ABD Başkanı Donald Trump ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin 16 Temmuz’da ikili ilişkiler ve Ortadoğu’daki gelişmeleri ele almak üzere Helsinki’de bir araya gelecek. Gözlemciler İran’ın Suriye’deki varlığının iki lider arasındaki görüşmelerde önemli gündem maddelerinden biri olacağını düşünmektedir. ABD-Rusya ilişkilerinde uzun süredir devam eden sorunların gölgesinde gerçekleşecek olan görüşmede, Suriye konusunda ortak bir anlaşma zemini bulunması tarafların karşılıklı vereceği tavize bağlı olacaktır. Gelen mesajlar tarafların görüşmeler konusunda olumlu beklentiler içinde olduğunu göstermektedir.
ABD hâlihazırda Suriye’deki birliklerini planlı ve kademeli bir şekilde çekmenin yollarını aramakta ve bunun için gerekli çalışmalara başlamış bulunmaktadır. Ancak kontrol altında tuttuğu bölgelerdeki askerî danışmanlar, teknik uzmanlar ve yöneticiler bu sürecin dışında tutulacaktır. Ancak ABD çekildikten sonra da Fırat’ın doğusunda PYD-YPG üzerindekini etkisini korumayı ve çekileceği stratejik noktaları Avrupalı ve Arap müttefiklerine devretmeyi planlamaktadır. ABD bu sayede Suriye’de oluşum sürecindeki yeni düzenin getireceği sorumluluğu ve maddi yükü diğer aktörlere devretmiş olacaktır. ABD her halükârda Suriye’den çekildiğinde güç boşluğunun ortaya çıkmasına izin vermek istemeyecek ve bu ülkedeki etkinliğini müttefikleri üzerinden sürdürmeye çalışacaktır. Mevcut ABD yönetiminin Suriye stratejisinin birinci ayağı bu şekilde özetlenebilir.
Stratejinin ikinci ayağı ise Suriye’deki İran varlığına ilişkindir. ABD ilk aşamada, İran’a bağlı unsurların Suriye’nin güneyindeki İsrail sınırından ikinci aşamada ise ülkenin tamamından çıkarılmasını hedeflemektedir. Bu konu iki lider arasındaki görüşmelerde öne çıkacaktır.
ABD’ninkilerin yanı sıra ikili liderin görüşmesinden Rusya’nın da beklentileri bulunmaktadır. Rusya’nın Suriye stratejisinin temel hedefi, ülkede kalıcı olmak ve bu amaç doğrultusunda Esed rejimini ayakta tutmaktır. Moskova yönetimi Rusya’nın Suriye’deki varlığının Şam yönetiminin davetine dayandığını öne sürerek meşrulaştırmaktadır. ABD ve İsrail’in de Esed rejimini meşru bir yönetim olarak kabul etmesi Ruslar için kritik önemdedir. Suriye’deki stratejisinde İran’ı bu ülkeden çıkarmayı önceleyen ABD için Esed rejiminin tasfiye edilmesi aynı derecede ehemmiyet arz etmemektedir.
2017 yılında ABD ve Rusya arasında yapılan anlaşma çerçevesinde Suriye’nin güneyindeki 4. çatışmasızlık bölgesinin güvenliği bu iki ülkeye bırakılmışken Rusya bu anlaşmayı ihlal ederek, Esed rejimi güçleri ve sınırlı sayıda İran destekli milislerle İsrail-Ürdün sınırındaki muhalif unsurlara operasyon gerçekleştirmişti. Washington ve Tel Aviv bu ihlale karşı ciddi bir tepki göstermemişti. Bu gelişme, ABD ve İsrail’in söz konusu çatışmasızlık bölgesini Rusya’ya devrederek rejim güçlerinin meşru bir aktör olarak İsrail sınırına yerleşmesini kabul edeceğinin işareti olarak yorumlanmıştı. Diğer bir ifadeyle statükosunu koruyan bir Esed rejiminin Suriye iç savaşının önemli aktörlerinden biri olmayı sürdürmesi ABD ve İsrail tarafından bu ülkedeki çıkarlarına uygun bulunmaktadır.
Bu durum Rusya ile İran’ın Suriye’deki ittifakını doğrudan etkilemektedir. Esed rejiminin zayıflaması ve düşme noktasına gelmesi, Rusya’nın Suriye’de İran’a daha fazla bağlanması anlamına gelmektedir. İran’a daha fazla muhtaç hâle gelen Rusya ise İran’ın Suriye’den çıkarılmasına hiçbir şekilde yanaşmayacaktır. Muhtemeldir ki Washington yönetimi de Rusya’nın Esed rejimi ile İran arasında gözetmek zorunda olduğu dengenin farkındadır.
