Gözde Kılıç Yaşın Gözde Kılıç Yaşın @GzdKlcYsn

Türkiye-Sırbistan İlişkilerinde Yeni Dönem

02 Ocak 2018
“ Davutoğlu döneminin “Balkan Açılımı” politikası, Türkiye-Sırbistan ilişkileri üzerine oturtulmuştu. Sırbistan’daki iktidar değişimi ve sonrasında da Erdoğan’ın “Kosova Türkiye’dir” sözleri, iki ülke ilişkilerini sarstı ve Balkan Açılımı da sekteye uğradı. 10 Ekim 2017’de gerçekleştirilen üst düzey temaslar yeni bir başlangıç izlenimi veriyor. Peki bu kez Balkanlara ABD gözlüğüyle mi yoksa Ankara merkezli mi bakılıyor? „
Türkiye-Sırbistan İlişkilerinde Yeni Dönem

Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın beraberindeki 150 Türk işadamıyla 10 Ekim 2017’de gerçekleştirdiği Sırbistan ziyareti, her iki ülke gündeminde de sıradan bir ziyarete göre daha fazla yer tuttu. Hatta Sırbistan Başbakan Yardımcısı Rasim Ljajic ziyareti “ekonomik ilişkiler başta olmak üzere her alanda bir dönüm noktası” olarak değerlendirdi. Ziyareti önemli kılan yapılan yeni anlaşmalar mı, Erdoğan’ın Kosova’daki konuşmasından sonra yaşanan gerilimin sona erişinin işareti sayılması mı yoksa meseleyi Türkiye-Rusya ilişkilerindeki gelişmelerle birlikte mi değerlendirmeli?

Türkiye’nin Sırbistan ilişkilerine bakışı, Sırbistan’ın kilit ülke olduğu ve Sırbistansız bir Balkan politikası olamayacağı, Sırbistansız bir Balkan istikrarı sağlanamayacağı yaklaşımına dayanır. Sırbistan açısından Türkiye ile ilişkilerde öncelik ise yabancı yatırıma Türkiye’nin sağlayacağı katkıdır. Burada Türkiye Cumhurbaşkanı ister 200 ister 500 işadamıyla gitsin ortaya çıkan ticari potansiyelin Rusya’nın, Almanya’nın, İtalya ya da Çin’in, hatta Bulgaristan’ın çok gerisinde kaldığını not düşmek gerekir. Keza Türk işadamlarının Balkanlar genelindeki ekonomik yatırımları da bu düzeyde. Ancak devlet girişimleriyle bir artış gerçekleştiği de göz ardı edilemez: Türk firma sayısı 2015-2017 döneminde 136’dan 454’e yükseldi. Fakat bir kısmının tabela şirket olduğunu da unutmamak gerekir. Devlet eliyle yapılan büyük proje ve yatırımları, TİKA marifetiyle gerçekleştirilen projeleri ve kaydedilen başarıları bunlardan ayırmak, hak ettikleri değeri vermek gerekir. Değişmeyen ise Türkiye’nin yıllardır Sırbistan’a ihracatta 15, ithalatta 14. sırada olmasıdır. Ama yine de ilişkileri belirleyen Sırbistan için ekonomi; Türkiye için siyasi güç gösterisi. Zira Türkiye 2008’den bu yana Balkanlardaki “oyun kurucu”lar arasında sayılmak istiyor, bu yönde de hamlelerde bulunuyor.

