XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren sömürgeciliğe açılan Afrika Kıtası, o günden bugüne isyanlar ve istikrarsızlık ile karşı karşıya kalmıştır. Su, petrol gibi önemli yeraltı kaynakları yanında stratejik konumu ile de dikkatleri üzerine çeken kıta ülkeleri, küresel güçlerin mücadele alanı olmaya devam etmektedir.
Dünyadaki petrol rezervlerinin büyük bir kısmı Ortadoğu bölgesinde bulunmakla birlikte yakın dönemde Afrika kıtasında petrol yataklarının keşfedilmesi kıtanın önemini artırmış, geçmişten günümüze sömürgeciliğin adı “medeniyet” olarak değiştirilerek sömürü meşrulaştırılmaya çalışılmıştır. Kuzey Afrika'da Libya, Cezayir, Sahra Altı Afrika'da Nijerya, Angola, Sudan ve Gabon’da yoğunlaşan petrol yatakları ve değerli madenlerin varlığı büyük petrol şirketlerini bu kıtaya çekmiş ve bu petrol şirketleri Afrika’da yeni petrol rezervleri arama çalışmaları yapmıştır.
Adı geçen ülkeler içinde bugün gündemde olan Sudan’da, 6 milyar varilin üzerinde önemli petrol yataklarının varlığının tespit edilmesi özellikle enerji ihtiyacı fazla olan devletler için Sudan'ı cazip hale getirmiş ve kaynaklar üzerinde rekabetlerin yaşanmasına yol açmıştır.
Sudan “Siyahlar Ülkesi”...
Arapların Afrika’ya girmesiyle ismini alan ve “Siyahlar Ülkesi” anlamına gelen toprak ve iklim zengini Sudan, 1.886.000 km²’lik yüzölçümü ile dünyanın on altıncı, Afrika'nın ikinci, Arap ülkelerinin ise üçüncü büyük ülkesidir. Ayrıca Nil Nehri’nin önemli bir bölümü (Mavi ve Beyaz Nil) buradan geçmekle birlikte doğusunda da Kızıldeniz kıyı şeridine sahiptir. Bu özelliği adı geçen komşu ülkelere ve suyollarına erişim aşamasında Sudan’a stratejik önem kazandırmaktadır. Kızıldeniz’in en uzun sahiline sahip Sudan, Süveyş Kanalı, Hint Okyanusu ve Basra Körfezi’ne giden yolda kritik bir konuma sahiptir. Aynı zamanda Afrika’da denize kıyısı olmayan Etiyopya, Çad, Uganda, Güney Sudan, Demokratik Kongo Cumhuriyeti ve Orta Afrika Cumhuriyeti gibi ülkelerin kıta dışına açılmalarında Sudan limanları bir çıkış kapısı konumundadır. Büyük güçlerin Sudan hükümetini kontrol altında tutma istekleri buna bağlanabilir.
Sudan, Nil sayesinde sulanabilir arazi olarak oldukça bereketli topraklara sahiptir. Hatta bu topraklarından yararlanmak isteyen Türkiye de arazi kiralayarak Türkiye’de yetiştirilemeyen tropikal ürünleri daha ucuza yetiştirmeyi hedeflemektedir.
Uluslararası güçlerin Sudan ilgisi
Ortadoğu petrolüne bağımlılık petrole ihtiyaç duyan ülkeler için maliyetli olmaya başlamış, yeni alternatifler arama yoluna gidilmiştir. Tam da bu noktada Sudan, petrol bakımından önemli potansiyele sahip olmakla birlikte madencilik, tarım, hayvancılık ve endüstri alanlarında potansiyel fırsatlarıyla uluslararası ilgi odağı haline gelmiştir.
1989 yılında Ömer el-Beşir’in gerçekleştirdiği askerî darbenin ardından 1990’lı yıllarda Cezayir’deki İslâmcılara, Kuveyt’i işgal eden Irak’a ve Usame Bin Ladin’e verilen destek nedeniyle 1997 yılında ABD, Sudan’ı uluslararası terörizme destek vermekle suçlayarak yaptırımlar uygulamaya başlamıştır. Bu durum, Sudan petrollerinde Batılı olmayan şirketlerin ağırlığını ortaya çıkarmış ve özellikle Çin ile ABD arasında bu petroller üzerinde rekabet yaşanmasına yol açmıştır.
