Trump iktidara geldikten sonra ABD’nin İran politikası daha sert olmaya başladı. Trump’ın özellikle, Obama döneminde imzalanan nükleer anlaşmasını iptal etmeye çalışması dikkat çekiyor. Bu konu etrafında ABD'de halen ciddi politik mücadele sürdürülmektedir.
Ancak ülke genelinde liberallerin ve Batılıların baskısı ile Trump istediğini henüz elde edemedi. İran'daki son sosyal kargaşayı fırsat olarak değerlendiren Trump yönetimi konuyu canlandırmak istedi, yine de sonuç alamadı.
Graham Fuller’in son yazılarının birindeki[1] başlıca mesajı, mevcut yönetimi İran'a karşı saldırgan siyasetten vazgeçmeye çağırmaktır. Fuller, bu makalesinde Neo-conları İran'a karşı diğer ülkelerdeki gibi başarısız ve yanlış "demokrasi ihraç etmek" politikasından vazgeçmesi ve İran'ı Saddam Irak'ı ve diğer ülkelerle aynı kefene koyması gerektiğini vurgular; İran'a karşı savaşın başarısız olacağını, İran halkının güçlü direniş gücüne ve geleneksel olmayan savaş yürütme potansiyeline sahip olduğunu dile getirir.
Aslında esas nokta savaş karşıtı çağrılar değil; çağrının argümanları ve bu argümanların hangi tonda ve fonda verildiğidir. G.Fuller bunu Batı'daki çoğu Ortadoğu ve İran üzerine çalışan liberal-sol düşünceli entelektüel ve uzmanlar gibi büyük sempati ve hayranlıkla sunmaktadır. Bush'un İran’ı "şer ekseni"nde sayması ve 2009-2012 yıllarında İran'a karşı savaş ihtimalinin açıkça tartışılmaya başlamasından sonra Batı'daki entelektüellerin İran'ı savunmaya başlayan makalelerini hatırlamamak mümkün değil. Özellikle de 2012 yılında uluslararası ilişkiler teorisi alanında duayen sayılan, kitapları ders kitabı olarak kullanılan merhum Kenneth N. Waltz'un Foreign Affairs dergisinde yazdığı "Neden İran'ın nükleer silahı olmalıdır?" adlı makalesi hatırlanmalıdır.
Batı'nın liberal entelektüelleri arasında İran'a karşı büyük sempati ve rağbet olduğu açık. Sempatinin ardında Fuller’in ABD’yi İran'a karşı savaştan vazgeçirmek için ileri sürdüğü ve neredeyse Batı liberallerinin çoğunluğu tarafından da kabul edilen ve çeşitli şekillerde seslendirilen temel argüman, İran'da Ortadoğu'nun diğer monarşik rejimlerinden farklı olarak demokrasinin ve demokrasi araçlarının olmasıdır.
Fullere göre yüksek dini rehberin genel hâkimiyeti ile sınırlanmış olsa da özgür seçim eleştirileri, iktidarın çeşitli kolları ve seçim tartışmaları var ancak Ortadoğu'nun Arap monarşilerinde bunların hiçbirisi yok. Obama'nın eski Savunma Bakanı Chuck Hagel de vakti zamanında bunu dile getirmişti. Hagel’in Savunma Bakanlığı döneminde konu Kongre'de tartışılırken onun bu düşünceleri Cumhuriyetçilerden ağır eleştiriler almıştır
G.Fuller’e göre İran modernleşme ve demokrasi yolunda olan ve bu konuda evrim geçiren bir ülkedir; Ortadoğu'nun Arap monarşileri işte bu yüzden İran'ı kendileri için tehdit olarak görürler ve ABD'yi de kendi düşmanlıklarına alet etmeye çalışırlar. Fuller’e göre ABD bundan sakınmalı ve İran’ın demokrasi ve modernleşme yolundaki evrimine engel olmamalı, aksine işbirliği yapmaya çalışmalıdır. Fuller, diğer liberaller gibi Ortadoğu'da başlıca sorunun aslında Suudi Arabistan olduğunu da söylüyor.
Ayrıca, bir kaç gün önce ABD kendi nükleer doktrinini yayınladı. Burada İran’ın da potansiyel bir tehdit olarak gösterildiği vurgu yapılması gereken en önemli husustur. Görünen o ki G.Fuller’in yazdıklarının aksine Trump yönetiminin İran’ı Arap monarşilerinden ayrı tutma düşüncesi yok. Bu nedenle de İran, Suriye’de ve Irak’ta terör örgütlerine destek sağlayarak ABD’yi oralarda tutmaya çalışacaktır ki, aynı kaderi yaşamak zorunda kalmasın.
[1] Graham Fuller, Iran–On The Brink?, http://lobelog.com/iran-on-the-brink/?utm_content=buffer9fb62&utm_medium=social&utm_source=facebook.com&utm_campaign=buffer, January 11, 2018