Ekonomik İlişkiler

Önce ekonomik ilişkilere bakalım: İki ülke arasındaki dış ticaret hacmi, şu anda 800 milyon ABD doları seviyesinde ve yılsonuna kadar 1 milyar doları aşması bekleniyor. Erdoğan ise 5 milyar dolar hedefini dile getirdi. 2009'da imzalanan ilk Serbest Ticaret Anlaşması'ndan bugüne ticaret hacmi 2,5 kat arttı, Sırbistan da Türkiye'ye ihracatını 7,5 kat artırdı. Türk şirketleri hali hazırda 8 bin kişiyi istihdam ediyor ve bir yıl içerisinde bu rakamın iki katına ulaşması bekleniyor. 10 Ekim buluşmasında 16 hükümetler arası anlaşma imzalandı. Sırbistan Devlet Başkanı Vuciç yaptığı açıklamada Türk tekstil şirketi Taypa’nın Kraljevo’da üretim tesisi açacağını ve 2 bin 500 kişinin burada istihdam edileceğini açıkladı.[1] 7,5 milyonluk nüfusun yüzde 21’ini (resmi yüzde 12) etkileyen bir işsizlik varsa 2 bin 500 kişilik istihdam (resmi işsiz sayısı 628 bin[2] iken) elbette önemli bir girişimdir. Vuciç’in ifadesine göre Türk işadamlarından başka kimse Lebane, Vladicin Han ve Krupanj gibi küçük şehirlere yatırımla ilgilenmiyor.[3] İşte iki ülke arasındaki ticari faaliyetlerin kilit noktası da bu açıklamadır… Bunların yanı sıra Sırbistan, 10 Temmuz 2017’de Vuçiç’in İstanbul’daki 22. Dünya Petrol Kongresi’ne gelişinde ifade edildiği gibi Rusya’nın Türk Akımı’na dahil olmak, Bulgaristan’la birlikte geçiş ülkesi olmak da istiyor.[4] Cumhurbaşkanı Erdoğan 10 Ekim görüşmesinde bunun sözünü de verdi.

Siyasi İlişkiler: Balkan Açılımı’nda Sırbistan’ın Yeri

Siyasi yöndeki gelişmeler açısından son dönem ilişkilerine bakılacak olursa 2008’de ılımlı lider Tadiç’in Sırbistan’da iktidara gelmesi ancak güvenoyu alması için de Sancak’taki Boşnak vekillerin onayına ihtiyaç duyduğu döneme uzanmak gerekir. ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan Türkiye’ye gelen bir telefonla yeni bir dönem başladı. 2009 sonunda Davutoğlu’nun aktif girişimiyle hız kazanan “Balkan Açılımı”, Türkiye’nin Boşnaklar üzerinden girdiği denklemde Boşnaklar adına siyaset yürüteceği izlenimi vermiş, Boşnaklar açısından da yüksek umutlar doğurmuştu. Davutoğlu’nun “arabuluculuk” rolünün ilk kez resmiyet kazandığı girişim de herhalde bu çerçevede gerçekleştirilen “Üçlü Danışma Toplantıları” idi. Her ne kadar “arabuluculuk” misyonundan bahsediliyorduysa da kapalı kapılar ardında, Sırbistan ve Hırvatistan’ın Bosna-Hersek’teki bölünme odaklı faaliyetlerini, bölgenin en güçlü devleti Türkiye’nin dengeleyeceği, Boşnaklar adına Bosna-Hersek’in bütünlüğü için diplomasi savaşı vereceği konuşuluyordu. Yani Bosnalı Sırpların arkasında Rusya destekli Sırbistan, Bosnalı Hırvatların arkasında Almanya destekli Hırvatistan varsa, sahipsiz, desteksiz ve kimliksiz bırakılan Boşnakların ardında da bundan böyle “güçlü Türkiye” olacaktı. ABD destekli Türkiye… İşin aslı, daha da kapalı kapılar ardında konuşulanlara göre Türkiye, bir anlamda bölgede gücünü her geçen gün daha çok hissettiren Selefilik ve “Yaşasın Humeyni”cilik gibi akımları da “ılımlı İslam”ıyla ikame edecekti.

Bu dönem, bazı başarıların not edildiği ama esasen çok da beklendiği gibi gitmeyen bir süreçti. Sırbistan meclisinin Srebrenitsa için gerçek ve anlamlı bir özür yayınlayamaması, Bosna-Hersek’teki ayrılıkçı Dodik’e Sırbistan’ın verdiği desteğin medya önünde kesilmesi ama Dodik’in gerçek anlamda dizginlenememesi, Sancak’taki bölünmüş müftülük sorununun üçüncü bir müftünün ortaya çıkmasıyla daha da derinleşmesi, Neo-Osmanlıcılık yaklaşımının beklenenin tam tersi sonuçlar doğurması gibi sorunlar yaşandı.[5] En büyük zarar, kanımızca Boşnakların Türkiye’ye güveninin zedelenmesi konusunda gerçekleşti. Ancak buranın çok zorlu bir coğrafya olduğu ve eski düşmanlıkların her an yeni patlamalar mümkün kılacak canlılığını da unutmamak gerekir. “Bölgesel sorunların bölgede çözülebileceği” yaklaşımı ise sınırlı ve süreli bir karşılık buldu. Sonuçta tarihi jeopolitik dengeleri değiştirmek o kadar kolay değil.

