Irak Başbakanı Haydar Abadi’nin koruma müdürünün Sadr yanlıları tarafından öldürülmesi, Sadr Hareketi’nin lideri Mukteda es Sadr’ın, Abadi ile İran destekli Haşdi Şabi lideri Hadi Amiri arasında varılan seçim ittifakının mezhepsel bir zemin üzerinde kurulduğunu ve mezhepsel cepheleşme doğuracağını söylemesi, ardından Bağdat hükümeti başbakanı Abadi’nin, ırkçılığı ve mezhepçiliği reddettiklerini ifade etmesi oldukça önemlid. Çünkü ülke içinde özellikle İran’ın etkili olduğu Şii gruplar arasında mücadele söz konusu.
1979 İslam devriminden sonra dış politikasını rejim ihracı üzerine oturtan İran, dini söylemler kullanarak özellikle bölge ülkelerdeki Şii gruplar üzerinde etkinlik kurmaya çalıştı. İran, Şiiliğin ortaya çıktığı Irak'a ayrıca önem vermekte. Irak'ın etkin isimlerinden biri olmakla birlikte İran'dan maddi ve manevi destek alan Şii lider Mukteda es Sadr, her ne kadar Arap vurgusu yapsa da izlediği politika ile İran'ın Irak'taki etkinliğini de kolaylaştırmakta.
İran’ın Orta Doğu Politikası ve Şiilik
Günümüzde Şiilik denilince akla ilk gelen devlet İran İslam Cumhuriyeti’dir. İran, Şiiliğin devlet dini olduğu ve gerçek bir İslam Devrimi’nin yaşandığı tek ülkedir. Şiilik, İran’da yaşayan etnik grupları bir arada tutan ve milli bütünlüğünü sağlayan en önemli unsurlardan birisi. İran, iç ve dış politikalarında da Şiiliğe vurgu yaparak etkinlik alanını geniş tutmaya çalışmakta.
1979 İslami devrimden sonra İran, Orta Doğu’ya yönelik politikasında dini, bir araç olarak kullanmaya başladı. İran, devrimden sonra kullandığı söylemlerde gerçekleştirilen bu devrimin İran’a ait olmadığı, bütün Müslümanların devrimi olduğu imajını vermeye çalıştı. İran dini söylemler kullanarak Müslümanların sempatisini kazanmak suretiyle Orta Doğu’ya yayılmak istedi. Çünkü Orta Doğu’ya ancak dini söylemlerle girebileceğini düşünmektedir. Aksi takdirde, bölgede Arap direnciyle karşılaşacağını çok iyi biliyor.
İran, Orta Doğu’da etkisini ilk önce Irak’ta ve bazı Körfez ülkelerinde gösterdi. Orta Doğu’nun önemli sorunlarına bakıldığında İran, dolaylı veya doğrudan bu sorunların içinde görülmekte. İran, Orta Doğu’da özellikle de Lübnan’da, Filistin’de, Suriye’de ve en önemlisi Irak’ta ihmal edilmeyecek bir aktör. İran bu sorunlardaki yerini dini söylem kullanarak ilişki kurduğu gruplar sayesinde kazanıyor.
Irak’ta Şii Gruplar
İran'ın etkin olmak istediği ülkelerin Şii yoğunluğuna bakıldığında Irak, nüfusunun yaklaşık yüzde 50’si Şii olması nedeniyle Bahreyn’den sonra İran dışında Şiilerin en yoğun olduğu ülkedir. Irak’ı bu noktada diğerlerinden ayıran önemli bir özelliği, Kerbela ve Necef gibi bütün Şiiler tarafından kutsal sayılan şehirlerin burada bulunmasıdır. Necef ve Kerbela'da Şiilerin liderleri de Ayetullah Muhammed el-Sadr idi. Şiiler daha Humeyni iktidarının ilk günlerinden beri İran yanlısı olduklarını ve her fırsatta İran’ı destekleyeceklerini korkusuzca ilan etmişler hatta Irak Şiileri 1979 yılı ortalarında Necef’te İslam Kurtuluş Hareketi adlı bir teşkilat kurup Humeyni ile daha yakın ilişki kurmuşlardı.
