Doğu Akdeniz, devletlerin egemenlik alanlarını belirleme ve koruma yarışına sahne olurken aynı zamanda yeni ittifaklar üretiyor ve olanı da güçlendiriyor. Bölge dışı ülkelerin de Doğu Akdeniz’de boy göstermesi gerilimi arttırıyor. Gerilimin artması diyalog arayışını da çağırıyor. Bir tarafta ABD’nin başından bu yana gerilimi yatıştırmak yerine Doğu Akdeniz’deki dengeleri bozan hamleleri diğer tarafta AB içerisinde konuyla ilgili farklı yaklaşım benimseyen Fransa ve Almanya’nın tutumu var. Şimdilik ibre diplomasiye dönmüş görünüyor. ABD, Balkanlarda da AB programını tersine çeviren bir hamle yapmak üzereydi ve Kosova-Sırbistan sorununu iki ülke arasında arazi takası yaparak çözmeye niyetlenmişti ama Almanya ipleri bırakmadı. Arazi takası, Balkanlarda yeni bir paylaşım çekişmesi ve belki de çatışmaları tetikleyecek bir hamle olurdu. Almanya, Kosova-Sırbistan görüşmelerini AB gözetiminde tutmayı başardı.
Doğu Akdeniz de benzer nitelikte. Gerilim, sadece hidrokarbon zenginliğine kimin ulaşacağıyla ilgili değil. Aslında daha çok bölge ülkelerinin egemenlik haklarını ve hak iddialarını ilgilendiriyor. Bu da denizdeki sınırların belirlenmesi demek. Yani gemiler sadece bayrak göstermek için denizde değiller. Konunun egemenlik olması, restleşmenin sıcak bir savaşa dönüşme ihtimalini arttırıyor. Doğrusu ABD yatıştırıcı değil; Türkiye’nin kendisini çevreleniyor hissetmesine neden olan adımlar atıyor. Fransa ise Balkanlardaki gelişmelerde de bölgeye ABD’yi çeken bir hareket tarzı benimsemiş ve AB genişlemesine yeni kriterler önermek suretiyle Balkanlardaki AB perspektifini zedelemişti.[1] (Bu ülkelere “Balkan Schengeni” önerilmişti) Muhtemelen “AB, Balkan yükünü taşıyamayacaksa da bölge Rusya, Çin ve Türkiye etkisine bırakılamaz” mantığıyla ABD, Balkan siyasetinde daha belirgin hale geldi.
Fransa için Balkanlar ve Doğu Akdeniz’in önemi aynı değil. 90’lardaki savaşlar sonrasında Balkanların dizaynında Almanya ön plana çıkarken Fransa da Akdeniz Birliği projesi (Euromed/Barselona süreci- 1995) üzerinde çalışıyordu… [2] Dolayısıyla Fransa’nın Akdeniz havzasında belirleyici rol oynamak istemesi olağan bir gelişme; Türkiye’nin hareketliliği ve bilhassa Libya ile imzaladığı anlaşma ve anlaşmanın doğurduğu sonuçlardan rahatsız olması da beklenen bir sonuç. Kaldı ki zaten Türkiye hangi yönde ise Fransa, Türkiye’nin karşısında yer aldı. Suriye için de belirleyici rol oynamak istedi, Birinci Dünya Savaşı öncesinde İngiltere’nin devreye girmesiyle işgalini İtalya’ya bırakmak zorunda kaldığı Libya’da da…
Doğu Akdeniz geriliminde Fransa faktörü
Fransa, denizdeki gerilimde de Kıbrıs Rum Yönetiminin yanında yer aldı. Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un AB’den beklediği güçlü karşılığı bulamayan Kıbrıs Rum Yönetimine kamuoyu önünde güçlü destek açıklaması, Fransız Total şirketinin Rum kıyılarından ayrılmayacağı ve araştırmalarını sürdüreceği sözü vermesi Rum kamuoyunda elbette çok önemsendi. Hatta Rum basınında “Avrupa Birliği’nin boşluğunu Fransa dolduruyor” başlıkları yer aldı. 23 Temmuz 2020 görüşmesi ise tarafların Akdeniz’de hava ve deniz askeri güçlerini birleştirme anlaşması yapmasına vesile oldu. Üç maddelik anlaşmaya göre Mari’deki (Tatlısu) Evangelos Florakis Deniz Üssü büyük savaş gemilerini kabul edebilecek şekilde geliştirilecek; ”Askeri Hava Trafik Kontrol Merkezi” ve Baf’taki Andreas Papandreu Askeri Hava Üssü modernize edilecek. Aslında Fransa özellikle Andreas Papandreu Askeri Hava Üssünü kullanmaya daha önce de çok yaklaşmıştı. 