Erdoğan’ın o dönem Başbakan sıfatı ile bulunduğu Kosova'nın Prizren kentinde 24 Ekim 2013’te yaptığı konuşmada kullandığı “Türkiye Kosova'dır, Kosova Türkiye'dir" ifadeleri ise Sırbistan’la ilişkilere bir darbe vurdu.[6] Her ne kadar ilişkileri seyrine koymak için seri girişimlerde bulunulmuşsa da sonuçlar hemen alınamadı. Ancak bu son ziyareti, bu dönemin artık kesin olarak kapandığının mührü gibi görebiliriz.

Balkan Jeopolitik Denklemi Açısından Türkiye-Sırbistan Yakınlaşması

Türkiye ile Almanya arasında artan gerilimin Balkan Müslümanlarını AB ve Türkiye’ye sadakat arasında seçim yapmaya zorlayabileceği[7] yorumlarının yapıldığı bir dönemde Türkiye’nin Rusya ile yakınlaşırken bir yandan da Balkanlardaki yüz yıllık Almanya-Rusya-Osmanlı/Türkiye (takiben ABD) dengesinde ufak oynamalar yapmadığı ne malum? Evet, Türkiye imzalanan anlaşmalar çerçevesinde Sırbistan’dan 5 bin ton et ithal edilecek meselesini tartışırken bir başka yerde Türkiye’nin yeni Balkan Açılımı’nın arkasındaki güdü tartışılıyor/tartışılacak. Bu arada, Türkiye’ye et ithali yeni bir mevzu değil ve nedense ABD’den tatsız-tuzsuz et ithal edilirken kimse hayvanların İslami usule göre kesilip kesilmediğini sorgulamamıştı. Kuşkusuz ki bu, Sancak ekonomisine de katkı sağlayacak bir hamledir.

Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı/Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanlığı döneminde 2008’de Türkiye adına ama açık bir şekilde ABD’nin onayı ya da belki yol göstericiliği çerçevesinde durağanlığından çıkarılan Türkiye-Sırbistan ilişkilerinin bugün yeniden aynı motivasyonlarla canlandırıldığını söylemek mümkün müdür? Özellikle Fethullahçı Terör Örgütünün darbe girişimi sonrasında gerilen ABD-Türkiye ilişkileri dikkate alındığında bu kez ABD çıkarlarının dikkate alınmadığını söylemek daha kolay olacaktır. Öte yandan vize rahatlığı nedeniyle Balkan ülkelerini kendilerine sığınak yapan 45 günde bir ülke değiştirerek kaçak hallerini sürdürenlerle en ciddi mücadeleyi –elbette kendi gerekçeleri de etkendir- Sırbistan gerçekleştirdi. Türkiye’nin FETÖ ile mücadele, bu örgütün okullarına karşı dikkat çağrısına da Arnavutluk, Bosna-Hersek, Makedonya, Kosova ile kıyaslanmayacak denli ciddi yaklaştı. Hiçbir bakanı çıkıp da “Daha dün bu okulları destekleyin diyen sizdiniz” itirazında bulunmadı. Türkiye’nin ve özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son derece önem verdiği FETÖ ile mücadele hususunda Sırbistan’ın verdiği desteğin bir yerlere not edildiği açıktır. Balkanlar genelindeki tüm yatırımlarla kıyaslanarak da konuya bakılmalıdır.

