İran ile ABD arasında 40 yıldan beri devam eden güvensizlik, iki devlet arasındaki ilişkileri de şekillendirmiştir. Bu güvensizlik, ABD Başkanı Donald Trump döneminde daha yüksek bir seviyeye ulaşmış, Trump'ın bir yıl önce çok taraflı nükleer anlaşmadan çekilmesi ile dozu giderek artan gerginlik deyim yerindeyse ABD’nin diğer ülkelerle yaşadığı gerginlikleri gölgede bırakarak İran ile savaş söylemlerini gündeme getirmiştir.
Psikolojik savaş sürdürülüyor...
Geçtiğimiz günlerde Basra Körfezi ve Umman Denizi’nde tankerlere yönelik saldırılarda -kanıtlanmamış olmakla birlikte- İran suçlanmış, ancak İran tarafı bu suçlamaları kabullenmemiştir. Bu suçlamalar birkaç soru ile sorgulanabilir; ABD yaptırımları nedeniyle ekonomik olarak sıkıntılı süreçten geçen İran neden bu tür eylemlerde bulunarak AB ülkelerini ve komşularını kızdırmak istesin? Ya da İran'ın saldırı stratejisi böyle mi olurdu? Tankerlere yönelik saldırıları İran’ın gerçekleştirdiğine yönelik iddialardaki asıl amacın, İran’ı bu saldırılarla ilişkilendirerek uluslararası kamuoyu nezdinde zor duruma düşürmek olduğu ifade edilebilir.
Son olarak Hürmüz Boğazı üzerinde uçan ABD Hava Kuvvetlerine ait insansız hava aracının (İHA) İran tarafından düşürülmesinin ardından tekrar iki devlet arasında savaş olabileceği yönünde söylemler çıkmaya başladığı görülmektedir. Ancak gerilim ne kadar artarsa artsın yine de savaş çıkma ihtimali düşüktür. İran tarafından ABD’ye ait İHA’nın düşürülmesindeki amaç; bir anlamda karşı tarafı deneme, yani ABD’nin nasıl bir tutum sergileyeceğini ölçmek olarak değerlendirilebilir. ABD Başkanı Trump’ın, önce İran’a yönelik savaş emrini verip ardından geri çekmesi ise İran’a karşı bir çeşit psikolojik savaş sürdürüldüğünün işaretidir. Beklenilenin aksine her iki taraf da kesinlikle sıcak savaştan yana değildir. Israrla savaş çıkacak iddiasında bulunanların da bildiği üzere ABD, İsrail ve Suudi Arabistan, Yemen, Suriye ve Hizbullah üzerinden hali hazırda İran ile savaş halindedir.
Hem ABD hem de İran müzakereden yana...
ABD, kesinlikle müzakereden yana ve zaman zaman yetkililer de bunu dile getirmektedir. İran da ABD’nin bu tavrını bildiği için direnmekte ama aynı zamanda müzakereden yana olduğunu da ifade etmektedir. Bu durumda akıllara şöyle bir soru gelebilir. Her iki devlette müzakereden yanaysa neden hala gerilim devam ediyor? Sorun, ABD ve İran’ın geri adımı ilk atan devlet olmak istememelerinden kaynaklanmaktadır. İki devlet arasında dolaylı olarak Japonya, Irak, Katar gibi ülkelerin arabuluculuğuyla müzakereler sürdürülmekte, müzakerelerde üstünlük sağlama ve kendi kamuoylarını etkilemek amacıyla da sert söylemlerde bulunmaya devam etmektedirler.
ABD-İran gerginliğinde kritik tarih KOEP'in sonu da olabilir…
ABD Başkanı Trump'ın 8 Mayıs 2018'de Kapsamlı Ortak Eylem Planından (KOEP) çekilmesinin ardından yaptırımlarla ve körfezde yabancı bandıralı gemilere yönelik saldırılarla suçlanması ile iyiden iyiye kendini köşeye sıkışmış hisseden İran, 60 gün içinde anlaşmaya taraf ülkelerin İran çıkarlarını koruyacak önlemler almaması durumunda zenginleştirilmiş uranyum seviyesini artıracağını ve 2015 nükleer anlaşmadan geri adım atabileceğini bildirmiştir. Bu karar doğal olarak KOEP'in sonu olacaktır. Yani en kötü senaryo olarak düşünülen, ABD'nin geri çekilmesiyle İran'ın anlaşmayı geçersiz sayarak nükleer programını yeniden hızlandırma politikası gerçekleşmek üzeredir. Tehlike, İran'ın ABD'ye veya müttefiklerine karşı nükleer bir silah sahibi olması ve kullanması değil, nükleer silahlı bir İran'ın, Suudi Arabistan, Mısır ve hatta Türkiye de dahil olmak üzere Körfez ve Ortadoğu'daki diğer devletlerin nükleer seçeneklerini yeniden gözden geçirmesine yol açacak olmasıdır. Bu şekilde bir etkileşimin, bölgesel ve küresel güvenliğe tehdit oluşturacağı düşünülmektedir.