Çin ve Rusya gibi ülkeler Afrika’da etkilerini artırdıkça, ABD'nin durumdan rahatsız olması bölgede kutuplaşmalara yol açmıştır. Petrol ticaretinin aktif olduğu Kızıldeniz'de hakimiyet kurmaya çalışan güçler Kızıldeniz'e sınırı olan ülkeleri de kontrol altında tutmaya çalışmaktadırlar. Somali ve Yemen'de ki iç karışıklıklarda görüldüğü üzere Sudan'da da aynı politika izlenmektedir. Petrol kaynaklarının uzantısı olan Darfur'da 2003 yılında patlak veren sorun ile soykırım ve etnik çatışma söylemleri bölgeye girmek isteyen Batılı devletlere kolaylık sağlamıştır. Büyük güçler tarafından Güney Sudan’ın bölünmesine verilen destek sonucu kaynaklar üzerinde nasıl kontrol sağlanmışsa Darfur için de aynı senaryolar söz konusudur.
Nil üzerindeki çatışma ve bölgesel rekabet Sudan iç savaşına yansımaktadır. Sudan'dan geçen Nil Nehri üzerinde baraj tartışmaları devam ederken diğer yandan da İsrail'in Golan Tepelerinde olduğu gibi Nil ile de yakından ilgilenmesi sorunları tetiklemektedir.
Uluslararası rekabetin yaşandığı alanlardan biriside Sevakin Adasıdır. Sudanlıların Afrika’ya açılan kapı olarak nitelendirdikleri ada günümüzde de Aden Körfezi, Kızıldeniz, Suudi Arabistan ve Doğu Afrika arasında kavşak noktası olarak ticari ve ekonomik anlamda önem taşımaktadır.
Uluslararası güçlerin rekabet alanı olan Sudan'ın kapitalist sistem ile ilişkili olması Sudan’ın dünyadan bağımsız bir ülke olamayacağını açıkça göstermektedir. Batı olarak adlandırılan ABD ve AB ülkeleri dışında yeraltı ve enerji kaynaklarına ihtiyaç duyan doğulu ülkelerde stratejik öneme sahip Sudan'a ilgi göstermiştir.
Türkiye Cumhuriyeti
Tarihi bir geçmişe sahip iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler 1981 yılında Sudan’ın Ankara’da diplomatik temsilcilik açmasıyla başlamıştır. Türkiye’nin Afrika açılımı politikasında önem taşıyan Sudan, Afrika’ya açılan kapı niteliğindedir. Stratejik konumu nedeniyle Sudan’ı görmezden gelmeyen Türkiye tarafından ülkeye yaklaşık 600 milyon dolarlık yatırım yapılmış, Türk askeri görevlendirilmiştir. Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı'nın (TİKA) en fazla yardım ettiği 5. az gelişmiş ülke Sudan olmuştur.
İkili ilişkiler sonucu Sudan tarafından, kuzeyde Süveyş Kanalı, güneyde Bab el-Mandeb Boğazı arasında olup, bölgedeki deniz ticaretini ve Doğu Afrika ile Hicaz bölgesini kontrol etme özelliğine sahip Sevakin Adasının Türkiye'ye tahsis edilmesi, Kızıldeniz üzerinde askeri üs kurma yarışında olan uluslararası güçlerin tepkisine neden olmuştur. Türkler için tarihi öneme sahip, uzun yıllar Osmanlı egemenliğinde kalan ada, Kızıldeniz’i Osmanlı’nın iç denizi yapmıştır. Bugün de Türkiye'nin adada aktif rol alması bölgede bulunan diğer devletleri rahatsız etmektedir. Mısır, İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan gibi bölge ülkelerinden özellikle Suudi Arabistan tarafından verilen tepkide Arap ülkelerinin güvenliğinin tehlikeye gireceği iddia edilmiştir. Ayrıca Sudan-Türkiye ilişkilerinin gelişmesiyle Türkiye’nin Körfez bölgelerinde etkinliğini artırabileceği, Sudan ile Katar arasında bağlantıyı sağlayacağı (Sudan ve Katar Müslüman Kardeşleri desteklemişti), hatta İran ile Türkiye’nin gelişen ilişkileri çerçevesinde İran’ın da bu sayede körfez bölgesinde daha da etkin hale geleceği endişesi yaşanmıştır.
İran İslam Cumhuriyeti
İran ile Sudan arasındaki ilişkiler, Sudan’daki İslami hareket ile yakından bağlantılıdır. İki ülke arasında 1979 yılından itibaren başlayan ilişkiler Sudan'da açılan İranlı kültür kurumları aracılığıyla devam etmiştir. Sanayi ve askeri alanlarda da gelişme gösteren ilişkiler kapsamında İran, Sudan’a büyük askeri ve mali yardımlarda bulunmuştur.
