7 Nisan’da Esed rejiminin aylardır kuşattığı Şam yakınlarındaki Doğu Guta’da sivillere karşı kimyasal silah kullanması üzerine 14 Nisan’da ABD, İngiltere ve Fransa koalisyonu Moskova’nın itirazlarına rağmen Esed rejimine karşı havadan ve denizden operasyon düzenlemiştir.
Saldırı öncesi Rusya, koalisyon güçlerinin operasyonunu yakından takip edeceğini, Tartus ve Hmeymim üslerindeki hava savunma sistemlerini teyakkuza geçireceğini, operasyonun ABD ve müttefiklerine pahalıya mal olacağını hatta kendilerine Amerikan füzelerini vurma hakkının doğacağını açıklamıştır. Ne var ki aynı Rusya, operasyonlardan birkaç gün önce Tartus deniz üssündeki savaş gemilerini geri çekmeye başlamıştır. Dahası Rusya, operasyon sırasında da Suriye’deki hava savunma sistemlerini devreye sokmayarak Esed rejimini yalnız bırakmıştır. Operasyon sonrasında ABD Başkanı Trump, operasyonların başarıyla sonuçlandığını ilan ederken Rusya Devlet Başkanı Putin saldırıları kınamakla yetinmiştir.
Rusya’nın, müttefiki Esed rejimini korumaktan vazgeçmesinin iki temel nedeni vardı. Bunlardan birincisi psikolojikti. Bilindiği üzere son dönemlerde Rusya, Batı ülkeleri tarafından iki suçlamayla karşı karşıya kalmıştır. İngiltere, eski Rus ajanı Sergei Skripal’in ülkesinde zehirlenmesinden bizzat Putin’i sorumlu tutmuş ve Almanya ve Fransa başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesi de İngiltere’yi destekleyerek eşgüdüm hâlinde ülkelerindeki Rus diplomatları sınır dışı emiştir. Ayrıca İngiltere, İngiltere’de ikamet eden veya sermayesini bu ülkede bulunduran Putin’in yakın çevresindeki bazı isimlerin malvarlığına el koyma kararı almıştır. Bununla da yetinmeyerek Rusya’yı, Suriye’de de cezalandırmanın yollarını aramaya başlamıştır.
Batılılar, Doğu Guta’daki sivillere karşı kimyasal silah kullanılmasında Esed rejiminin yanında Rusya’yı da suçlamış ve ABD Esed rejiminin hâlâ kimyasal silahlara sahip olmasının sorumlusu olarak Rusya’yı göstermiştir. Moskova bu iddiaları reddetse de Rusya’ya karşı yeni yaptırımlar çoktan konuşulmaya başlanmıştı. 2013 yılında Esed rejimi, sivillere karşı kimyasal silah kullandığında eski ABD Başkanı Obama’nın Esed’e karşı askerî operasyon kararı alması gündeme gelince ABD’nin kararını değiştirmesini isteyen Rusya bunun karşılığında Esed’in elindeki kimyasal silahların tamamını teslim alma taahhüdünde bulunmuştu. ABD’nin bu öneriyi kabul etmesiyle süreç başlamış ve Rusya, Esed’in elinde kimyasal silah kalmadığını yönündeki açıklamasını teyit etmişti. Dolayısıyla rejim güçlerinin elinde hala kimyasal silahlar bulunuyor olması Rusya’nın sorumluluğunu yerine getirmediği şeklinde yorumlanmıştır.
Rusya hem Skripal’in zehirlenmesi hem de Doğu Guta’da kullanılan kimyasal silahlar nedeniyle Batı’yla yaşanan gerginliğinin daha da artmasından kaçınmaya çalışmıştır. Moskova’nın Esed’in yanında yer alarak Batı’ya cephe alması durumunda Rusya daha sert tepkilerle karşı karşıya kalabilirdi. Ekonomik ve siyasi yaptırımların sertleşmesi, uluslararası toplum nezdinde Rusya’nın suçlu duruma düşürülmesi, önemli uluslararası konularda Rusya’yla iş birliğine gidilmemesi gibi sonuçlar ortaya çıkabilirdi. Batı koalisyonun Esed’in kimyasal silah kullanmasına karşılık vererek “rahatlaması”nın, 14 Nisan’dan önceki yüksek tansiyonu düşüreceğini ummaktaydı.