Irak’taki Şiiler arasında en popüler gruplardan biri Sadr grubudur. Liderliğini Mukteda el-Sadr’ın yaptığı grup, ABD işgaline karşı en sert tepkiyi gösteren Şii grubudur. Sadr grubu Amerika’nın oluşturduğu Irak’ı yeniden yapılandırma sürecine katılmayı reddetmiş ve bu direnişi sürdürme kararı almıştı. Bu nedenle Sadr grubu geçici Irak yönetiminde de yer almamıştı.
Şii gruplar, zaman zaman kendi aralarında da bir mücadele içine girmişlerdi. Özellikle Sadr grubu ile rekabet halinde idiler. Irak’ta Sadr grubuyla rekabet halinde olan Şii gruplardan biri merkezi Tahran’da bulunan Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyi idi.
Irak’taki en organize Şii grup olarak bilinen El-Hakim grubu ise ABD’ye karşı ılımlı mesajlar verdiği için diğer Şii gruplar tarafından eleştirilmiştir. Şiilerin Irak’taki dini lideri olan Ayetullah Ali Sistani’nin önderliğindeki Sistani grubunun da bu gruba daha yakındır.
Irak’taki bir diğer Şii grup da Ayetullah Ali el-Sistani grubudur. Sistani’nin sözleri Şiiler arasında önemsenmektedir. Çünkü Sistani Necef’teki hem Şii din okulu hem de Şiiler nezdinde, ülkedeki en yüksek dinsel otorite ve kutsal mekânların koruyucusu konumunda olan Havza’nın, 10 kişilik yönetim kurulunun başkanı konumundadır. Mukteda el-Sadr, Havza’nın Başkanı Ali el- Sistani’nin önderliğini kabul etmemiştir. Sadr grubu dinsel otorite olarak Sistani’yi değil uzun yıllardan beri İran’da yaşayan Şii din alimi Katim el-Haeri’yi tanımaktadır.
Irak’ta faaliyet gösteren Şii gruplardan birisi de Dava Grubudur. Grubun lideri Muhammed Nasıri işgalden sonra Irak’a dönerek grubuna destek arayışına çıkmıştır.
İran’ın Irak politikasının merkezini Iraklı Şiiler oluştursa da, taraflar arasında çok boyutlu ve karmaşık bir ilişki söz konusudur. Şiiliğin doğuş merkezi olması nedeniyle Irak, tüm dünya Şiileri için önemli bir ülkedir. İran’daki büyük din adamlarının çoğu Necef’te yetişmiş olduğundan İran, Iraklı Şiileri her zaman himayesi altına almıştır. Baas Partisi özellikle Saddam Hüseyin döneminde Irak, bütün Şiilere kapılarını kapatmış; bu dönemde sadece İran ve belirli düzeyde de Suriye, Şiilere destek vermiştir.
Mukteda es-Sadr
1973’te Irak’ta doğan Mukteda es Sadr, Şii dini lider Ayetullah Muhammed Sadık es Sadr’ın oğludur. Sadık es Sadr'ın oğulları arasında tek varis olarak kalan Mukteda es Sadr, İçine kapanıktı ve etrafındakilere göre liderlik özelliklerine sahip değildi. Babasının ölüm şekli ve Irak'ın o dönemde içinde bulunduğu çalkantılı siyasi durum Sadr hareketinin 1999 yılından 2003 yılına kadar faaliyetleri yeraltından yürütmesinin etkenlerinden biri olarak gösterilebilir.
Sadr, genç olmasına ve Ayetullah unvanına sahip olmamasına karşın geniş kitlelere ulaşmada başarılı oldu. Sadr, özellikle Irak’ın işgali sonrasında ABD karşıtlığı ile daha geniş kitleler tarafından tanınmaya başlanmış, ülkenin en etkin figürlerinden biri haline geldi. İşgal sonrası oluşturulan Sadr Hareketi, dini ve sosyal bir halk hareketi oldu; dini öğretiler ve gelenekselliği birleştiren bir sosyal düzen kurmayı hedefledi. ABD işgalinin ilk dönemlerinde Sadr’ın takipçileri, yoksul Şii halkın yaşadığı banliyölerde halkın yiyecek ihtiyacını ve sağlık hizmetini karşıladı. Bağdat’ın banliyölerinde yaşayan iki milyondan fazla yoksul Şii, Sadr öncülüğünde kendi belediyelerini, sağlık ve sosyal hizmetlerini kurdu, Saddam Şehri adındaki bu bölgeye Sadr Şehri adını verdi. Sadr, Amerikan karşıtı söylemini Cuma namazlarında verdiği vaazlarda da sürdürdü ve halkı ABD işgaline karşı direnişe çağırdı. Bu doğrultuda Sadr, 2003 yılında 500-1000 kadar eğitimli asker ve 5000-6000 civarında gönüllünün katılımıyla Mehdi Ordusu adı altında askeri bir birim kurdu ve kendisine bağlı bu güçlerle ABD askerlerine karşı savaştı. Şunu da belirtmekte fayda var, ABD'nin 2003 yılındaki işgalinin ardından Irak'taki Şii politikasına üç grup hakimdi: Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyi, Dava Partisi ve Mehdi Ordusu.