Ancak Esed rejiminin ABD tarafından meşru aktör olarak tanınması ve Rusya’nın etki alanını İsrail-Ürdün sınırına kadar genişletmesine göz yumması karşılıksız olmayacaktır. Bu taviz karşılığında Rusya’dan İran’ı kendisine bırakılan bölgelerin dışında tutması istenecektir. Bu ortak zeminin güçlenmesi durumunda önümüzdeki süreçte Rusya’nın İran’la arasına daha fazla mesafe koyacağı öngörülebilir.
Sonuç olarak Trump-Putin görüşmesinden Suriye konusunda bir mutabakat çıkması durumunda Suriye’deki güç dengesinde önemli değişimler yaşanacaktır. Bu anlaşma ABD açısından Suriye’den çekilme sürecinin ilk adımı olacak Rusya’nın ise Suriye’deki nüfuz alanını daha da genişletmesinin önünü açacaktır. Bu durumda ABD’nin Suriye’deki varlığından kaynaklı ödediği maliyetleri azalırken daha geniş bir alanı kontrol etmek durumunda kalacak olan Rusya daha ağır maliyetlerin altına girecektir. Bu tür bir gelişme kısa vadede Rusya için diplomatik bir başarı olarak görülse de uzun vadeli riskler doğurabilecektir. Aynı süreç Rusya-İran birliğini de zayıflatacaktır. Bu durum Rusya’nın anlaşmadan kaynaklı sorumluluğunu yerine getirmesinin doğal bir sonucu olacaktır. ABD’nin artan baskısı altında kalan İran’ın bu hamlelere nasıl tepki vereceği ise süreci etkileyecek diğer bir husustur. Bu nedenle, Putin’in Trump’la görüşmesi sonrasında İran’ı da Suriye’de oluşacak yeni durumu kabullenmeye ikna etmesi gerekecektir. Siyasi ve ekonomik olarak zor bir süreçten geçecek olan İran’ın başka alanlarda kendisine karşı tavizler verilmesi durumunda yeni durumu belirli bir orana kabul edeceği düşünülebilir. Bu oranın ne kadar olacağı ise yapılacak görüşmelerin seyrine bağlı olacaktır.ABD Başkanı Donald Trump ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin 16 Temmuz’da ikili ilişkiler ve Ortadoğu’daki gelişmeleri ele almak üzere Helsinki’de bir araya gelecek. Gözlemciler İran’ın Suriye’deki varlığının iki lider arasındaki görüşmelerde önemli gündem maddelerinden biri olacağını düşünmektedir. ABD-Rusya ilişkilerinde uzun süredir devam eden sorunların gölgesinde gerçekleşecek olan görüşmede, Suriye konusunda ortak bir anlaşma zemini bulunması tarafların karşılıklı vereceği tavize bağlı olacaktır. Gelen mesajlar tarafların görüşmeler konusunda olumlu beklentiler içinde olduğunu göstermektedir.
ABD hâlihazırda Suriye’deki birliklerini planlı ve kademeli bir şekilde çekmenin yollarını aramakta ve bunun için gerekli çalışmalara başlamış bulunmaktadır. Ancak kontrol altında tuttuğu bölgelerdeki askerî danışmanlar, teknik uzmanlar ve yöneticiler bu sürecin dışında tutulacaktır. Ancak ABD çekildikten sonra da Fırat’ın doğusunda PYD-YPG üzerindekini etkisini korumayı ve çekileceği stratejik noktaları Avrupalı ve Arap müttefiklerine devretmeyi planlamaktadır. ABD bu sayede Suriye’de oluşum sürecindeki yeni düzenin getireceği sorumluluğu ve maddi yükü diğer aktörlere devretmiş olacaktır. ABD her halükârda Suriye’den çekildiğinde güç boşluğunun ortaya çıkmasına izin vermek istemeyecek ve bu ülkedeki etkinliğini müttefikleri üzerinden sürdürmeye çalışacaktır. Mevcut ABD yönetiminin Suriye stratejisinin birinci ayağı bu şekilde özetlenebilir.
Stratejinin ikinci ayağı ise Suriye’deki İran varlığına ilişkindir. ABD ilk aşamada, İran’a bağlı unsurların Suriye’nin güneyindeki İsrail sınırından ikinci aşamada ise ülkenin tamamından çıkarılmasını hedeflemektedir. Bu konu iki lider arasındaki görüşmelerde öne çıkacaktır.
