Yunanistan-Türkiye ilişkilerindeki dozu giderek artan gerginlik, arka planda neler olup bittiği sorusunu gündeme getiriyor. Savaş ihtimalinin konuşulması, yapılan bazı sert açıklamalar özellikle Türkiye kamuoyunda şüpheyle karşılanıyor. Türkiye’nin tamamen farklı bir iç ve dış siyaset gündemi varken Yunanistan’dan sürekli dozajı artan tahrik edici açıklamaların yapılması, Yunanistan’ın tam olarak neyin peşinde olduğunu sorduruyor. Sonuçta Kıbrıs meselesi çok uzun zamandır müzakere masasında, görüşmeler defalarca çöktü ve üstelik Kıbrıs Rum Yönetimi artık AB üyesi ve dolayısıyla AB içinde sözcüye ihtiyacı yok. Kaldı ki son iki ciddi müzakere sürecinde de masadan kalkan Rum tarafı olmuştu, tıpkı referandum aşamasına gelmiş bir planı reddettiği gibi yeni sürecin de bir anlaşma doğurmasını Rum tarafı engellemişti. Zaten söz konusu kritik açıklamalarda Kıbrıs, bölünmüşlüğün giderilmesi başlığıyla pek yer almıyor. Ege’deki sorunlar da dün ortaya çıkmadı. Adaların Lozan’a aykırı olarak silahlandırılması, karasuları, kıtasahanlığı, FIR hattı sorunları ve deniz sınırının çizilememiş olması Türk nüfusunun çoğunluğunun doğduğu günden beri duyduğu meseleler. “Sahipliği tartışmalı adalar”, “egemenliği devredilmemiş adalar” adı altında anılan mesele de yeni değil. Lozan’dan beri Ege sorunlarının bir parçası ancak Kardak Krizinden bu yana şeklinin, şemailinin daha belirgin hale geldiği açık. Ama Kardak Krizinin üzerinden 22 yıl geçti! Yunanistan’ın bazı adaları iskâna açması belki 10-15 yılı aşkın bir zamanın meselesi, iskâna açılmış adalara Yunan askerinin çıkması ise 2004-2008 sürecine uzanıyor. Türkiye’de adaların Yunanistan tarafından işgal edildiği söyleminin manşetlere taşınması ise 2012 tarihini işaret ediyor. Nereden bakılırsa adaların işgali meselesi dahi bugünkü savaş çağıran açıklamaların zamanlamasıyla örtüşmüyor. Üstelik gerginliği başlatan ya da “Tarih bizi mecbur ettiği takdirde atalarımızın yaptığını yaparız” gibi mantıksız ama tahrik edici tehditler savuran da adaları Yunanistan tarafından işgal edilen Türkiye değil…
Doğrusu kriz söylemi aslında tek taraflı kalıyor. Bilhassa Kammenos’un tahrik edici açıklamaları bu denli yoğun ve sık olmasa Türkiye’nin Yunan bakanı ve durumu çok ciddiye alacağı da yok. Türkiye’den bir anlamda mecburiyetten verilen cevaplar olduğu görülüyor. Yunan basınında da ayrıntıda kalan her bir gelişmenin dahi çok büyütülerek halka sunulduğu, tehdit algısının yüksek seviyede tutulduğu görülürken Türk basınında da bu yaklaşımın karşılığı yok. Durum Türk halkı için de geçerli. Ciddi bir tehdit algılamasının olmadığı, savaşa zaten ihtimal verilmediği hatta Yunan tarafından gelen sert açıklama ve tehditleri müstehzi bir yaklaşımla takip ettiği görülüyor.
Kammenos Faktörü ve Kammenos’un Ardındakiler
Yunanistan-Türkiye ilişkilerinin gerilmeye müsait olduğu açık. Ancak bu denlisinin son 40 yıldır ve belki 1974 dönemini saymazsak Türkiye Cumhuriyeti ilan edildiğinden bu yana yaşanmadığını iddia edebiliriz. Evet, buna Kardak Krizi dönemi de dâhil. Gerçekten de 1996’da iki ülke bir savaşın eşiğine gelmişti ancak hiç kimse kendini bilmez, karşındakinin gücünü ölçemez, densiz, delice açıklamalar yapmamıştı. Panos (Panayiotis) Kammenos’a dek kimse “Bir saatte Ankara’ya geliriz” tehdidini Türkiye’ye yöneltmemişti. Yunanistan’dan gelen fevri, sert, hadsiz açıklamalarla gerginliğin artması ve nihayetinde “savaş” sözcüğünü gündeme getiren tavırların sorumlusu Yunanistan Savunma Bakanı Kammenos ve süreç de onun göreve gelmesiyle başladı. Yunanistan’da koalisyonun küçük ortağı Bağımsız Yunanlar Partisi Genel Başkanı Kammenos, Savunma Bakanlığı’na getirilir getirilmez 2015’te Kardak’a helikopterle gelip çelenk atmak istemişti. 2016 ve 2017’de[1] Kardak niyetine Ege’ye çelenk bırakmış, 28 Ocak 2018’de hücumbotla Kardak’a çıkmaya kalkmış ama yine engellenmişti. Kammenos’un odaklandığı husus, Kardak. Ama bağlantılı olarak egemenliği Yunanistan’a devredilmemiş ada, adacık ve kayalıklar da Kammenos’un sorun yaratma alanlarını oluşturuyor.