Sırbistan’a aynı anda iki ayrı koltuğa oturamayacağı açıkça söylenmişken[8] ve Rusya ile AB arasında seçim yapmaya sürekli zorlanırken Sırbistan’ın Türkiye-Rusya ilişkileri çerçevesinde Türkiye ile ilişkilerini geliştirmesi de çok mantıklı durmuyor. Türkiye ABD ve Almanya ile gergin bir dönem geçiriyor ve Sırbistan Batı ile ilişkilerini de korumak istiyor. Ancak aynı zamanda “Kalbi Rusya’da cebi Batı’da” yakıştırmasından da sıyrılmak, AB üyeliği vaadinin iyileştiremediği ekonomisini düzeltmek, yoksulluk ve işsizlikle de esaslı bir mücadele vermek istiyor. Sırbistan’ın yabancı yatırımı çekmek için getirdiği olağanüstü kolaylıkları da dikkate almak gerekir. Bu çerçevede Sırbistan açısından mesele sadece ekonomi. Türkiye açısından zaten süren ilişkilerini canlandırmak söz konusu ancak siyasi hedeflerin olmadığını söylemek de zor.

Sonuç Yerine

Türk Dış Politikası, üçlü zirveleri 1994’te planlamıştır ancak bunun için uygun fırsat 2008’de doğmuştur. “Balkan Açılımı”, Türkiye’nin Batı Balkanlar’da geliştirdiği politikayı ifade etmektedir ve merkezine Sırbistan’ı öncelikli olarak almaktadır. Balkanlardaki istikrarda Sırbistan’ın kilit ülke olduğu ve Sırbistan’la kurulacak dostluk sayesinde bölgesel istikrarda ilerleme sağlanacağı yaklaşımı doğru görünmektedir. Ancak Sırbistan’la dostluk kurmak adına bölge siyasetini Sırbistan kılavuzluğunda oluşturmak zarar vericidir. Burada bir hatadan bahsedilecekse bu, çok erken ve çok büyük konuşmak; yapabileceklerini fazlasıyla abartmak ve bunları erkenden açıklamak gafletinde bulunmaktır. Bunlar, -başarısızlık sonrasında-dostların küsmesine, Türkiye’nin etkinliğinden rahatsızlık duyanların fazlasıyla köpürmesine ve Türkiye’ye karşı sertleşmesine neden olmuştur. Diğer önemli aksaklık ise bölgenin tüm aktörleriyle iletişim kurmak yerine o günün parlayan güçleriyle dostluk kurup, diğerlerini ötekileştirmek, tek tip danışmanlıkla ilerlemek ve yeterli vizyonu sergileyememek olmuştur. Davutoğlu’nun Batı Balkanlardaki siyasetinde temel hedeflerine ulaşamaması, yapabileceğinin gerisinde kalması ve Türkiye imajını olumsuzlaştırması, bir yere kadar telafi edilebilir başarısızlıklardır.[9] Nitekim son dönem gelişmeleri ve Sırbistan’la yeniden dizayn edilen toplantı ve zirveler, biraz da hem kaldığı yerden devam hem de eksikliklerin giderilmesi ve hataların telafi edilmesi döneminin yaşandığını düşündürmektedir. Ancak Fransız Le Figaro gazetesine, "Türkiye Balkanlara geri dönüyor" (10 Eylül 2010) manşeti attırılan heyecan/endişe halinden çok geride bulunduğu da açıktır.

Krizlerle boğuşan AB’nin Balkanlar’da zemin kaybettiği bir gerçek ve oluşan boşluğu Rusya ve Türkiye’nin doldurmaya çalışması da olağan bir sonuç. Burada not edilmesi gereken birinci husus Türkiye’nin yeni dönem politikasını kendi hesabına oluşturduğudur. Bu çerçevede Türkiye’nin Sancak ve genel olarak Boşnak dünyasına yaklaşımını da Ankara merkezli belirlemesinin farkını gözlemlemeyi umabiliriz. 2008’de başlayan Balkan Açılımını izleyen süreç bilhassa Boşnakların ya da özelleştirmek gerekirse PanBoşnak grupların bir takım hayal kırıklıklarının da etkisiyle Almanya’yı daha güvenilir görmesine sebep olmuştu. Yeni dönemin fark yaratması açısından gözlemlenmesi gereken de bu küskünler grubudur. Vurgulanması gereken ikinci husus ise kriz yaşayanın AB olduğu, Almanya olmadığıdır. Balkanlar’daki en güçlü etki bugün, saymaya ister Yunanistan’dan ister Hırvatistan’dan ve isterseniz Arnavutluk’tan başlayın Almanya’ya ait ve Almanya da görünmez el marifetiyle kurduğu sistemi terk etmeyecektir. Sadakat ise çok güçlü bir kavramdır ve Balkanlardaki işsizlik, yolsuzluk, yoksulluk, göç sorunları çözülemediği müddetçe Türkiye’nin eli bu konuda daha güçlüdür.

