3 Ocak 2020’de İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin ABD tarafından öldürülmesi, bölge için olduğu gibi Türkiye için de çok önemli bir gelişme olmuştur. Bu olay Türk dış politikasını iki açıdan etkileyebilir. Birincisi, İran’ın Orta Doğu politikasının belirlenmesinde ve uygulanmasında en öne çıkan ismin artık bu fonksiyonu yerine getiremeyecek olması; ikincisi, Süleymani’nin ölümünden sonra bölge için olası çatışma risklerinin artması. Nitekim İran’ın 8 Ocak günü Irak’ta ABD güçlerinin bulunduğu Erbil ve Aynu'l-Esed askerî üslerine füze saldırısı gerçekleştirmesi bu riski daha da artırmıştır.
Süleymani, İran müesses nizamının son dönem Orta Doğu politikasının belirlenmesi ve uygulanmasında en etkin kişilerdendi. 1998 yılında Kudüs Gücü Komutanı olan Süleymani, Şii yayılmacılığı üzerinden İran’ı bölgede etkin ülke konumuna getirmiştir. 2005’ten başlayarak Caferi ve Maliki yönetimlerinin de katkılarıyla Irak’ın siyasi sistemine nüfuz etmeye başlamıştır. DEAŞ’a karşı mücadele amacıyla Haşdi Şabi milis güçlerini örgütlemiş, bu radikal Şii gruplar üzerinden de Irak devletinin güvenlik yapısına hükmeder hâle gelmiştir. İran’ın Irak’taki nüfuzu Bağdat’ın dış politikasında belirleyici olmuştur. Aynı şekilde Şam yönetimi de 2011 Arap Baharı’ndan sonra güvenlik ve dış politikasında İran’ın etkisine girmiştir. Süleymani, Şam yönetimini ayakta tutmak için Irak milislerini ve Hizbullah’ı Suriye’ye göndermiş, bu da yetersiz kalınca Rusya’yı Suriye savaşına çekmenin yollarını aramıştır. 2015 yılındaki Putin’in Suriye’ye müdahale kararında Süleymani’nin etkili olduğu belirtilmektedir. Rusya’nın Suriye’ye müdahalesi Şam rejiminin yıkılmasını engellemiş, Rusya-İran ittifakı Suriye iç savaşını hem şiddetlendirmiş hem de savaşın uzamasına yol açmıştır.
Suudi Arabistan’ın 2015’te Yemen’e müdahalesinde, Süleymani komutasındaki DMO, Husilerin tarafında yer alarak Yemen savaşına dahil olmuştur. Böylelikle DMO Kudüs Gücü Komutanı olarak Süleymani, Orta Doğu’nun birçok kriz alanında bazı devlet ve devlet-dışı aktörlerle kişisel ilişki kurmuş, bazı silahlı örgütlerin kurulması, eğitilmesi, silahlandırılması ve onların savaştırılması konusunda öncülük etmiştir. İran’ın Süleymani üzerinden bölgede artan etkisi diğer bölge ülkelerinin tehdit algılarını da artırmıştır. İran’ın bölgedeki faaliyetleri kendisini de hedef hâline getirmiştir. Rakiplerinin sayısını artırarak bölgede yalnızlaşmasına yol açmıştır. İran’ın bölgede devlet-dışı aktörlerle ittifak kurması, birden çok savaşa dahil olması ve diğer aktörlerle ilişkilerinin bozulmasında Süleymani’nin önemli payı olmuştur.
Süleymani gibi siyasi-askerî bir figürün suikastla öldürülmesi, onunla mücadele eden veya karşı cephede yer alan İsrail ve bazı Körfez ülkeleri için olumlu bir gelişme olmuştur. Bunun nedeni ise İran’ın bölgedeki faaliyetlerinin Süleymani döneminde olduğu kadar etkili olamayacak olmasıdır. Çünkü DMO içinde bir psikolojik yenilgi duygusu hâkim olacaktır. Bu nedenle DMO komutanları daha temkinli bir strateji izleyecektir. Süleymani’nin yerine atanan Kaani’nin ise bölgedeki ilişki düzeyini eski seviyeye ulaştırması zaman alacaktır. Belki de hiçbir zaman Süleymani kadar etkili olamayacaktır.
