrıs Gazetesi
[7] Rumlardan KKTC’ye Yeni Teklif, 16 Temmuz 2004, Kıbrıs Postası
[8] İlgili yasalar, yasa maddeleri, içerikler, bulgular ve hukuki süreç Kıbrıs Vakıflar İdaresi adına davaları açan Av. Ergin Ulunay’ın, Vakıflar İdaresi Genel Müdürü İbrahim Benter’in ve Kıbrıs Vakıf Mallarını Araştırma ve Değerlendirme Projesi Yöneticisi Dr. Nazif Öztürk’ün 20-21 Eylül 2019’da Türkiye Barolar Birliği’nin düzenlediği Kıbrıs’ta Son Söz başlıklı Panel’deki Vakıf Mallarının Hukuki Statüsü oturumundaki bildirilerine dayanılarak verilmiştir. Ayrıca benzer açıklamalar için bkz. https://www.youtube.com/watch?v=22H2-YVfXTc (Kıbrıs Vakıflar İdaresi 21 Nisan 2016 Doğu Akdeniz Üniversitesi – ÇALIŞTAY); ayrıca bkz. https://www.youtube.com/watch?v=pbCX7yww26g (“Maraş’ta Vakıf Malları”-panel, Girne Amerikan Üniversitesi (GAÜ) 21 Şubat 2018); ayrıca bkz. http://www.evkaf.org/site/dokuman/SUNUM-AL%C4%B0CATAL.pdf
[9]1907 tapu sicili; 1926 Aşarı kaldıran kanun; 1944 İcareteyni kaldıran kanun dahildir. İngiliz döneminde 1955’te yapılan Fasıl 337- Evkaf Yasası Ahkam-ül Evkaf kurallarına göre Vakıf mallarının devredilemeyeceğine, elden çıkarılamayacağına, satılamayacağına ilişkin hükümleri içermekte ve bu tarihte de Vakıf hukukunun korunduğunu göstermektedir. Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasının 110 uncu maddesinde “Ahkam-ül Evkaf” ın yürürlükte kalacağı belirtilmiştir. Ayrıca “1960 Adalet Mahkemeleri Yasasının (1960 Courts of Justice Law)” 29. Maddesinde “Ahkamül Evkaf”ın uygulanmaya devam edeceği belirtilmektedir. KTFD Anayasasının 96. maddesi ve KKTC Anayasasının 131. maddesi de Ahkam ül Evkafın yürürlükte olduğunu belirtir.
[10] Vakıf İdaresinin resmi internet sitesinde çalışmalar, belgeler, haritalar, yabancı hukukçuların görüşleri bulunabilir. http://www.evkaf.org