Sudan’ın İran ile yakın ilişkileri İran’ın Şiiliği yayma politikasından dolayı Sünni olan Körfez Arap ülkelerinde büyük rahatsızlıklara sebep olmuştur. Bu konuda İran ile ilişkileri kesmesi için Sudan’a baskı yapmışlardı. İran'ın, Sudan’ı silah kaçakçılığı ve Afrika’nın genelde Sünni olan ülkelerinde Şii kültür merkezleri ve camileri finanse etmek için kullandığı öne sürülmüştür.
İran stratejik açıdan Sudan’ı Afrika’ya açılan kapı olarak nitelendirmektedir. Sudan ise, 2009 yılında terörizmi destekleyen ülkeler listesine eklenmesi ve devlet başkanı hakkında soykırım suçlamasıyla UCM tarafından tutuklama kararı çıkartılması sonrasında uluslararası siyasi ve ekonomik ambargo altında kalmış olduğu için İran'ı stratejik bir müttefik olarak görmüş ve üzerinde uygulanan uluslararası ambargodan kurtulma fırsatı olarak değerlendirmişti. Ayrıca Sudan, Rusya ve Çin'in askeri mühimmat ve silahlarını kullanmaya mecbur kalmadan İran’ın askeri ve sivil sanayi tecrübesinden yararlanmak istemişti.
2011 yılında Güney Sudan'ın ayrılarak ülke petrolünün %75'ine sahip olması ile ekonomik sıkıntı yaşayan Sudan, dış politikasını yeniden gözden geçirmiştir. Bu kapsamda Sudan, Suudi Arabistan ve diğer Körfez Arap Ülkeleriyle ilişkileri geliştirirken İran’la ilişkilerinde bir gerileme söz konusu olmuştur. İki ülke arasındaki ilişkilerin gerilemesinde bölgede yaşanan Sünni-Şii çatışması yanında İran’ın, halkının büyük çoğunluğu Sünni olan Sudan’da Şiileştirme faaliyetinde bulunması ve ülkede sayıları yaklaşık 12 bine ulaşan Şii fikrini benimseyenlerin seslerinin çıkmaya başlaması olarak gösterilebilir.
Rusya
SSCB döneminde Sudan’ın bağımsızlığını kazanması ile başlayan diplomatik ilişkiler bugünde devam etmektedir. Aslına bakılırsa Sudan, Rusya’nın Afrika’ya girişini sağlayacak stratejik ülkelerden birisidir. Rusya ile Sudan arasında askeri, teknik ve güvenlik işbirliği önem taşımaktadır. Bu çerçevede Darfur bölgesindeki eylemlerin bastırılmasında Sudan desteklenmiştir. Tüm uluslararası yaptırımlara rağmen Rusya (Çin ve eski SSCB ülkeleriyle birlikte) 1990’lı yıllardan beri Sudan’a silah satmaktadır. Rusya açısından bakıldığında Afrika'ya giriş kapısı olarak gördüğü Sudan'ı, Kızıldeniz ve Yemen'de üs sahibi olduğu dikkate alındığında stratejik ortak olarak gördüğü söylenebilir.
Rusya’nın kıtada ki konumu, Batı ve Çin’in aksine daha sağlam görülmektedir. Şöyle ki, bölge ülkeleri açısından diğer devletlerin olduğu gibi Rusya'nın kötü bir imajı yoktur. Rusya, sömürgeci bir devlet olmamış hatta sömürge ülkelerinin kurtarıcısı olarak görülmüştür.
Çin Halk Cumhuriyeti
Sudan’ın sahip olduğu yeraltı zenginlikleri bazı Batı ülkelerinde olduğu gibi ham madde ve enerji arayışında olan Çin Halk Cumhuriyeti’nin de ilgisini çekmiştir. Sudan’ın bağımsızlığını kazanmasından 3 yıl sonra 1959 yılında Çin ile Sudan arasında resmi ilişkiler başlamış hatta Çin, Sudan’ın bağımsızlığını tanıyan ilk ülkeler arasında yer almıştır. Sudan’ın, ABD ile ilişkileri kötüleşirken buna paralel olarak Çin ile ilişkileri gelişme göstermiştir. 1950’li yıllardan 1990’lı yıllara kadar Çin dış politikasının iç işlere karışmama ve işbirliği ilkeleri çerçevesinde şekillenmesi, Çinli petrol şirketlerinin Sudan petrol piyasasında üstünlüğü ele geçirmelerini ve Sudan’ın dış ticaretinde Çin’in üstün konuma gelmesini sağlamıştır.