ABD’ninkilerin yanı sıra ikili liderin görüşmesinden Rusya’nın da beklentileri bulunmaktadır. Rusya’nın Suriye stratejisinin temel hedefi, ülkede kalıcı olmak ve bu amaç doğrultusunda Esed rejimini ayakta tutmaktır. Moskova yönetimi Rusya’nın Suriye’deki varlığının Şam yönetiminin davetine dayandığını öne sürerek meşrulaştırmaktadır. ABD ve İsrail’in de Esed rejimini meşru bir yönetim olarak kabul etmesi Ruslar için kritik önemdedir. Suriye’deki stratejisinde İran’ı bu ülkeden çıkarmayı önceleyen ABD için Esed rejiminin tasfiye edilmesi aynı derecede ehemmiyet arz etmemektedir.
2017 yılında ABD ve Rusya arasında yapılan anlaşma çerçevesinde Suriye’nin güneyindeki 4. çatışmasızlık bölgesinin güvenliği bu iki ülkeye bırakılmışken Rusya bu anlaşmayı ihlal ederek, Esed rejimi güçleri ve sınırlı sayıda İran destekli milislerle İsrail-Ürdün sınırındaki muhalif unsurlara operasyon gerçekleştirmişti. Washington ve Tel Aviv bu ihlale karşı ciddi bir tepki göstermemişti. Bu gelişme, ABD ve İsrail’in söz konusu çatışmasızlık bölgesini Rusya’ya devrederek rejim güçlerinin meşru bir aktör olarak İsrail sınırına yerleşmesini kabul edeceğinin işareti olarak yorumlanmıştı. Diğer bir ifadeyle statükosunu koruyan bir Esed rejiminin Suriye iç savaşının önemli aktörlerinden biri olmayı sürdürmesi ABD ve İsrail tarafından bu ülkedeki çıkarlarına uygun bulunmaktadır.
Bu durum Rusya ile İran’ın Suriye’deki ittifakını doğrudan etkilemektedir. Esed rejiminin zayıflaması ve düşme noktasına gelmesi, Rusya’nın Suriye’de İran’a daha fazla bağlanması anlamına gelmektedir. İran’a daha fazla muhtaç hâle gelen Rusya ise İran’ın Suriye’den çıkarılmasına hiçbir şekilde yanaşmayacaktır. Muhtemeldir ki Washington yönetimi de Rusya’nın Esed rejimi ile İran arasında gözetmek zorunda olduğu dengenin farkındadır.
Ancak Esed rejiminin ABD tarafından meşru aktör olarak tanınması ve Rusya’nın etki alanını İsrail-Ürdün sınırına kadar genişletmesine göz yumması karşılıksız olmayacaktır. Bu taviz karşılığında Rusya’dan İran’ı kendisine bırakılan bölgelerin dışında tutması istenecektir. Bu ortak zeminin güçlenmesi durumunda önümüzdeki süreçte Rusya’nın İran’la arasına daha fazla mesafe koyacağı öngörülebilir.
Sonuç olarak Trump-Putin görüşmesinden Suriye konusunda bir mutabakat çıkması durumunda Suriye’deki güç dengesinde önemli değişimler yaşanacaktır. Bu anlaşma ABD açısından Suriye’den çekilme sürecinin ilk adımı olacak Rusya’nın ise Suriye’deki nüfuz alanını daha da genişletmesinin önünü açacaktır. Bu durumda ABD’nin Suriye’deki varlığından kaynaklı ödediği maliyetleri azalırken daha geniş bir alanı kontrol etmek durumunda kalacak olan Rusya daha ağır maliyetlerin altına girecektir. Bu tür bir gelişme kısa vadede Rusya için diplomatik bir başarı olarak görülse de uzun vadeli riskler doğurabilecektir. Aynı süreç Rusya-İran birliğini de zayıflatacaktır. Bu durum Rusya’nın anlaşmadan kaynaklı sorumluluğunu yerine getirmesinin doğal bir sonucu olacaktır. ABD’nin artan baskısı altında kalan İran’ın bu hamlelere nasıl tepki vereceği ise süreci etkileyecek diğer bir husustur. Bu nedenle, Putin’in Trump’la görüşmesi sonrasında İran’ı da Suriye’de oluşacak yeni durumu kabullenmeye ikna etmesi gerekecektir. Siyasi ve ekonomik olarak zor bir süreçten geçecek olan İran’ın başka alanlarda kendisine karşı tavizler verilmesi durumunda yeni durumu belirli bir orana kabul edeceği düşünülebilir. Bu oranın ne kadar olacağı ise yapılacak görüşmelerin seyrine bağlı olacaktır.
Bu makale ilk olarak İran Araştırmaları Merkezi-İRAM'da yayınlanmıştır.