Uluslararası ilişkiler tarihinde 60’lı yılları karmaşık ve ciddi jeopolitik gelişmelerin yaşandığı dönem olarak karakterize edilebilir, özellikle de Orta Doğu tarihinde. Örneğin, 1966’da İsrail’in uçakla Suriye'yi bombalaması, 1967’de İsrail'in savaş ilan etmeden Ürdün, Mısır ve Suriye'ye karşı askeri operasyonlara başlaması, hatta o dönemde İsrail'in SSCB ile diplomatik ilişkileri kesmesi bile o dönemin gerginliğini doğruluyor.
Tüm bu olaylar ve ondan sonra yaşanmış bir takım gerginlikler sonucunda İsrail'in genç başbakanı, "Likud" bloğunun lideri Benyamin Netenyahu’ya 1996’da çok önemli jeostratejik önemi olan bir proje önerildi. "Clean Break" olarak isimlendirilen bu proje ABD'nin (Insitute for Afvanced Strategic and Political Studies, IASPS) yönetimi ile hazırlanmıştır. Bu projenin ortaya çıkmasında önemli kişilerden biri Pentagon'un o zaman Savunma Politikası üzere Komitesi üyesi olmuş Richard Perl idi. Perl, rehberi Donald Rumsfeld'in onayıyla 1996’da bu yapısal projeyi İsrail Başbakanı Benjamin Netenyahu’ya gönderdi. Aslında, "Clean Break" bölgesel düzlemde İsrail'in ulusal çıkarları ile tamamen uyuşuyordu. Örneğin, söz konusu projeye göre, 1993-1995 yıllarında Filistin'le elde edilmiş anlaşmalar bozulmalı, Ortadoğu'da Amerikan-İsrail-Türkiye bölgenin işgalini birlikte koordine etmeli ve bu yönde işbirliği şeklinde olmalı idiler. Kısacası, jeostratejik proje Ortadoğu bölgesi ile ilgili Washington ve Tel Aviv genel stratejisinin koordinatlarını özünde içeriyordu.
Detaylara baktığımızda, "Clean Break" aşağıdaki hedefleri öngörüyordu:
- Yaser Arafat ve 1993 tarihinde "Norveç Sözleşmeleri" esasında yapılmış olan Filistin Özerkliğinin "siyasi açıdan imha edilmesi"; bunun için hem Hamas hem de diğer İslamcı gruplar tarafından son dönemde yapılmış tüm terör olaylarının sorumluluğunu FAT-ın üzerine yıkılması ve onu terör örgütü olarak dünyaya tanıtılması,
- Saddam Hüseyin'in devrilmesi amacıyla ABD'nin Irak'a karşı askeri operasyon başlatması,
- Saddam Hüseyin devrildikten sonra teröristlerin üslerine darbe indirmek adıyla benzer eylemlerin Suriye ve Lübnan'a karşı da uygulanması,
- Tüm Ortadoğu'nun demokratikleşmesi görevi ve İran, Suudi Arabistan, Mısır'da mevcut rejimlerin devrilmesi ve bunun ardından bu ülkelerde ABD, Türkiye, hatta başka müttefik ülkelerin işgalinin uygulanması gerekirdi.
Peki, tüm bu bahsedilen fıkralar son yıllar boyunca Ortadoğu denilen poligonda jeopolitik maket olarak kendini doğruladı mı?
Elbette ki, doğruladı. Bunu görmek için Ortadoğu'nun günümüz siyasi panoramasına bakmak yeterlidir.
90'lı yıllardan bu yana İsrail ve Filistin arasında varılan anlaşmalar sürekli bozuluyor ve taraflar sık sık çatışıyor, en iyi halde görüşmeler başlatılıyor ve olumsuz sonuçlanıyor. Birinci fıkrada yer alan, Yaser Arafat'ın ve Filistin Özerkliği’nin siyasi düzeyde linç edilmesi gerçekleşti. Hatta durum beklenenden de başarılı oldu. Çünkü Y.Arafat aniden yaşamını yitirdi. 2013’de açıklanmış bazı görüşlere göre Arafat zehirlenerek öldürüldü. Hamas'ın işlediği terör faaliyetleri, FAT-ın üzerine yıkmak amacı güdüldü ve bu da projenin bir parçasıydı. Çünkü Hamas tarihini bilen herkes bilmektedir ki, bu örgüt 80'li yıllarda İsrail'in desteği ile kuruldu ve kayda alındı. Doğal olarak Hamas da birinci fıkranın gerçekleşmesinde zaman zaman kendi rolünü kusursuz oynadı. 2017 yılının ortalarından aniden Hamas'ın aktifleşmesi de sahibinin yeni isteklerinin olduğunun habercisidir.