Çin'in Afrika kıtasında varlık göstermesi diğer devletleri endişelendirmiştir. Hatta Çinli şirketlerin Sudan’daki petroller ve petrol boru hatlarının inşasında söz sahibi olması, ABD ve Avrupa ülkelerinin, Güney Sudan’daki ayrılıkçı hareketleri desteklemelerinin sebeplerinden biri olarak görülmüştür.
Çin, Ulusal Petrol Şirketi aracılığıyla Sudan’da alt yapı ve sanayi alanlarında önemli yatırımlarda bulunmuştur. Her biri 1 milyon dolar değerinde olan hastaneler inşa etmiş, ülkedeki temiz su sıkıntısını çözmek amacıyla petrol alanlarına yakın bölgelerde su kuyuları açmıştır. Şirket ayrıca Sudanlı öğrencilere Pekin Petrol Üniversitesi’nde eğitim bursu, petrol üretim tesislerinde ise Sudanlılara iş fırsatları sağlamıştır. Söz konusu yardımlar, Çin’i ülkenin birçok alanında hakim kılmıştır. Özellikle ticaret ve petrol sektörünün neredeyse tamamında söz sahibi olmuştur.
Sudan tarafından bakıldığında ise uluslararası alanda desteklenmeye duyduğu ihtiyaç Çin ile yakın ilişki kurulmasında önemli bir etkiye sahip olmuştur.
Sudan petrolleri üzerinde Asya merkezli şirketlerin ABD’den bağımsız olarak üstünlüğü elde etmeleri, ABD’nin dünyadaki petrol tekeline darbe indirmiştir.
Hindistan
Hindistan-Sudan ilişkileri Kızıldeniz üzerinden yapılan ticaret ile 12. yy. a kadar gitmektedir. ABD’nin çevreleme politikası, savaşlar ve yaptırımlar Çin ile birlikte Hindistan’ın Sudan’a girişini kolaylaştırmıştır. Sudan, Hindistan’ın Afrika’daki enerji arayışı için bir kapı özelliği taşımaktadır. Tabii iki ülke arasındaki tarihi bağlar da bu süreci kolaylaştırmıştır.
Hindistan, Hint Okyanusu Bölgesi'ndeki deniz yollarını güvence altına almak ve Çin’in Hint Okyanusu’ndaki varlığını dengelemek amacıyla bölgede varlık göstermeye çaba harcamaktadır. İşte bu çabalar Afrika'ya kadar uzanmıştır. Diğer taraftan Hindistan, Hint Okyanusu’nda tarihi deniz yollarını canlandırmayı çalışırken Afrika Kıtasındaki Hint diasporasını da (1860’ların başlarından itibaren Sudan’a yerleşen Hintliler) kullanmak istemektedir.
Sudan'da ki darbe küresel güçlerin bu bölgedeki mücadelesidir...
Ortadoğu'da yaşanan ve domino etkisi yaratan gelişmelerin benzeri şimdide Afrika'da görülmeye başladı. Toplumun farklı kesimlerinin ve meslek gruplarının katıldığı protesto hareketleri sonunda Sudan'da Cumhurbaşkanı Ömer El Beşir'in 30 yıllık yönetimini sona erdiren bir askeri darbe yapıldı.
Sudan'da yaşananlar her ne kadar Arap Baharı'nın bir uzantısı olarak değerlendirilse de gerçekte Sudan'da rekabet halinde olan küresel güçlerin bu bölgedeki mücadelesi olduğu söylenebilir. Sömürgeci zihniyetle hareket ederek bölgede yeni bir çatışma alanı yaratılmak istenmektedir. Bu durumda ne kadar barış olur tartışılır.
Genel olarak Afrika ülkelerinin tek kutuplu bir dünya fikrine sıcak bakmadıkları bilinmekle birlikte küresel güçlerin de Afrika kıtasındaki çıkarları dikkate alındığında kıtada uluslararası ilişkilerin ve rekabetlerin süreceği öngörülebilir.
Toplumun farklı meslek gruplarının katıldığı protesto hareketleri sonunda Sudan'da Cumhurbaşkanı Ömer El Beşir'in 30 yıllık yönetimini sona erdiren bir askeri darbe yapıldı. Ülke bütçesini askeri harcamalarında kullanarak ekonomik sıkıntıların yaşanması konusunda suçlanan Beşir, Darfur bölgesinde insanlık ve soykırım suçu işlediği yönünde de Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından suçlanmaktaydı.
Bağımsızlığını kazandığı 1956 yılından itibaren etnik-dini farklılıklar ve siyasi kutuplaşmalar nedeniyle ülkede istikrarlı bir yönetim kurulamamış ve iç barış hiç sağlanamamıştır. Bu durumun nedenini sorgulamak için ülkenin konumuna bakmak faydalı olacaktır.