2006’da yapılan ve askeri tesislerin kullanılması, teknik destek verilmesi ve Rum askerlerin (RMMO) eğitimini içeren anlaşmanın açıklaması o günün konseptine uygun şekilde “terörle mücadele ve bilgi alışverişi” idi. Rum kamuoyuna yönelik pek de şık olmayan şöyle bir tanımlama da vardı: “Fransa’nın, artık Rum yönetiminin AB içindeki görüşlerini desteklemek için stratejik bir nedeni olacak.”[3] Ama nedense hava üssünün Fransız kullanımına açılması bir türlü Rum parlamentosundan geçmemişti. Siyasilerin anlaşmayı sunarken “İleride Kıbrıs sorunu nihai çözüme ulaştığında askersizleştirme başlığında İngiliz üslerinin de masaya konması ana hedefinde Fransızların varlığının ellerinde müzakere kozu olacağı” söylemi de “bir yerlerde” ters tepkiye neden olmuş olabilir… Elbette Kıbrıs’ta yabancı kuvvetlere üs tanınmasının 1959-1960 Anlaşmalarına aykırı olmasından kaynaklı Türkiye’nin itirazlar da gündemdeydi. –Kaldı ki adada yabancı asker istemediği söylemini mücadelesinin başat unsuru yapan Rum Yönetimi için istikrarlı ve izah edilebilir bir duruş da olmayacaktı.- Hukuken değişen bir durum olmadığına göre acaba 1959-1960 Anlaşmalarının Kıbrıslı Türkler üzerinde de bağlayıcılığının kalmadığı, KKTC’nin tanınması önünde de engel olacak hüküm bulunmadığı dile getirilir mi bilinmez… Ama gelişmelerin iki devletli çözüm isteyenlerin elini güçlendirdiği çok açık.
Fransızlarla yapılan Temmuz 2020 anlaşmasının örneğin Politis gazetesine yansıması: “Fransa Akdeniz’de düzeyi yükseltilmiş rol istiyor” şeklinde. Macron’un Anastasiadis’i Ağustos sonu-Eylül başında Paris’te Güney Avrupa’nın 7 lideri arasında gerçekleşecek MED7 zirvesine daveti de çok önemseniyor. Çünkü Anastasiadis Ankara aleyhine kararlar alınmasını umduğu Avrupa Konseyi toplantısından hemen önce burada destek toplayabileceğine inanıyor.
Aslında Anastasiadis’in Macron’a yönelik “Akdeniz’in Türkiye veya başka güçlerin kontrolü altındaki bir bölge olmaması için üstlendiği inisiyatifler hakkında özellikle teşekkür etmek istediği” sözlerine de bakmak gerekebilir. Çünkü “başka ülkeler” ifadesi Rusya imasıysa tüm bu gelişmelerin Rum iç siyasetini ilgilendiren yanları da var demektir. Rum siyasetinde ve basınında Amerika’ya yakınlar ve Rusya’ya yakınlar olduğu gizli değil ve Anastasiadis iktidarının miadını doldurduğu, Rum ulusal çıkarlarına da hizmet edemediği fikri Crans Montana zirvesinden bu yana Rum tarafının gündeminde. İki kesimin Anastasiadis, zirveden ayrılırken “Federasyon dışındaki seçenekleri de düşünmek gerektiğini” söylemesi nedeniyle çok eleştirildi. Rusya’ya yakınlar ve ABD’den medet umanlar bakımından Kıbrıslı Türklere, ortaklık devletine, Türkiye bakış açısından bir fark olmadığını not düşelim. Zaten Komünist AKEL yönetiminde ve Hristofyas liderliğinde yürüttükleri müzakerelerde (2008) bu görülmüştü. Kaldı ki AKEL de 2004 Annan Planı referandumunda bir anda “hayır” tarafına geçmişti. Yani bir çözüm planı istediğinden değil ama Türklerin masada tutulması gerektiğine inandığından Anastasiadis’e süreci iyi yönetemediği için yükleniyor. Anastasiadis ise halkının Türklerle bir arada yaşamaya hazır olmadığını söyleyecek kadar açık davrandı.