Bu gelişme doğal olarak Türkiye-İran ilişkilerini de etkileyecektir. Türkiye-İran ilişkilerinde bazı alanlarda iş birliği var olsa da Suriye ve Irak gibi alanlarda açık bir rekabet yaşanmaktadır. Irak’ta bu rekabet daha çok zımni bir nitelik taşımakta olup, İran’ın politikası mezhepçilik üzerinden şekillendirilirken, Suriye sahasında açık bir askerî mücadele yürütülmektedir. Bu mücadeleyi diplomatik sürece çevirmek için Astana Barış Süreci’ni başlatan Türkiye, son dönemlerde Irak’ta ABD-İran arasında yaşanan açık çatışmadan rahatsızlık duymaktadır. Süleymani’nin öldürülmesi ise diplomasiyi devre dışı bırakmış, var olan istikrarsızlığı farklı boyuta taşıyarak İran ile ABD arasındaki olası savaş riskini daha da artırmıştır.
Bölgesel istikrardan yana olan Türkiye’nin en büyük endişesi Süleymani’nin öldürülmesinin bir savaş nedeni olarak kullanılmasıdır. Nitekim İran’da Süleymani’nin intikamının ABD’ye karşı sert ve ağır bir saldırıyla karşılık verilmesinden yana olan devlet içindeki çevrelerin etkili olması durumunda ABD ile askerî bir çatışma başlayabilir ve böylece bölge yeni bir istikrarsızlığa sürüklenebilir. İran’da bir kesim Süleymani’nin ölümünü daha temkinli değerlendirerek İran için oluşabilecek riskleri aza indirmenin hesabını yaparken, bir kesim ise ABD’ye daha sert bir cevap verilmesi gerektiğini düşünmektedir. Süleymani’yi kendisi için bir sembol hâline getirmiş olan ve özellikle de Süleymani sayesinde etkin aktör hâline gelen birden çok devlet-dışı silahlı grupların bundan sonra nasıl bir adım atacağı da belirsizdir. Bu örgütlerin intikam almak adına atacakları adımlar yeni çatışma risklerini doğurabilir. Meydana gelebilecek provokatif eylemler İran ile ABD’nin karşı karşıya gelmesine zemin hazırlayabilir. Böyle bir gelişmenin yaşanmaması için Türkiye gerginliği yatıştırmaya çalışacaktır. İran ve ABD’nin daha temkinli adım atmalarını isteyecek, bu ülkelerin politikalarına etki edebilmek için üçüncü ülkeleri devreye sokmanın yollarını arayacaktır. Nitekim Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun 8 Ocak’ta gerçekleştirdiği Irak ziyaretini de bu çerçevede değerlendirmek gerekir.
Olası durumda İran’ın diplomatik yollardan kaçınması, bölgedeki yayılma politikasından vazgeçmemesi ve nükleer faaliyetlerini tekrar başlatması var olan sorunları daha da artıracaktır. ABD’nin ise İran’a karşı sert tutumunu devam ettirmesi ve kendi şartlarını diretmeye çalışması bölgedeki güvenlik riskinin tırmanmasını hızlandıracaktır. Her iki tarafın da bu yöndeki tutumları, Türkiye ve bölgeyi olduğu gibi kendilerini olumsuz yönde etkileyecektir.
Diğer yandan bu risklerin farkında olan İran’ın ABD’yle kapsamlı bir savaş başlatması durumunda bu savaş, kendisi için ölüm kalım mücadelesine dönecektir. ABD’nin de İran’la topyekûn savaş başlatması bölgedeki çıkarlarına büyük zarar verecektir. Bu nedenle taraflar var olan “ilişki krizini” yöneterek savaştan kaçınmanın yollarını arayacaktır. İran’ın zayıflatılmasından yana olan İsrail ve Suudi Arabistan gibi bölge ülkeleri bile İran-ABD savaşının çıkmaması için daha temkinli davranacaktır. Tarafların objektif nedenlerden dolayı savaştan kaçınmaları Türkiye için olumlu bir gelişme olacaktır.
Sonuç olarak NATO üyesi Türkiye, müttefiki ABD’nin komşusu İran’la çatışmasına karşıdır. ABD’nin ekonomik baskılarının İran halkına büyük zarar verdiği için söz konusu yaptırımlara da karşı çıkmaktadır. Fakat diğer yandan Türkiye, İran’ın bölgede istikrarsızlıklara yol açan faaliyetlerinden de rahatsızdır. Dolayısıyla da bölgedeki aktörlerin askerî yöntemlerle üstünlük kurma çabaları ve nüfuz mücadeleleri istikrarsızlığın en büyük kaynağını oluşturmaktadır. ABD ile İran arasında dengeli ilişki kuran ve Tahran’ın da uzun vadeli çıkarlarına hizmet edecek adımlar atmasını bekleyen Ankara, bölge istikrarı için her iki tarafı aktif diplomasiye davet edecektir.
Analiz ilk olarak İRAM-İran Araştırmaları Merkezi tarafından yayınlanmıştır.