Rusya’nın operasyon süresince Esed’e beklenen desteği sağlamamasın arkasındaki ikinci etken askerî-stratejik ortamdı. ABD Ortadoğu’da Rusya’ya karşısında askerî olarak daha avantajlı bir konumdadır. ABD, askerî olarak yıpranmış Esed rejiminin yanında yer alan Rusya ve genellikle daha az profesyonel paralı milislerle Esed’i destekleyen İran Proxlerine karşı, bölgede Şam rejimini bombalamaya hazır geniş bir koalisyon zincirine sahiptir. Rusya’nın Suriye’deki üsleri ulaşım ve lojistik boyutlarıyla izole edilmiş ve rakip ülkelerle çevrelenmiş durumdadır. Rusya’nın Akdeniz’de deniz ve hava olmak üzere kullanabileceği iki askerî üssü mevcutken ABD’nin Türkiye, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinde birçok askerî üssü bulunmaktadır. ABD bunlara ilaveten İsrail’e ait askerî üsleri kullanma imkanına da sahiptir. ABD’nin askerî üstünlüğünü başka rakamlar da teyit etmektedir. Örneğin, Rusya’nın Suriye’de paralı askerleri dışında yaklaşık 2 bin askeri ve 25 kadar savaş uçağı varken ABD bu ülkede sırf hava birliği olarak 3500-4000 kişilik bir güç bulundurmaktadır. ABD’nin sadece Akdeniz’deki hava gücü kapasitesi Rusya’nın bütün Suriye’de sahip olduğu hava gücünün iki katıdır. Suriye operasyonunda yer alan Amerikan “Herry Truman” uçak gemisi 6000 mürettebatın yanı sıra 90 civarında savaş uçağı ve savaş helikopteri taşımaktadır. Rusya’nın Suriye kıyılarındaki filosunda bulunan gemi sayısıyla ABD’nin 6. filosundaki savaş gemilerinin sayısı hemen hemen aynı olsa da ABD’nin Körfez’deki filosu ve bölgedeki müttefiklerinin askerî kapasitesi düşünüldüğünde ABD bloku Rusya’nın askerî kapasitesinin çok üstüne olduğu görülmektedir.
ABD ve müttefiklerinin Esed rejimine karşı düzenledikleri operasyonda kullanılan silahların niteliği ve niceliği Rusya’nın kararını önemli derecede etkilemiştir. Moskova, Esed rejimini neden korumadığının gerekçelerini açıklarken söz konusu operasyonunun teknik boyutunu öne çıkaran bir savunma yapmıştır. Pentagon konuyla ilgili yaptığı açıklamada, düzenlenen füze saldırılarına karşı rejim güçlerinin hava savunma sistemlerin “tamamen etkisiz” kaldığını, hava savunma sistemlerinden fırlatılan 40 füzenin sonuç vermediğini belirtirken Rusya Savunma Bakanlığı, koalisyon güçlerinin ateşlediği 103 füzeden 71’sinin rejimin hava savunma sistemleri tarafından düşürüldüğünü iddia etmiştir. Moskova bu açıklamayla Esed rejiminin Rusya’nın desteğine ihtiyaç duymaksızın kendi hava sahasını savunabileceğini ve gerektiğinde ABD ve koalisyon güçlerinin operasyonlarına direnebileceğini göstermeye çalışmıştır.
Esed rejiminin hava savunma sistemi envanterinde1970-80’li yıllarda üretilmiş S-125, S-200, “Buk-M2E” gibi orta menzilli hava savunma sistemleri ve yeni nesil uçaksavar “Pantsir-S” topçu sistemleri bulunmaktadır. Şam yönetimi, Rusya’dan talep ettiği ve 2010 yılında alımı konusunda mutabık kalınan S-300 hava savunma sistemleriyle taktik “İskender” füze sistemlerini henüz edinememiştir. Bunun yerine Moskova, 2017 Ağustos’unda Esed rejiminin kontrolündeki hava savunma sistemlerine ek olarak Rusya üslerine konuşlandırılan “Pantzer-S” ve S-400 sistemlerinin de dâhil olduğu ortak bir hava savunma sistemi kurmuştur.