Fanatik Yunanların bir gün Türkiye doğuda uğraşırken Yunanistan’ın Kıbrıs’ta, Ege’de ve kara sınırında ilerleyebileceği fantezileri zaten var. Kammenos da bu beklentiyi paylaşanları temsil ediyor. (2015 seçimlerinde partisi ANEL’in aldığı oy oranı yüzde 4,75’tir). Ama normal şartlarda ülkeyi savaşa sürükleyici eylemlerde bulunan devlet görevlileri, hızlıca susturulur ve görevden alınır. Kammenos, Yunan siyasetçiler tarafından da eleştiriliyor ancak görevinin başında kalmayı da sürdürüyor. Dolayısıyla tek kişilik bir gösteriden bahsetmek de mümkün değil. Öte yandan AB’nin özellikle Almanya’nın Yunanistan üzerindeki siyasi etkisi pek çok defa görüldü. Normal şartlarda Kammenos’un sakinleştirilip, kriz çıkarma girişimlerinden el çektirilmesi mesajı kamuoyundan gizli şekilde Çipras’a çoktan gönderilmiş olurdu. Bunun yapılmadığı Kammenos’un açıklamalarını sürdürmesinden belli oluyor. Aynı şekilde NATO kanadının da iki üyesinin savaşın eşiğine gelme ihtimalini bertaraf etmesi gerekirdi. Dolayısıyla normal şartlarda ABD doğrudan devlet başkanı düzeyinde devreye girip taraflara itidalli davranılması telkininde bulunurdu. Ama bu da olmadı. Aksine ABD'nin Atina Büyükelçisi Geoffrey Pyatt[2] Türk ve Yunan sahil güvenlik botlarının Kardak yakınlarında çarpışması hakkında "Türkiye'nin tutumunun kazaya veya yanlışa yol açabileceği, bu yanlışın daha sıcak bir olaya sebep olabileceğini”, “korkunç bir olay yaşanmasından korktuğunu” söyledi. Demek ki normal olmayan bir dönemden geçiliyor… Elbette normalin ötesine geçildiği zaten açık... Ortadoğu’da saflar değişti, Doğu Akdeniz’de kartlar yeniden karıldı ve Yunanistan yeni durumdan, diğer aktörler ise Yunanistan’dan faydalanıyor.
Askerlerin İadesi Faktörü
Gerginliğin artışındaki ikinci etken FETÖ’cü askerlerin darbe girişiminden sonra Yunanistan’a sığınması ve devlet başkanının hayatına kastettikleri, darbe girişiminde bulundukları halde Türkiye’ye iade edilmemeleridir. Türkiye açısından kırılma noktası da budur. Yoksa Kammenos’un açıklamaları ya da Ege’deki Yunan faaliyetleri belli bir noktaya kadar sessizlikle karşılanıyordu. Türkiye’nin bu konudaki bütün girişimleri karşılıksız kaldı, siyasi suçlu olmadıkları kesin olduğu halde önce “idam cezası” gerekçe gösterildi, bunun saçma bir gerekçe olduğu anlaşılınca da “işkence ve kötü muamele görme ihtimali” gerekçesi öne sürüldü. Aslında Yunan yargısı bir yandan da Suriyeli sığınmacıları Türkiye’nin güvenli bir ülke olduğu, işkence ve insanlık dışı muamele gibi tehditle karşılaşmadıkları belirtilerek Türkiye’ye gönderme kararı veriyor. Aslında Yunanistan’ın teröristlere destek verme eğilimi Fetö’cülerle sınırlı değil. Altı DHKP-Clinin iadesinin reddi kararı da Nisan ayı içerisinde verildi. Üstelik bunlar bomba yapımında kullanılan malzemeler, patlayıcı madde, silah ve sahte kimliklerle Kasım 2017’de düzenlenen operasyonla Atina’da yakalandılar. Yani Yunan güvenlik güçleri ve yargısına göre de teröristler. Tüm bunlar, önce ASALA sonra PKK için açılan kamplar; PKK militanları ve teröristbaşı Abdullah Öcalan’a verilen Yunan desteği hafızalarda yerini korurken yapılıyor.
