Soğuk Savaş sonrası dönemde Washington’un grand stratejisi ABD’nin “tek süper güç”statüsünü sürdürmesi ekseninde şekillenmiştir. ABD mevcut konumunu sürdürmek için iki temel sorunun üstesinden gelmeyi hedeflemektedir. İlki, Amerikan ekonomisini daha da ileriye taşıyarak rakiplerini geride bırakmak, ikincisi ise ABD’nin “tek süper güç” statüsüne meydan okuyan küresel revizyonist rakiplerini ekonomik ve siyasi olarak zayıflatmaktır. ABD son ulusal güvenlik stratejisinde Rusya ve Çin’i kendisine rakip güç olarak tanımlamıştır. Çin; ekonomik, ticari ve askerî alandaki hızlı yükselişiyle ABD için potansiyel bir rakip hâline gelerek Washington’un küresel siyasetinin merkezine yerleşmiştir. Revizyonist Rusya ise ekonomik olarak ABD’ye bir rakip olamasa da askerî anlamda ABD’nin prestijine meydan okuyabilecek uluslararası güç dengesinde önemli bir aktördür.
Trump yönetimi, Çin’i çevreleme ve yalnızlaştırma stratejisinde Rusya’ya bir rol vermenin yollarını aramaktadır. Rusya’nın Trump’ın stratejisine uygun bir politika izlemesi durumunda güneyinden ve doğusundan çevrelenen Çin, kuzeyinden de çevrelenmiş olacaktır. Bu bağlamda Rusya’nın tavrı, ABD’nin küresel politikasında olduğu gibi buna karşı koymaya çalışan Çin’in de küresel politikasında önemli bir yere sahiptir. Diğer bir deyişle iki rakip güç olan ABD ve Çin’in mücadelesinde Rusya, kimin tarafında yer alırsa o taraf avantaj sağlamış olacaktır. Bu bağlamda hem ABD hem de Çin, Rusya’yı kendi yanında tutabilmek için özel bir bağ kurmanın yollarını aramaktadır. Her iki tarafın Rusya’ya olan ihtiyacı, Rusya’nın jeopolitik öneminin ve pazarlık gücünün artırmasına olanak sağlamaktadır.
Rusya-Çin ilişkileri, 2001 yılından itibaren istikrarlı bir çizgide gelişmiştir. 1991 yılından itibaren ABD-Rusya ilişkilerinde zaman zaman yakınlaşma süreci yaşanmış olsa da birçok sorunla da karşı karşıya kalınmıştır. Günümüzde ise ABD-Rusya ilişkileri, tarihinin en kötü dönemlerinin birini yaşamaktadır. ABD’nin Rusya’yla iş birliğini artırma çabaları yeni değildir. Ancak her iki devletin de egemenlik ve etki alanı mücadelesi bu çabaları sonuçsuz bırakmıştır. Son olarak Medvedev döneminde ABD-Rusya ilişkisinde “yeni sayfa” açma girişimleri, Putin’in iktidara gelmesi ve 2014 Ukrayna müdahalesiyle sonuçsuz kalmıştır. Bununla birlikte ABD de bu dönemden sonra Rusya karşıtı politikalar izlemeye başlamıştır. ABD’nin Rusya’ya karşı uyguladığı politikalar, Rusya-Çin yakınlaşmasını daha da arttırmıştır. Dolayısıyla ABD-Rusya ilişkileri, Rusya ile Çin’in stratejik ilişkilerini doğrudan etkilemektedir. Trump’ın Çin politikasına bağlı olarak Rusya’ya yaklaşımı, Rusya-Çin yakınlaşmasını engelleyerek ABD belirlediği çerçevede a Rusya’yı ABD safına çekmeyi hedeflemektedir. Bununla birlikte Amerikanın bu stratejisinin başarısı birçok faktöre bağlıdır.
Trump bir taraftan Rusya’yı yanına çekmek için Putin’le hem açık hem de gizli diplomasi yürütürken diğer taraftan Obama döneminde Rusya’ya karşı başlatılan ekonomik ve finansal yaptırımları artırmıştır ve hâlihazırda yeni yaptırım kararları almaya da devam etmektedir. Bu durumda Trump, her ne kadar Rusya’yla yakınlaşmaya çalışsa da uygulamada ABD Kongresinin kararları Rus ekonomisine büyük zarar vermektedir. Dolayısıyla Trump’ın ABD-Rusya arasındaki sorunları çözeceğine dair Moskova’daki beklentiyi zayıflaması, Rusya açısından güvensizlik yaratmaktadır. Bu durumda Trump’ın sunacağı teklifler Moskova için cazip olsa bile uygulamaya konulamayacağı fikri bunu değersiz kılmaktadır.