Krizde ABD faktörü
AKEL, hükümetini “Kıbrıs’ın trajedisinde günahkâr bir rol oynayan ABD’nin çıkarlarından yana sevinç gösterisinde” bulunması sebebiyle de eleştirdi. Bu kez konu ABD’nin Rum Yönetimine askeri eğitim desteği kararını açıklamasıydı. –ABD Kongresinden ödenek çıkarsa 2021’de başlayacak- AKEL sözcüsü Stefanu, Kıbrıs ile ABD’nin ortak çıkarının bulunmadığını, bu programın sadece Amerikan çıkarlarını ileriye götürmekle ilgili olduğunu, ABD Dışişleri Bakanlığının ve Kıbrıs’taki ABD Büyükelçiliğinin bu konuda net açıklamalarının olduğunu söyledi.[4] Anastasiadis hükümetini de Türkiye aleyhine destek sağlayacağı yanılsamasıyla ABD’nin her talebini yerine getirerek ülkeyi “Batı’nın ileri karakolu” haline dönüştürmekle suçladı. DİKO partisi de eleştirilerde AKEL’i yalnız bırakmıyor… ABD’nin silah ambargosunu kaldırma kararını, Güney Kıbrıs liman ve üslerinin Rusya’nın kullanımına kapatması ve bunu denetleyebilecek mekanizma kurulması koşuluna bağlaması zaten durumu özetliyor. Doğu Akdeniz’in Türkiye’nin denetimine girmesi değil Rusya’nın denetimine girmesi tehdit olarak algılanıyor. ABD’nin Rum askerlerini eğitim programına alması da Anastasiadis iktidarını kamuoyu desteği sağlama çerçevesinde rahatlatan bir adım. Aynı zamanda Rumları NATO üyeliğine hazırlamak için de atılan ilk adım mahiyetinde. Sırbistan gibi Rum Yönetiminde de NATO üyeliğine karşı olan köklü bir kesim var.
Kathimerini gazetesinin haberine göre ABD’nin Baf’taki Andreas Papandreu üssüne konuşlu askeri araçları[5] ve RMMO’nun Anarida’daki Eğitim Kampı’nda 380 askeri var ancak ABD’nin hangi anlaşmaya dayanarak, hangi kapsamda ve ne kadar süre Kıbrıs’ta bulunduğu bilinmiyor. Bunlar AKEL ve DİKO’nun takibini yapacağı hususlar. Hem Fransa’ya hem ABD’ye açılan üssün arazisinin 1974’e kadar Piskobu’da ikamet eden bir Türk’e ait olması ve arazinin iadesi için dava açması[6] da ayrı bir konu.
Aslında ABD’nin Yunanistan’da Volos, Larisa ve Dedeağaç (Aleksandrupolis) şehirlerinde 3 askeri üs kuracağı gündeme geldiğinde dönemin başbakanı Çipras’ın partisinden “Hükümetin öyle bir planlaması yok. ABD’nin bölgedeki emelleri için Yunanistan’ı saldırı noktası olarak kullanmasına karşıyız” itirazı gelmişti. Çipras kendisinden açıklama istediğindeyse Yunanistan Savunma Bakanı Panos Kammenos üslerin zaten faaliyet gösterdiğini söyleyivermişti.[7] Ne gariptir ki 23 Temmuz 2020’de bu zaten faaliyet gösteren üsler, resmi törenle açıldı. Dedeağaç’a 101. ABD Hava ve Kuzey Ege adalarını tarayabilecek kapasiteye sahip yeni nesil radar gözetleme merkezi de 2018’in konusuydu. Demek ki bazen hükümetler bile ülkelerindeki yabancı askeri üslerden habersiz olabiliyormuş… ABD’nin Türk-Yunan dengesini bozarak Yunanistan’a askeri destek vermesi yeni değil. 15 Temmuz 2016 FETÖ darbe girişimi sonrası Türkiye’den tepki gören ABD, stratejik dengeler için politik ve askeri olarak Yunanistan’ı destekleme politikasına geçmişti. 2019’dan itibaren Doğu Akdeniz’de Rum Yönetimini de ortak olarak görmeye başladı.