Ne var ki yukarıda da değinildiği üzere14 Nisan operasyonunda Rusya bu sistemlerini Esed lehine devreye sokmamıştır. Bu da Esed rejimini saldırılar karşısında eski hava savunma sistemleriyle yetinmek durumunda bırakmıştır. Rejim güçleri, saldırılara karşılık vermeye çalışsaydı bile ABD ve müttefiklerinin kullandığı yüksek teknolojiye sahip füzeler karşısında başarı sağlama ihtimali oldukça düşük kalacaktı. Operasyonda kullanılan füzelerden en bilineni ve toplam fırlatılan füzelerin yarısından fazlası Amerika menşeili “Tomahawk” füzeleriydi. Bu füzeler hava savunma sistemlerine karşı yüksek başarısıyla bilinmektedir. ABD’nin 1991 yılında Irak’ta gerçekleştirdiği “Çöl Fırtınası” operasyonunda ateşlediği 197 füzenin 185’i hedefe ulaşmış, 1999 yılında Yugoslavya’da yaptığı hava operasyonlarında atılan 700’den fazla “Tomahawk” füzesinden sadece 40’ı hava savunma sistemleri tarafından düşürülebilmiş ve 2003 Irak işgalinde ateşlenen 700 füzeden sadece 30’u hedefe ulaşamamıştır. Bu veriler %90-95 başarı anlamına gelmektedir. Ayrıca 14 Nisan’da Esed rejimine karşı yapılan operasyonda, füze saldırılarının birçok bölgeden; çeşitli savaş gemileriyle denizden ve pek çok savaş uçaklığıyla havadan ve muhtelif menzillerden yapılması Esed rejiminin karşı koyma şansını daha da azaltmıştır.
ABD’nin yapacağı operasyonun boyutuyla ilgili operasyon öncesinde kesin bir bilgi söz konusu değildi. Dolayısıyla da rejim güçleri ne zaman ve nasıl biteceğini öngöremediği bu saldırıya nasıl karşılık vereceğini kestirememiştir. Bu durumda en uygun seçeneğin operasyonların bitmesini beklemek olduğu düşünülmüştür. ABD operasyonlarına karşı başarısız kılacak bir misillemede bulunmak ABD’nin bunu engellemek için daha sert ve kapsamlı bir karşılık verme ihtimalini ortaya çıkaracağı için Şam yönetimi böyle bir riske girmekten kaçınmıştır. Bu durum Rusya için de geçerliydi. Rusya’nın hava savunma sistemlerini aktif hâle getirerek Esed’i korumak için ABD füzelerini vurması durumunda söz konusu savunma sistemleri ABD’nin hedefi hâline gelmiş olacaktı. Hmeymim ve Tartus üslerindeki iki tabur savunma sistemi de ABD’nin kitlesel füze saldırısına maruz kalacağı için başarılı olamazdı. Bu Rusya’nın en yüksek silah teknolojilerinden birisi olan S-400 hava savunma sistemlerine olan güveni azaltacağı gibi savunma gücünü de şüpheye düşürecek ve Rusya’nın prestijine büyük darbe vuracaktı. Rusya’nın Esed rejiminin yanında yer alarak ABD saldırılarına karşı koymaya çalışması, koalisyon güçleriyle sıcak çatışmaya girme riskini de ortaya çıkaracaktır. Bu durumda Rusya’nın başarılı olma şansı ise düşüktü.
Sonuç olarak son operasyonlarda Rusya siyasi bir ikilem yaşamıştır. Suriye rejimine yapılan askerî harekatta tarafsız kalmayı seçen Rusya, ABD’yle çatışmaktan imtina ederek bölgedeki ittifak ilişkilerini zedelemiştir. Esed rejimi tarafından “daha az güvenilir ortak” şeklinde görülmeye başlayan Rusya, İran’da da benzer bir algı yaratmıştır. Rusya’nın Batı’yla ilişkilerinde İran’la arasındaki ittifakı pazarlık konusu yapabileceğine inanan Tahran, Suriye’deki Rusya-İran iş birliğinin kırılgan olduğunu düşünmektedir. Rusya’nın hem Esed rejimi hem de İran’ın Suriye’deki varlığı nedeniyle Batılılarla sorun yaşamaya gönüllü olmadığı bilinmektedir. 14 Nisan’da yaşananlar da bunu doğrulamıştır.
Makale ilk olarak İRAM-İran Araştırmaları Merkezi'nde yayınlanmıştır.