Eğer Trump ile ABD Kongresi Rusya’yla iş birliğine gidilmesine dair bir uzlaşma sağlarsa ABD’nin Rusya politikasının daha farklı bir boyut kazanması muhtemeldir. Bu durumda Washington, Moskova’yı Pekin’den uzaklaştırmak için iki yol izleyebilir. İlk olarak Rusya’ya Çin’le olan iş birliğinden sağladığı kazanımlardan daha fazla cazip gelecek tekliflerde bulunabilir. ABD bu politikayı Soğuk Savaş’ın son yıllarında Sovyetler Birliği’ne karşı Çin’i yanına çekmek için denemiş ve başarılı olmuştu. Rusya’ya uygulanan ekonomik ve finansal yaptırımları kaldırmayı, Avrupa’yla tekrar ticari ilişkilerini geliştirmesine olanak verecek dış yatırımları artırmayı ve bu sayede Rus ekonomisinin yeniden güçlenmesini sağlamayı önerebilir. Dahası Rusya’nın güvenliğine tehdit olarak gördüğü NATO’yu zayıflatarak (ya da lağvederek) Rusya’nın güvenlik endişelerini ortadan kaldırmayı teklif edebilir. ABD’nin Rusya’ya karşı izleyeceği ikinci yol ise Rusya’ya önerilerde bulunmak yerine Rusya’nın kararlarını etkileyecek zorlamalarda bulunmak olabilir. Rusya’nın ticari ilişkilerine zarar verecek şekilde ekonomik ve finansal yaptırımları daha da artırarak Rus ekonomisini krize sürükleyebilir. Bu yöntemle; yaptırımlardan büyük zarar gören Rus oligarkları ve ekonomik durumu giderek kötüleşen halkı Putin’e karşı kışkırtarak, iktidarın zayıflamasına zemin hazırlayabilir. ABD böylece Moskova için krizden tek çıkış yolunun kendisiyle iş birliğinden geçtiğini göstermeyi amaçlayabilir. Bu durumda ABD, Rusya’nın sorununu çözmesi karşılığında Çin’e karşı cephe almasını isteyecektir.
Rusya’yla yakınlaşmak adına Avrupa’dan vazgeçme, stratejik anlamda ABD çıkarlarına uygun değildir. ABD ne Avrupa pazarını ne de Avrupa’nın tamamını Rusya’ya teslim etmeyi göze alabilir. ABD’nin küresel hakimiyeti için Avrupa hâlâ terkedilmeyecek kadar önemlidir. Bu bağlamda ABD için Rusya, Avrupa’dan daha önemli değildir. ABD’nin böyle bir tercihte bulunması zor bir ihtimaldir. Trump’ın amacı, Avrupa’yı terk etmek değil, Avrupa’nın ABD çıkarlarına hizmet etmesini sağlamaktır. Ayrıca ABD Avrupa aracılığıyla Rusya’nın ekonomisini kalkındırmak ya da Rusya’yı Avrupa ekonomisine entegre etmeyi değil, Avrupa pazarının ABD tarafından kontrol altına alınarak bu pazarı ABD ekonomisine hizmet edecek duruma gelmesini istemektedir. Dolayısıyla Moskova’da, ABD’nin elinde Rusya’yı yanına çekecek bir teklifin olduğuna dair inanç yoktur.