Bu üç grup arasında İran'a en yakın ve yakınlığı en belirgin olanı Yüksek Konsey, İran'a çok yakın durmakla birlikte ABD ile de iyi ilişkiler kurmuş olması, yine Konsey ve Dava Partisi ileri gelenlerinin ülkede kalıp Saddam rejimine karşı direnmemeleri Irak halkı üzerindeki olumsuz etki yaratmıştı. Sadr’a bağlı Mehdi ordusunun Amerikan askerleriyle çatışması, Sadr'ın Irak'ta kalması, milliyetçi bir dava gütmesi ve İran'dan bağımsız olduğu algısını oluşturması Sadr’ın prestijini artırmış ve Sadr Hareketi’ni yabancı işgaline karşı direnişin sembollerinden biri haline getirmişti.
Sadr’ın prestiji İran’ın da gözünden kaçmamıştı. Halk desteğine rağmen Sadr'ın en büyük açığı dini açıdan yetkinliğe sahip olmamasıydı, fetva verme yetkisi yoktu. İşte bu durum İran'a Sadr'a yaklaşmak için çok büyük bir fırsat vermişti. Sadr, ilk kez Tahran'a davet edilmiş, İran da, Irak'ta Lübnan Hizbullah'ına benzer siyasi, dini ve askeri bir üçlü saç ayağına dayanan bir yapı oluşturmaya yönelik planının ilk tohumlarını da atmış oldu.
Mukteda es Sadr, İran’la olan bağlantısına her zaman dikkat çekmiş ve konuşmalarında sık sık İslam devleti kurma hedefine vurgu yapmıştır. Sadr, ayrıca geleneksel olarak siyasetten uzak kalma eğiliminde olan Şii ruhani liderlerini Irak’ın yeniden yapılanmasında görev almaya çağırmıştır. Mukteda es Sadr, Iraklı Şiiler üzerinde daha etkin hale gelebilmek ve Şii din adamları karşısında liderlik meşruiyeti sağlayabilmek amacıyla Ayetullah unvanını almak için çalışmıştır.
Sonuç
2003 yılında Irak'ın işgali ile siyasi hayata atılan Mukteda es Sadr, işgale karşı çıkmasıyla Irak'ın önemli figürlerinden birisi olmuştur. Tabii bu durum İran'ın gözünden kaçmamış Sadr, İran'dan maddi ve manevi yardımlar görmüştür.
Şiilerin Irak’ta yönetime hâkim olmaları en çok komşu ülke İran’ı memnun eden bir gelişme olmuştur. Ancak, Sadr'ın İran ile ilişkilerine baktığımızda bir belirsizlik olduğu görülmektedir. Sadr, her ne kadar İran ile iyi ilişkiler kurmuş olsa da, milliyetçi tutumu ve Arap kimliğine ısrarla vurgu yapması dikkat çekicidir. Bu tutum, Irak Şiiliğinin İran’ın egemenliği altına girmesine karşı çıkmasından kaynaklanmaktadır. Bu doğrultuda Arap Şiiliği ile Fars Şiiliğinin rekabeti olduğu değerlendirmeleri de yapılmaktadır.
Uzun yıllar Baas rejimi altında dışlanarak yaşayan Şiiler bugün artık Irak’ın en büyük siyasi gücü haline gelmişlerdir. Irak siyasetinde Şii gruplar arasında var olan anlaşmazlığın aslında güç mücadelesinden kaynaklandığını, buna ilaveten Sadr grubunun protesto hareketlerinin arka planında da hükümete karşı halkın desteğini almak suretiyle siyasi güç kazanma çabası olduğu söylenebilir.
Makale ilk olarak Diplomatik Gözlem Nisan 2018 (78. sayı) sayısında yayınlanmıştır.