(Bu makalenin kısaltılmış şekli ilk olarak Diplomatic Observer dergisinin Aralık 2017 tarihli 118. sayısında “A New Period in Turkish-Serbian Relations: More Than Just Beef” başlığıyla yayınlanmıştır)

 

[1] Gerçi Taypa’dan yapılan açıklama bin 500 ila 2 bin arası kişiye iş olanağı sağlanacağı yönünde. Taypa`dan Sırbistan`a önemli yatırım, Milliyet, 12 Temmuz 2017

[2] https://tr.tradingeconomics.com/serbia/unemployment-rate

[3] Srbija i Turska potpisale 12 međudržavnih sporazuma - Cilj 5 mlrd USD trgovinske razmene, eKapija, 10 Ekim 2017, http://www.ekapija.com/news/1904252/srbija-i-turska-potpisale-12-medjudrzavnih-sporazuma-cilj-5-mlrd-usd-trgovinske

[4] Turkish Stream, a gas alternative for Serbia, Serbian Monitor, 10 Temmuz 2017; Sırbistan, doğalgaz ihtiyacının yüzde 82’sini Macaristan ve Ukrayna üzerinden Rusya’dan karşılıyor, geri kalanı yerel kaynaklardan sağlanıyor.

[5] Bölgedeki kültürel bağların canlandırılması, her yıl yüzlerce öğrencinin Türkiye’de eğitim görmesinin sağlanması, bölgede Türk okulları, üniversiteler ve kültür merkezlerinin açılması, İngiltere’nin Common Wealth hedefi gibi çalışacak Yunus Emre Kültür Merkezleri’nin açılması, TRT özelinde Batı Balkanlar için radyo ve televizyon programları seçeneklerinin genişletilmesi, Türk banka ağlarının Bosna Hersek, Makedonya ve Kosova’da yayılması, bölgesel uçak firmalarının Türk firmaları tarafından alınması ya da ortaklık kurulmasının desteklenmesi, bölgede özelleştirilen telekomünikasyon firmalarını Türk firmaların alması, bölge boyunca otobanların inşa edilmesi, Balkan ülkesiyle Serbest Ticaret Anlaşmaları imzalanması ve Türk dizilerinin kamuoyu oluşturmadaki olumlu etkisi ise başarılar arasında sıralanabilir.

[6] Burada Türkçe ve Sırpçada bu cümleye yüklenen anlam farkı etkilidir. Zira Sırbistan “Kosova Sırbistan’dır” sözünü her zaman kullanmakta ve bununla Kosova’nın kendi toprak parçası olduğunu vurgulamaktadır. Türkçede ise bu ifadeyle “gönül birliği, kardeşlik duygusu” vurgulanmaktadır.

[7] German-Turkish Feud Threatens EU Role in Balkans, Balkan Insight, 5 Ekim 2017

[8] Serbia’s EU bid leader insists Belgrade is not ‘sitting on two chairs’, Euractiv, 27 Ekim 2017      

[9] Davutoğlu döneminin Balkan politikası, “Balkan Açılımı”ndan ibaret değildir. “Komşularla Sıfır Sorun” politikasının en önemli muhatabının Yunanistan olduğunu belirtmek, Yunanistan’ın ekonomik krize girmesi nedeniyle bu politikanın başarısızlığının/aksaklığının ön plana çıkamadığını ifade etmek gerekir. Yunanistan “sıfır sorun” politikasını, “Tüm tavizleri Türkiye verecek” olarak algılayan ülkelerin başını çekmekte, Türkiye’nin tüm –aslında gereksiz- “efendiliği”ni kötüye kullanmaktadır. Davutoğlu’nun dış politikadaki en büyük başarısızlığının ise Ege’deki Türk adalarının, Davutoğlu döneminde, Yunanistan tarafından işgal edilmesi olduğunu açıkça söylemek gerekir. 

Yorumlar