Kıbrıslı Rumlar nedense kendilerini dünyanın merkezi görürler ve kendilerini yenilmez, dokunulamaz zannederler. Rumlara göre kendileri ne isterse o olmalıdır. Olsa da olmalıdır, olmasa da olmalıdır. Zaten kafalarında “istedikleri olamaz” diye de bir kavram yoktur. İlla ki istedikleri olacak.
Kendilerini Kıbrıs adasının mutlak sahibi olarak görürler. Onlara göre Kıbrıs adası Rum demek, Rum da Kıbrıs adası demektir. Hele de bizim aramızdaki kendilerini “Türkçe konuşan Kıbrıslı” olarak tanıtanlara karşın Kıbrıs Rum tarafında “Rumca konuşan Kıbrıslı” tanımı ve de kavramı yoktur. Varsa da yoksa da Helen kavramı vardır onlarda. Hiç kimse, hiçbir Rum’u, Helen kökeninden ve Rum olmaktan caydıramaz, “Rumca konuşan Kıbrıslı” gibi uyduruk tanımları da kabul ettiremez. Bakmayın siz, bizim kendilerini “Türkçe konuşan Kıbrıslı” diye tanıtanlarla konuşurken onlara biz de “Rumca konuşan Kıbrıslı”yız derler ama köşeyi dönünce de gülmeye başlarlar, “ahmakları kandırdık” derler. Bunun farkına varabilmek için Rumları çok iyi tanımak gerekiyor. Zamanla tanıyacaklar bizim “Türkçe konuşan Kıbrıslı”lar da.
KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ile Rum lider Anastasiadis, 9 Şubat günü “Enosis Plebisitini anma” konusu nedeni ile kopan görüşmelere hafta başında tekrardan başladılar. Müzakerelerin tekrardan başlayabilmesi için Rumlar çok güzel bir softa şaşırtması yaptılar ve başta Cumhurbaşkanı Akıncı olmak üzere müzakere heyeti ve danışmanları bunu açıkçası yedi. Zaten müzakereleri devam ettirmeyi yana yana istiyorlardı, bu softa şaşırtması da bahane oldu masaya tekrar oturmalarına.
15-22 Ocak 1950 tarihleri arasında Kıbrıs adasının Yunanistan’a bağlanması amacı ile yapılan ve “Açık oy verme” yöntemi kullanılan tek taraflı referandum da (Plebisit) adanın Yunanistan’a bağlanmasını Rumların neredeyse yüzde doksan altısı (95.7) onaylamıştı. Rum Ortodoks Kilisesinin organize ettiği bu Plebisitte, adada yaşayan tüm Rumların adı ve soyadı yaşadıkları bölgelerdeki kiliselerde açılmış bir deftere kaydedilmiş ve verilen oy türü (Evet veya Hayır) ismin karşısına yazılarak imzalatılmıştı. Hiçbir Rum’un haddine düşemezdi zaten “Hayır” demek ve Rum Ortodoks Kilisesine karşı gelmek. Nitekim olmadı ve yüzde dört nokta üç “Hayır” oyu da dönemin hızlı solcuları olan AKEL’cilerden çıktı. Bizden de sayıları iki elin parmaklarını geçmeyen birkaç tane günümüzde kendilerini “Türkçe konuşan Kıbrıslılar” diye tanıtanların her halde ataları olsa gerek, “ne ve kim oldukları belirsiz” kişiler de Plebisit oylamasına katılarak oy vermişlerdi. Rumlar da bunu “Kıbrıslı Türkler de adanın Yunanistan’a katılmasını istiyor” nidaları ile tepe tepe kullanmışlardı.
Gelecek sene 15 Ocak 2018 Pazartesi günü “Enosis Plebisitini anma” günü tüm Rum okullarında kutlanacak. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın. Bu kutlamanın sorumluluğunu da Rum Eğitim Bakanı üstlenecek. Bir sorun çıkarsa da “Günah Keçisi”, Rum Eğitim bakanı Prof. Dr. Costas Kadis olacak. O da birkaç günlüğüne, sonra da her şey unutulacak, biz de çağdaş ve güncel bir Bizans kazığı yemekle kalacağız.
Zaten o güne kadar müzakereler devam edecek mi? Gerçekten şüphelerim var.
Bence bu yılın Temmuz ayında Rumların uluslararası hukuka aykırı olarak ”Ben yaparım olur” mantığı ile tek yanlı ilan ettikleri Münhasır Ekonomik Bölgelerinde, sondaj ve kazı çalışmaları başlayınca zaten müzakereler kopacak, Türkiye de yumruğunu sıkıp Rumlara “Durun bakalım. Sizi kimin sularından doğal gaz çıkaracaksınız.” diyerek, bu sefer geçmişe kıyasla biraz daha sert bir şekilde müdahale edecek. O vakit Akıncı, hala daha müzakere aşığı değilse ve de Rumları artık yeteri kadar tanımışsa, masadan bir daha oturmamak üzere kalkar ve başımızın çaresine bakmanın yollarını aramaya başlar…
Rumlar tek taraflı gasp ettikleri Kıbrıs adasına ait doğalgaz’ın sadece kendilerine ait olmadığını, egemenliğin de adadaki iki halktan neşet ettiğini zamanı gelince İyilikle veya da hoşlarına gitmeyecek bir yöntemle anlayacaklardır…