ABD-Rusya ve Çin-Rusya ilişkilerinin seyrini belirleyecek bir diğer faktör Rusya’nın dış politika vizyonudur. Rusya’nın ABD’yle beraber Çin’i çevrelemesi iki nedene bağlıdır. İlki yukarıda da bahsedildiği gibi Amerika’nın tekliflerinin Rusya tarafından olumlu bulunması durumudur. İkincisi ise Çin tehdidi nedeniyle ABD’yle ittifak kurmak zorunda kalma olasılığıdır. Fakat belirtilmelidir ki günümüz Rusya’sı, Çin’i kendi güvenliği için bir tehdit olarak görmemektedir. ABD, Rusya’yı jeopolitik rakip olarak görürken Çin Rusya’yı, Rusya da Çin’i stratejik ortak olarak görmektedir. Ayrıca Çin’in kendi etki alanı olarak gördüğü Doğu-Çin Denizi’nde diğer bölge ülkeleriyle toprak sorunları yaşaması (Rusya’yla bu meseleyi 2001’de tamamen çözmüştür), Tayvan meselesi, ABD’nin Çin’i güneyden çevreleme stratejisi gibi konuların Çin’in Rusya’nın etki alanlarına müdahale etmesine veya Rusya’ya bir tehdit oluşturmasına yol açacağı olası görünmektedir. Bunun yanında Moskova’yla Çin arasında küresel politikaya dair ortak tavır da söz konusudur. ABD tek kutuplu dünya düzeni kurmaya çalışırken Rusya ile Çin, çok kutuplu dünya düzeninden yana strateji izlemektedir. Moskova’nın Çin’e karşı ABD’nin yanında yer alması, ABD’nin korumaya veya yeniden kurmaya çalıştığı tek kutuplu dünya düzenine hizmet etmesi anlamına gelecektir ki bu amaç Rusya’nın küresel siyaset konseptine ters düşmektedir.
Sovyetler Birliği’nden sonra büyük çabalara rağmen Batı’nın bir parçası olamayan Rusya için Batı artık öncelikli bir hedef olmaktan çıkmıştır. Rusya için bundan sonra “Batı dışı” bir dünya vardır ve bu yeni şekillenen dünyada da Rusya saygın bir yerde olmaya çalışmaktadır. Batı değerleri ve Batı’nın çıkarları uğruna Batı dışındaki devletlerle ilişkilerini feda etmeyi de düşünmemektedir. Rusya’nın dış politika önceliklerinden biri Asya-Pasifik bölgesinde şekillenen devletler arasındaki ilişkilerde kendine bir yer bulmaktır. Bunun için Çin’le kurduğu yakın ilişki Rusya için büyük öneme sahiptir.
Bununla beraber ABD’nin Çin’e yönelik ekonomik ve siyasi baskıları, Moskova’nın çıkarına işlemektedir. Amerika’nın baskı ve tehditlerine maruz kalan Çin, Rusya’ya daha çok ihtiyaç duymaktadır. Bu da Rusya’nın konumunu Çin nezdinde olduğu gibi ABD nezdinde de artırarak, Moskova’nın Batı ile Doğu arasında çıkarları doğrultusunda dengeli bir ilişki kurmasına olanak sağlamaktadır. ABD, Rusya olmadan da Çin’i çevreleme ve yalnızlaştırma politikasını sürdüreceğine göre Çin’in yükselişini elinden geldiğince sınırlaması, Rusya için Çin tehdidini de zayıflatmış olacaktır. Eğer ABD, Çin’in yükselişini durdurmayı başaramaz ve Çin, ABD’yle beraber ikinci büyük güç olursa, Moskova’nın Pekin’le ilişkilerini bozmaması nedeniyle Rusya, Çin’in düşmanı değil stratejik ortağı olarak kalacaktır. Dolayısıyla Rusya’nın Çin’le stratejik ortaklık ilişkisini sürdürmesi, Çin doğrudan Rusya’yı hedef almadıkça Rusya’nın çıkarına işleyecektir.
Sonuç olarak Trump’ın Çin’e karşı Rusya’yı kendine müttefik edinme politikasının yukarıda sayılan nedenlerden dolayı başarıya ulaşması düşük bir ihtimaldir. Rusya’nın bu ortamda izleyeceği en uygun strateji, ABD-Çin rekabetinin kızışmasını bekleyerek kendine duyulan ihtiyacı arttırmak olacaktır. Küresel yapıyı tekrar inşa etmeye çalışan ABD ile buna karşı kendi çıkarlarını sürdürmek için mevcut düzeni devam ettirmek isteyen Çin arasındaki rekabet her iki tarafın kaynak harcamalarını artırarak güç kaybına yol açacaktır. Hem ABD’nin hem de Çin’in zayıflaması ya da kaynaklarını bu yönde tüketmesi Rusya’nın çıkarlarına hizmet edecektir.
Makale ilk olarak İran Araştırmaları Merkezi İRAM'da yayınlanmıştır.