ABD enerji şirketlerinden Chevron Corporation’ın, Güney Kıbrıs’ın tek yanlı ilan ettiği Münhasır Ekonomik Bölgesinde (MEB) faaliyet gösteren ve borç batağına saplanan “Noble Energy” şirketini satın alması da Chevron’un da Kıbrıs çevresine geleceğini gösteriyor. Dolayısıyla bu ilişki boyutlandırılarak sürdürülecektir.
Fransa ve ABD Yunanistan ve Rum Yönetiminin hissettiği baskıyı azaltmak üzere bölgedeki varlığını arttırırken bir yandan da bölgede askeri üsler ediniyor. Bir tarafta da gerilimi müzakere yoluyla dindirmeye girişen Almanya bulunuyor.
Uzlaşı arayışının Kıbrıs ayağı
Doğu Akdeniz’de sorunun başladığı yer Kıbrıs. Bu nedenle çözüm arayışının bir boyutu Kıbrıs’taki Türkler ve Rumlar arasındaki uzlaşı noktalarının tespiti olacaktır. KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın ortak komisyon kurularak hidrokarbon kaynaklarının idaresinin birlikte yapılmasını içeren 13 Temmuz 2019 tarihli teklifi Rum Yönetimince reddedilmişti. Rum tarafının karşı önerisi Kıbrıs Türk halkı adına özel hesap açarak doğal gazdan elde edilecek gelirden nüfuslarına göre belirlenecek payın bu hesapta biriktirilmesiydi. Bu teklif, Rum tarafının Türkleri karar alma mekanizması dışında tutma tavrının devamı olarak değerlendirildi. Türk tarafı, Rumların “egemenliği de refahı da paylaşmak istemediği” yönündeki kanaatlerini pekiştirdiler. Bu durumda egemenlik ve refah paylaşımına dayanan federasyon çözümünü konuşma imkânı da kalmamıştı. Dolayısıyla diyalogun tükendiği nokta, Rum tarafının Türkleri karar almada ortak görmemesiydi. Kıbrıs Türk tarafı, müzakere süreçlerinde 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti ilkelerine uygun bir ortaklık devleti kurulması hedefinden gittikçe uzaklaşıldığı ve Rum tarafının ucu açık süreçleri, el koyduğu “devlet”in imkânlarını kendi varlığını yasallaştırmak/güçlendirmek için kullandığı kanısında. Doğu Akdeniz’de uzlaşı aranacaksa bunun Kıbrıs ayağındaki görüşmeler bu noktadan başlayacaktır.
Rum lideri Anastasiadis, Ekim ayında KKTC’de gerçekleşecek cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasında BM gözetimindeki müzakerelere yeniden başlamaya hazır olduğunu bildirdi. Doğrusu, Kıbrıs müzakereleri Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki hareketliliğini yavaşlatıcı etki gösteriyor. Doğu Akdeniz’de Türkiye için krizin başladığı tarih 2003; Crans Montana’daki Kıbrıs zirvesinin Anastasiadis’in geri çekilmesi nedeniyle çökme tarihi 7 Temmuz 2017. Türkiye’nin derin deniz sondajlarına başlama tarihi ise 3 Mayıs 2019… Yani gerilimin azalmasını Türkiye’nin sondaj faaliyetlerini durdurmasına bağlayanlar için Kıbrıs’ta müzakerelerin başlatılması iyi bir seçenek. Peki, Kıbrıslı Türkler hangi zeminde masaya oturur? Türkler, siyasi eşitlik, etkin katılım ve takvim kriterlerinde ısrarcı; artık ucu açık, sonuç odaklı olmayan süreçlere girmek istemedikleri konusunda tüm siyasi liderler hemfikir. Crans Montana’yı terk ederken “Federasyon dışı çözüm ihtimallerini düşünmeliyiz” diyen Rum lider Anastasiadis’e katılmayan ve federasyon denemede ısrarcı olan bir kesim ile “Üniter Rum devleti altında birleşmek seçenek dışıdır, konfederasyon ya da iki devletli çözüm görüşülsün” diyen kesimin adayları KKTC’deki cumhurbaşkanlığı seçiminde yarışacaklar. Yani “Siyasi eşitlik”ten “egemen eşitlik”e uzanan bir yelpaze söz konusu. Seçim sonucu müzakerelerin zemininin belirlenmesinde etkili olacaktır. Ama seçimlere bağlı olmayan bir kriter de adanın doğal kaynakları üzerindeki hakkına dayanarak “hidrokarbon yataklarının yönetimine ortak olmak.”