Diğer taraftan darbede aktif görev alan askerlerin dışında haklarında yakalama kararı olan Fetö’cüler için de Yunanistan sığınak halini aldı. Aileleriyle birlikte Yunanistan’a sığınan 1800 kişi olduğu belirtiliyor. Hâlbuki daha dün -22 Nisan- Midilli’de Afgan sığınmacılar “diri diri yakın” sloganlarıyla saldırıya uğradı. Bu sığınmacılara karşı ilk düşmanca muamele de değil. Her nasılsa yabancıya tahammülü olmayan Yunanistan, Fetö’cüler için güvenli bir sığınak…
Türkiye topraklarında yakalanan ve iadesi reddedilen iki Yunan askeri meselesi de belli ki bu konuyla ilgili ve bir parça “göze göz, dişe diş” yaklaşımı izlenimi veriyor. Yunanistan ise FETÖ’cüleri 18 aylık gözaltı süresi dolduğu için serbest bırakacağını açıklayarak bu hususta “karşılıklılık” kriterine uymayacağını göstermiş oldu. Darbecilerden birini de saldı.
Lozan Anlaşması’nın Gündeme Getirilişi Faktörü
Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın7-8 Aralık 2017’de gerçekleştirdiği Yunanistan ziyareti esnasında Yunanistan Cumhurbaşkanı’yla görüşmesinde Lozan’ı gündeme getirip başmüftülük seçimine ve Lozan’daki sınırlara işaret etmesi, Yunanistan’ın Lozan’ın hiçbir hükmüne riayet etmediğinden bahisle Lozan’ın yeni koşullarda yeniden ele alınması gerektiğini söylemesidir. Bu söylem Yunanistan’da düşünüldüğünden çok daha fazla etki yaptı, Türkiye’de algılanmayan ayrıntılar Yunanistan’da adresini buldu.[3] Azınlıklarla ilgili kısmı daha önce incelemiştik. Yunanistan Erdoğan’ın sınırlarla ilgili vurgusundan rahatsızlık duydu ve Ege’deki sınırları değiştirmek istediği söylemi Yunan basınında yer aldı. Ancak işin gerçeği Ege’de zaten bir deniz sınırı belirlemesi yapılmış değil. Bu noktada zaten yürürlükte olan gerginliğin arttırılması planı doğrultusunda Erdoğan’ın açıklamalarını “tehdit” olarak gösterme konusunda Yunan basınının yönlendirildiği düşünülebilir. Gerçekten de Yunan basını Kammenos’un tüm girişimlerini tamamlayıcı bir fonksiyon görüyor, Yunan kamuoyunda olmayan tehditler, saldırılar işleniyor…
Silahlanma Faktörü
Kammenos sınırlara yeni asker yığınağı yapacağını açıklamıştı. Kammenos’un da ek 7 bin askerle Türkiye’yi tehdit edemeyeceklerinin bilincinde olduğunu varsaymak durumundayız; o halde bu hamle de Yunan iç kamuoyuna dönük bir dikkat dağıtma hamlesi ve AB içindeki finansörlerine dönük mesaj olarak değerlendirilmeli. Zira tehdit algısını arttırarak ve bunu AB topraklarına dönük bir tehdit olarak lanse ederek AB bütçesinden ek ödenek alabilmek, Avrupa Birliği Sınır ve Sahil Güvenlik Ajansı FRONTEX’i kendi sınırlarında tutabilmek, NATO'ya bağlı Daimi Deniz Grubu 2 görev gücünü Yunanistan askeri imiş gibi kullanabilmek ancak açık tehdit durumunda söz konusu olabilecektir.
Türkiye ile gerilim, bir yandan çalışanların ve emeklilerin maaşlarında azaltmaya gidilirken, ülkede bütçede pay olmadığı için okullar kapanırken silahlanmaya ayrılan payın birden bire yeniden artmasını açıklayabilecek bir gerekçe olarak da düşünülebilir. Ekonomik kriz büyük ölçekli silahlanma faaliyetlerini duraklatmıştı, bütçeden savunmaya ayrılan pay zaten Yunan halkında büyük tepkilere neden oluyordu. Krizi atlatmak adına kredi veren devletlerin bir yandan da silah ya da mühimmat satarak verdiği krediyi bu satışlarla geri alması da halk nezdinde tepki çekiyordu. Çok yakın tehdit algısı, silahlanmanın yeniden arttırılması için yerinde bir gerekçedir. Çoğunlukla karşılıksız saldırgan açıklamaların ardında yoğun silahlanma kapısını yeniden aralamak olduğu açıktır. Defalarca yeterli bütçe olmadığı için ertelenen Fransa’dan fırkateyn kiralama anlaşmasına bugün fırsat bulunmasının başka bir açıklaması da yok. Yunanistan sürekli oranları arttırsa da devlet-vatandaş sessiz uzlaşısı neticesinde halkından vergi toplayamadığı biliniyorken ve Yunanistan hala üretken bir ekonomiye kavuşamamışken para nasıl bulunmuş olabilir?