İkinci fıkrada belirtilen, yani Saddam Hüseyin'in devrilmesi ile ABD'nin Irak'a müdahalesi 2003 yılında gerçekleşti. Üçüncü fıkrada belirtilen ana temanın IŞİD modelinde gerçekleştirilmesi bu projenin ayrıca önemini ortaya koymaktaydı. Hepimiz iyi biliyoruz ki, IŞİD-in oluşması Irak hükümetinin devrilmesinden sonra siyasi proje olarak hazırlandı ve zamanı geldiğinde faaliyete başladı. İşin en ilginç tarafı ise projede belirtilen teröristlere darbe adıyla Suriye topraklarına müdahale bendi idi ki, bu da Suriye krizinin ilk günlerinden itibaren gerçekleşmektedir. Özellikle, 2017’de ABD'nin Lübnan'ı silahlandırması, silah teminatını gerçekleştirmesi tüm bunları tekraren ispatlamaktadır. Görülüyor ki, Lübnan üzerinden bölgede yeni oyun kurulacak. Herhalde Lübnan'ın "Clean Break" projesindeki jeopolitik yeri ve önemi sır değil.
Son olarak, tüm Ortadoğu'nun demokratikleşmesi isimli fıkrada belirtildiği gibi, 2010’da Arap Baharı başlatıldı. Projede Mısır, Suudi Arabistan, İran gibi ülkelerin ismi geçmekteydi. Mısır başta olmak üzere diğer Arap ülkelerinin "Arap Baharı"ı sonucunda hangi duruma düştüğü açıktır. Projede Suudi Arabistan’ın isminin olması, üstelik resmi Er-Riyad'ın hala ABD'nin müttefiki statüsünde olması, "Clean Break"in henüz sonuçlanmadığını ifade etmeyi mümkün kılar. Doğrudur, Barack Obama yönetimi döneminde 11 Eylül olayları ile ilgili Suudi Arabistan’a karşı siyasi baskılar artmıştır. Aynı mantıkla ABD hükümetinin Er-Riyad'a silah satışını kısa dönemli olsa da durdurması, ayrıca Suudi-Katar anlaşmazlığı örnek gösterilebilir. İran'a gelinirse bunun en gerçekçi örneğinin "Kürt kartı" olacağı bellidir. Son dönemde İran Kürtlerinin liderinin ABD'de görünmesi, görüşmeler yürütmesi gibi olgular bunu söylemeye imkân veriyor. Benzer diğer nokta ise 25 Eylül 2017 tarihinde Kuzey Irak Kürt Özerkliği’nin Irak'tan ayrılmakla ilgili referandum gerçekleştirmesi oldu ki, bunu da sonuç itibari ile "Ortadoğu'nun demokratikleşmesi" adı altında "Clean Break"ın devreye sokulmuş başka bir saatli bombası olarak nitelendirebiliriz.
"Clean Break" projesinde Türkiye'nin de ismi geçmektedir. İlk başta Türkiye de bu projede yer almıştır. Fakat 2016’da yaşanan bir takım değişiklikler, özellikle 15 Temmuz’da Türkiye karşı gerçekleştirilen askeri darbe girişimi, Türkiye'nin hala bu projede yer alıp almadığı sorularını doğurmaktadır. Ayrıca, Türkiye'nin Katar'da konum kazanması, yaklaşık "Clean Break" planında belirtildiği şekilde hayata geçmesine bir işarettir. Bununla beraber ABD ve İsrail de meseleye sakin, soğukkanlı ve anlayışlı yanaşmaktadır. Genel olarak, Türkiye bu proje dâhilinde hareket ediyor görünüyorsa da bu mesele ile ilgili kesin bir şeyler söylemek henüz zor. Bundan sonra bölgede meydana gelecek jeopolitik ve jeodiplomatik süreçler bunu kanıtlayacaktır...