AB dönem başkanlığını devralan Almanya’nın bu talebi gördüğü anlaşılıyor. Almanya’nın aynı zamanda 2020 sonuna dek BM Güvenlik Konseyi Başkanlığını da yürüttüğünü not düşelim. Doğu Akdeniz’deki gerilimi düşürmek için Kıbrıs ve Ege’de peş peşe diyalog yolunu açmak isteyen Almanya, Anastasiadis’in Kıbrıslı Türklerin doğal gazdaki payını ayırma önerisiyle Akıncı’nın hidrokarbon idaresine Türklerin de katılacağı bir mekanizma oluşturulması talebini harmanlayan bir formül üzerinde duruyor. Türklerin hidrokarbon gelirlerindeki payı zaten BM tarafından da korunduğu ve tanındığı için “ortak karar alma mekanizması” meselesi Anastasiadis’in niyetini ölçen tek unsur olacaktır. AB zaman zaman Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki sondajlarına yönelik mesajlar yayınlasa da Rum Yönetimi, AB’nin Türkiye’ye yaptırım uygulanmasını tercih etmediğinin farkında. Türkiye ile istişare kanallarını açık tutmak isteyen AB, ilişkilerin normalleştirilmesine öncelik veriyor. Bu da Rum Yönetimini AB’deki ortaklarının bu çabasına katkı sunmak zorunda bırakacaktır. Kısacası hukuksuz eylemleriyle kışkırttığı bir ülkenin hak arayışından rahatsız olan Rum Yönetimi, gerilimi düşürme görevini sadece AB’ye yükleyemeyeceğinin farkında. Rum Yönetiminin realist, mantıklı ve uluslararası hukukla örtüşen bir hareket tarzına dönmek dışında seçeneği kalmadı. Bu durumda önce Kıbrıslı Türkler ve Rumların hidrokarbon kaynaklarındaki çalışmaları görüşeceği bir platform oluşturulması, ekim ayından sonra da BM gözetimindeki müzakerelerin yeniden başlatılması söz konusu olabilir. Rum tarafının egemenliği ve refahı Türklerle paylaşma konusundaki tavrı da sürecin gidişatını belirler. Bu süreçte Türkiye’nin sondaj ve sismik arama faaliyetlerini yavaşlatması, beklemeye alması mümkün görünüyor.
Gerilimin dinme ihtimali
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de kendi kıtasahanlığı içerisindeki bölgede sismik arama yapmak üzere NAVTEX ilanı yapması üzerine kopan gürültünün arka planında bu gelişmeler oldu. Aynı bölge ve aynı zaman dilimi için Yunanistan da NAVTEX ilan etti ve araya önce Almanya sonra İspanya girerek gerilimin düşürülmesi denendi. Aslında Türkiye, 21 Temmuz-2 Ağustos 2020 tarihleriyle sınırladığı sismik arama çalışmasını yapacağı bölgede daha önce de sismik arama yapmıştı. Defalarca burada askeri tatbikat yaptı. Bazılarına farklı farklı ülkeler de eşlik etti. Dahası bu noktanın daha güneyinde sondaj yaptı. BM’ye kendi deniz yetki bölgesi olarak deklare etti. Libya ile deniz sınırlandırma anlaşması yaptı, bu da BM’ye deklare edildi. NAVTEX ilanında da Sismik Araştırma Destek Hizmeti veren Cengiz Han ve Ataman isimli iki geminin Oruç Reis gemisine eşlik edeceği belirtilmişti. Daha fazla gemi olamayacaktı.