Yetkililerinden ilk etapta darbecilerin derhal iade edilecekleri açıklamasının yapılmış olması, Sonradan siyasi gerekçelerle Yunanistan üzerinde baskı kurulduğu izlenimi yarattı. Görünen ve tahmin edilenlerin haricinde bir de bazı ilişkiler üzerinden ileri sürülen iddialar bulunuyor. Fetullahçı terör örgütü tarafından fonlandığı söylenen ‘Avrupa için Liberaller ve Demokratlar İttifakı (ALDE)’ isimli Avrupa Parlamentosu’nun çatı partisinin Atina hükümetine iadeyi reddetmesi için baskı yaptığı iddia ediliyor. Dolayısıyla bir yanda tatlıya bağlanma noktasından çok uzak ama şimdilik sessiz kalan Türkiye-Almanya gerginliğinin, bir yanda kuşkusuz ki FETÖcüler nedeniyle ciddi bir hal alan Türkiye-ABD gerginliğinin Yunanistan üzerinden sürdürülmesi de söz konusu. Türkiye’nin teröre karşı Suriye’de sürdürdüğü operasyon ve Doğu Akdeniz enerji savaşları da aynı devletlerin Yunanistan’ı; Yunanistan’ında bu devletleri Türkiye’ye karşı kullandığı bir ortam yarattı. 17 Ekim’de ABD Dışişleri Bakanlığının, Yunan Hava Kuvvetleri’nin elindeki F-16 savaş uçaklarının modernizasyonu için 2,4 milyar dolarlık bir satışa onay vermesi; 6 Kasım’da ABD’li Lockheed Martin şirketinin Yunan Deniz Kuvvetleri’ne ait dört adet P-3B Orion deniz karakol ve gözetleme uçağının modernizasyonu için 260 milyon dolarlık bir sözleşme imzalaması ve Trump’ın Çipras görüşmesi sonrasında 17 Ekim 2017’de Yunanistan’a övgüler düzerek Doğu Akdeniz’de çok önemli bir görev yerine getirdiği yönündeki açıklaması ve ABD’nin Kıbrıs Rum Yönetimi’nin deniz yetki alanı belirleme girişimini bölgeye 6. Filosunu göndererek garantiye almak istemesi tüm gelişmelerle birlikte değerlendirilmek durumundadır.
Metro Analysis tarafından yapılan ve 20 Nisan’da sonuçları açıklanan kamuoyu yoklaması , halkın en önemli sorun olarak hala ekonomi ve işsizliği gördüğü; Türk-Yunan ilişkilerinde ANEL ve Syriza’nın politikasının desteklenmediği, Kammanos’un partisi ANEL’e Türkiye siyasetinde desteğin yüzde 1’in altında kaldığı; bugün seçim olsa ANEL’in 1,9 oyla yüzde 3 barajının altında kaldığı hususlarını ortaya koydu. Gerginlik siyasetinin Yunan halkında bir karşılığı olmadığı görülüyor. Kammenos’un istifaya zorlanmasının koalisyonu bozacağı ve Yunanistan’da yeni bir siyasi istikrarsızlık sürecini başlatacağı açık. Ancak susturulmaması durumunda da Yunanistan bundan zarar görecek. Kammenos'a Yunanistan içinden gelen ağır tepkiler de devlet mekanizmasının devreye girmeye çalıştığının göstergesidir. İşin gerçeği bu dönemde Yunanistan’ın kendisini aklı selime davet edecek ortaklara ihtiyacı var. Gerginlik gerçekte Yunanistan’ın çıkarlarına uygun değil, bölgeye uzun vadeli çıkarlar çerçevesinde bakabilenlerin devreye girmesi gerekir… Ancak bu çevrelerin sıcak bir çatışma anına dek Yunanistan’ın kendi kendini kışkırtmasına sessiz kalacağı da görülüyor.
Bu analiz ilk olarak Diplomatic Observer'in Mayıs 2018 sayısında yayınlanmıştır.
[1] Kardak üzerinde çelenk attı, bunun hava sahası ihlali olarak görüldüğüne dair bir bilgi kamuoyuyla paylaşılmadı.
[2] Pyatt, 2013-2016 döneminde Ukrayna Büyükelçisi idi. Merkezde dört yıl görev yapmadan Ukrayna’dan hemen sonra Yunanistan’a elçi atanması Yunanistan’da bazı çevrelerde rahatsızlık yaratmıştı.
[3] Bu konuda ayrıntılı bir inceleme için bkz. Gözde Kılıç Yaşın, Türkiye-Yunanistan İlişkilerinde Dönüm Noktası: Lozan Tartışması, Diplomatik Gözlem, Ocak 2018