Nükleer silah bulundurma fikri her ülke için olası saldırı konusunda caydırıcı olarak düşünülmektedir. İran’ın nükleer çalışmaları ise ayakta durmasının garantisidir. Aynı zamanda milli bir gurur kaynağıdır. Teknoloji sayesinde herkes birbirinin gücünü bilmektedir. İran’ın da elinde ne olduğunu bilen ABD, sadece uluslararası toplumda yankı bulması için diplomatik bir çaba sergilemektedir.
ABD'nin planı savaş değil bölgeye yerleşmek...
ABD ekonomisi durgun bir dönemden geçmekte ve bu durumu telafi edebilecek başarılı olsun veya olmasın bir savaşa veya gerilime ihtiyacı vardır. Ayrıca 2020 seçimlerinde Trump'ın yeniden seçilme isteği söz konusu ve bu isteğini gerçekleştirebilmek için ekonomiyi canlı tutma gibi bir çaba içerisinde olduğu görülmektedir. Kendi ekonomisini canlandırmak için bölgede kaos yaratarak özellikle İran düşmanı bölge ülkelerine silah satmaya çalışma stratejisi göz önünde bulundurulmalıdır.
ABD'nin, tanker saldırılarının ardından İran'ı caydırmak ve savunma amaçlı olarak bölgeye savaş gemileri, B-52 bombardıman uçakları ve asker gönderme kararı, Asya bölgesini de kontrol altına almak için bölgeye yerleşmesi olarak ifade edilebilir.
Olası saldırı 3. Dünya Savaşına yol açar...
Kesin olarak iki ülke arasında savaş çıkmaz demek yerine, olasılığının çok düşük olduğu ileri sürülebilir. ABD, İHA ile ilgili misilleme olarak sadece uluslararası sularda İran gemilerini vurabilir veya bunlara el koyabilir. Nihayetinde ABD, ülkesine ait İHA’nın düşürülmesini gerekçe göstererek İran topraklarına veya askeri unsurlarına bir hava saldırısı yaparsa bu savaş başlar. Ancak bu savaş sadece iki devlet arasında değil, aynı zamanda ABD’nin müttefiki olan ülkelerin de dâhil olacağı ve buna karşılık İran tarafında yer alabilecek Rusya, Çin ve Kuzey Kore gibi ülkelerin de müdahil olmasıyla topyekûn bir savaşa yol açar ve belki de beklenen 3. Dünya savaşının doğmasına sebep olacak şekilde bölgeyi ateşe sürükler. Her ne kadar İsrail, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi ülkeler kışkırtsa da ABD duruma daha temkinli yaklaşıyor. Çünkü İran'ın beklenmedik asimetrik mücadele stratejisi içinde bir anda saldırıda bulunması Ortadoğu ve bölgedeki ABD çıkarları için çok maliyetli olacaktır.
Kısacası ABD, İran’a askeri müdahale veya saldırı yapılabilmesine gerekçe gösterilebilecek açık ve gerçekçi kanıtları ortaya koyamamıştır. Buna rağmen ABD'nin savaşa girmesi güvenirliğini ve çıkarlarını tamamen zedeleyecek bir durum yaratır. Ayrıca tarihsel süreçte de görüldüğü üzere ABD, II. Dünya Savaşı’ndan sonra girdiği savaşlardan (Kore, Vietnam, Irak, Afganistan) zaferle çıkamamıştır. ABD’nin, İran ile belki de sonu hiç gelmeyecek bir savaşa girerek, aynı olumsuz sonuçlarla yüzleşmek istemeyeceği ve kendi kamuoyuna hesap veremeyeceği yeni maceralara kolay kolay atılmayacağı gerçeği ortaya çıkmaktadır.
Olası bir savaş durumunda İran kendi cephesinde değil çevresinde mücadele verecektir. Hem ABD hem de Avrupa Birliği (AB) ülkeleri İran'ın savaşı çevresine yayma ihtimalinden korkmaktadırlar. Şöyle ki, İran Hürmüz Boğazı'nı kapatırsa kendini de tecrit etmiş olur ama İran'ın Yemen'de bulunan cruise ve balistik füzeleri ile Bab'ül Mendep Boğazı'nı vurması krizin boyutunu artırabilecek düzeyde olur.
Savaş seçeneği bölgeyi tamamen şekillendirebileceği gibi petrol fiyatlarının artmasını da beraberinde getirecektir, ancak bu yükseliş Trump'ın seçim öncesi isteyeceği en son şeydir. Dolayısıyla, Umman Denizi'ndeki tanker saldırıları sonrası petrol fiyatlarında artış olmuştur. Her ne kadar ABD bölgede güçlü askeri varlığa sahip olsa da İran tarafından petrol sevkiyatına vurulacak darbeye karşı koyması çok kolay olmayacaktır. Her iki tarafın izlemiş olduğu politika bu gerginliğin bir süre daha devam edeceğini göstermektedir.