Ancak bu seferinde Yunanistan büyük gürültü çıkardı ve Türkiye’nin tüm donanmasını bu sahaya yolladığını iddia etti. Türkiye’nin yeni sismik arama kararının bir anlamı, rutin devlet uygulamasını yinelemek ve bölgenin kendine ait olduğunu vurgulamaktı. Yunanistan ise Libya’nın TPAO’ya sismik arama ve petrol-doğalgaz çıkarma yetkisi verdiği anlaşmanın Türk sondaj ve sismik arama gemilerini Girit’in güneyindeki “tartışmalı” alana getireceği endişesiyle feveran etti. Zira bahse konu bölge için Yunanistan’ın bir deklarasyonu zaten yok. Mısır’la Antalya-Kaş açıklarındaki Meis adasından çizilmiş bir paylaşım yapmadı, yapacak olsa da Türkiye’nin kabul etmeyeceği çok açık çünkü Türkiye’nin Akdeniz sahilleri önünde uzanan bir alandan bahsediyoruz… Dolayısıyla iki taraf da diyaloga açık olduğunu söyledi ve gerginlik tarafların bölgeye çıkmayı diyalog arayışı sonrasına ertelemesi ile şimdilik dindi. Türkiye’nin elinde uluslararası mahkemenin ters tarafta kalan adalar için verdiği kararlardan oluşan kalın bir dosya var; uluslararası hukuk kuralları ve teamül, adalara Yunanistan’ın gönlünden geçen deniz alanını tanımıyor. Masada da Meis’i sınırlandırmada uzlaşı karşılığında Ege’de işgal edilen adaları Yunanistan’a bırakacak bir Türkiye yok. Dolayısıyla orta yolun bulunması bir aydan uzun sürer. Ya kısa sürede ortam yeniden kızışır ya Kıbrıs’ta müzakere süreci başlatılarak Türkiye ve Yunanistan’ın ortak konusu olduğu için Kıbrıslı taraflar masada kaldığı müddetçe Doğu Akdeniz’e kimse çıkmaz ya da yepyeni bir formül üretilir. Kıbrıs’ta hiçbir şey son zirvenin çöktüğü andakiyle aynı değil. Federasyon temelli müzakere çok uç ihtimallere bağlı. Temelin değişmesi ise yeni bir kriz anlamına gelir. Diğer taraftan Türkiye üç sondaj iki sismik arama gemisi edindi, milli varlığını çürütmek istemez. Bu çerçevede egemenlik iddialarının ertelenerek ortak faydalandırmaya yönelik kapsamlı bir anlaşmanın yeni bir formül olarak gündeme gelmesi mümkündür. Ancak Ege’de işgal edilen adalar ve adaların silahlandırılması konuları Doğu Akdeniz’de uzlaşı arayışının dışında tutulmazsa Türkiye’yi memnun etmeyecek sonuçların doğacağını düşünen hatırı sayılır bir kesimin olduğu unutulmamalıdır.
Bu makale ilk olarak Diplomatic Observer dergisinin Ağustos 2020 tarihli 150. sayısında “THE SEARCH FOR A SOLUTION TO THE EASTERN MEDITERRANEAN TENSION” başlığıyla yayınlanmıştır.
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Balkan ve Kıbrıs Araştırmaları Merkezi Başkanı, Diplomatik Gözlem Editörü, gkyasin@gmail.com
[1] Detaylı analiz için bkz Gözde Kılıç Yaşın, 2020’de Balkan Siyaseti ve Yeni Arayışlar, Diplomatik Gözlem, Ocak 2020
[2] Akdeniz havzasındaki ülkelerle işbirliğinin geliştirileceği bu platformda Fransa liderliği üstlenmeyi planlıyordu. Nitekim 13 Temmuz 2008’de Paris’te yapılan Avrupa-Akdeniz Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi ile “Akdeniz için Birlik” (Union for the Mediterranean) hayat buldu. Bu versiyonu tüm AB üyelerini kapsıyordu.
[3] Rum Politis gazetesi, 7 Ağustos 2006
[4] Rum Haravgi gazetesi, 21 Temmuz 2020
[5] 2 Apachie, 5 Black Hawk ve 5 Sinuk tipi helikopter, 2 C-130 tipi nakliye uçağı, 6 zırhlı personel taşıyıcı araç.
[6] Andreas Papandreu Askeri Hava Üssü geri isteniyor https://www.kibrisgazetesi.com/kibris/andreas-papandreu-askeri-hava-ussu-geri-isteniyor-h25594.html, Fileleftheros gazetesinden, 8 Eylül 2017
[7] ABD üssü önerisi Atina’yı karıştırdı, 13 Ekim 2010