Türkiye’nin Batı'dan "kapıyı da ardımızdan çarparak" ayrılması doğru olmaz. Hakkımızı güçlü, akıllı, kararlı şekilde savunalım. Atacaklarsa onlar bizi atsın. Türkiye zor bir müttefik olmalı, dersine iyi çalışıp, mesela, o zaman başta AKP’liler tarafından alkışlanan İncirlik anlaşması gibi hatalara düşmemeli. Başka kulüp ve bloklara gidersek orada kapıda bekletilmeyeceğimizin, hürmet göreceğimizin, eşit bir üye olacağımızın garantisi var mı? Batı'ya karşı "huysuz" olma hak ve gücümüz var. Sınırsız olmayan bu kontenjanı kendi meselelerimiz için mi kullanacağız başkalarınınkiler için mi?
Türkiye'nin esas kafa yorması gereken eşit, doğal ve kalıcı bir üyesi olmasak da bir yandan Batı kulübünde olmanın maksimum faydalarından istifade ederken öte yandan da i) kart biriktirerek ve onları etkili kullanarak Batı'nın bize zarar vermesini önlemek, ii) diğer bloklara göz kırpmak ve onlarla cilveleşmek anlamında değil ama tekil meselelerde manevra alanımızı ve seçeneklerimizi olabildiğince arttırmak ve iii) bu yolla diğer aktörlerle olabildiğince faydalı ilişkiler geliştirmeye çalışmak olmalı. Ama bunu böyle söyleyivermek onu gerçek hayatta ete kemiğe büründürüp, önündeki engelleri aşıp gerçekleştirmekten çok daha kolay tabii. Bir kere Türkiye'nin 3. aktörlerle geliştirdiği ilişkiler Batı'da mesela Fransa'nın aynı şeyi yapmasına göre çok daha fazla kaşın kalkmasına neden olabilir ve daha çok direnç görebilir. Sonuçta Fransa’nın Batı’yı bırakıp, diyelim, Rusya ile ortak olma ihtimali bizim aynı şeyi yapmamıza göre çok daha düşük olarak görülür. Bunun bir nedeni coğrafi konumsa bir başkası da Türkye'nin Batı’nın asil üyesi olarak görülmemesidir. Türkiye’nin Batı ile ekonomik ilişkilerinin görece ağırlığı azalsa bile bunun çok azalması kolay değildir. Türkiye’nin Batı askeri ittifakına üyeliği, Batı finans sistemine entegrasyonu ve Avrupa pazarlarına, Rus, İran ve Orta Asya-Kafkasya enerji kaynaklarına olan yakınlığı Batı ile kırılması kolay olmayan bazı alışkanlıklar, bağımlılıklar, imkânlar ve ilişkiler yaratmaktadır. Batı da tüm sorun ve eksiklerine rağmen yükselen bir pazar, aktif ve açık ekonomiye sahip Türkiye gibi bir üreticiyi dışarıda kalıcı arayışlara itecek türden kendinden uzaklaştırıcı tavırlar takınmaktan muhtemelen kaçınacaktır. Ama bu konuda çok iddialı olmak Avrupa’nın stratejik aklına hak ettiğinin ötesinde bir güven göstermeyi gerektirir.
Türkiye’nin Batı-dışı aktörlerle geliştireceği stratejik ilişkiler bazı imkânlar ve rahatlamalarla beraber sıkıntı ve riskler de yaratabilir. Ankara’yı elinden kaçırmakta olduğunu düşünen bir Batı Türkiye’ye kendisiyle yakın ilişki içinde olmanın nimetlerini hatırlatmak, onun gönlünü almaya çalışmak ve belki ödüllendirmenin yanında cezalandırmak yoluna da gidebilir. Batı dışı gruplar demokratik açıdan eksik ve sorunludur. Kaldı ki bu gruplaşmaların kalıcı olduğu bile tartışmalıdır. Türkiye olur da bunların bir parçası olmaya karar verse kendisine ne tür bir rol verileceğinden emin olamaz. Bu aktör ve grupların dış tehditlere karşı Türkiye’ye verebilecekleri de muhtemelen sınırlıdır. Türkiye’nin blok değiştirmesi ekonomik, siyasi, güvenlik ilişkilerinde “kan akıtacak” cinsten köklü ve dramatik değişimler yaşanmadan gerçekleşemez. Batı kulübünde Türkiye’nin öneminin artmasına, kendisine gösterilen ihtimamın artmasına neden olabilir. Kötümser açıdan bakılır ise de, Batı’nın Türkiye’yi kontrol etme ve onun gerçek bir serbest oyuncu olmasını engelleme güdüsü güçlenebilir. İlk başta kulaklara çekici gelmekle beraber “serbest oyuncu” olmanın bazı zorluk, bedel ve riskleri de olabilir. Türkiye’nin iki taraf arasında “pin-pon topu” olması, “mücadele ve savaş alanı” haline gelmesi, kendisi üzerinden pazarlıklar yapılması, bu rolün gerektirdiği incelik ve kıvraklıkta diplomatik hüneri her zaman gösterememesi gibi olumsuz senaryolar tasavvur edilebilir. Elbette en ideal olanı, 1) Ankara’nın Batı kulübü içindeki saygınlık ve etkinliğini arttırması, 2) bu grupla olan ilişkilerini daha eşit ve karşılıklı bir hale getirmesi, 3) kendi yakın çevresindeki ülkeler için ekonomik, siyasi ve sosyal bir çekim haline gelmesi ve bu arada da 4) yükselen ülke ve gruplarla onların dinamizminden müspet şekilde yararlanabileceği güçlü ilişkiler kurmasıdır.