Türkiye bölgedeki dengeler, iç siyasetindeki gelişmeler ve Kürt meselesindeki dalgalanmaların etkisiyle son yıllarda sık sık dış politika partnerlerini değiştirdi. Buna iyimser gözle bakmaya çalışırsak diyebiliriz ki, "Ne güzel işte, Türkiye kaypak bir bölgede yaşamanın gereği olarak dengeleri iyi okuyor ve gerekli 'çevikliği' gösterebiliyor." Ama kötümser ve belki daha gerçekçi bir gözlemci de diyebilir ki, "durum o kadar basit değil. Ankara dış politikada girdiği hemen hemen hiçbir bilek güreşini kazanamıyor. Kaybettikten sonra da 'eş değiştiriyor'. Ama mağlubiyetler, başarısızlıklar, ezilip geçilen kırmızı çizgiler birikiyor. Türkiye'nin caydırıcılık anlamında şöhreti zayıflıyor. İyi gibi olduğunuz bir aktörle bozuşuyor ve sonra ileride onla tekrar barışıyorsunuz ama bu daha çok diğer aktörün istek ve pozisyonuna yakın bir noktada oluyor. Dolayısıyla Türkiye 'her turda' eli biraz daha zayıflamış bir aktör haline geliyor."
Dış politikada gireceğiniz mücadele ve kavgaları iyi seçmek zorundasınız. Bu en güçlü aktörler için bile geçerli bir genellemedir. ABD için Irak gerekli bir savaş değil "isteğe bağlı" bir savaştı. ABD burada başarısız oldu. Olmasa bile Irak savaşı yanlış bir savaş olmaktan çıkmayacaktı. Türkiye gibi kapasitesi, insani ve maddi kaynakları sınırlı, güvenlik problemleri çetrefilli ve yaşadığı mahalle sorunlu olan bir aktörün varlık, güvenlik, refah ve huzurunu yakından ilgilendiren meselelere yaklaşırken çok ihtiyatlı olması gerektiği açık olmalıdır. Barutumuzu sürekli kuru tutmak, gereksiz maceralardan uzak tutmak, genel-geçer ahlak prensipleri ve dini haysiyetlerle ilgili kavgalardan uzak durmak zorundayız.
Dış politika haklılık/haksızlık üzerinden oynanan bir oyun değildir. Gerçekten değildir. Burada güç, çıkarlar, güvenlik, dengeler önemlidir. Dış politika pragmatik olmalıdır. Dış politikası pragmatik olmayan, duygusal olan, hesaba dayanmayan ülkeler sonra bundan pişman olur. Bazense pişman olmaya bile vakit bulmadan tarihin sonsuz çöplüğünde yok olup giderler. Milli çıkar ve yetenekler üzerine bina edilmeyen bazı politika ve çıkışlar belki ilk başta kamuoyunun hoşuna gidebilir. Bu tür girişimler ilk başta sorunsuz gidiyormuş gibi görünebilir. Maliyetler ve riskler hemen somutlaşmayabilir. Ama halının altına süpürülebilecek şeyler sınırsız değildir. "Etimiz ne budumuz ne" sorusu bazı kulaklara can sıkıcı gelmekte ve bir tür aşağılık kompleksinin dışa vurumu gibi gelmektedir. Eğer bu esas çıkarlarımızı belki bizden daha güçlü ülkelere karşı savunmamızı engelleyecek bir pısırıklığın bahanesi olarak soruluyorsa yanlıştır. Ama "kaynaklarımızı işte tam da o tür temel çıkarlarımızı korumak için saklayalım, diğer meselelere sadece ana meselelerimizde kullanabileceğimiz kaynaklar biriktirmek için yaklaşalım" deniyorsa o daha isabetlidir. ABD bile her zaman her yere yetişemezken bizim de kaynak hasredeceğimiz konuları ve gireceğimiz kavgaları seçmede titiz ve seçici olmamız gerektiği açıktır. Bu her zaman böyleydi, nispi be inşallah geçici olarak güvenlik kapasitemizin zayıflayacağı görülen önümüzdeki dönemde kesinlikle böyledir.
Son olarak bu dönemde bazı aktörler zayıflayan Türkiye'yi fiziki ya da öyle değilse bile psikolojik olarak hırpalamayı deneyebilirler. Anlaşmaya çalıştığımız aktörler bize gereken saygıyı göstermekte isteksiz olabilirler. Müzakereleri alttan alabilir ve Türkiye'ye "artık eski klasmanda değilsin, ben de sana ona göre davranacağım" diyebilirler. Bu ülkelere Türkiye'nin a) askeri kapasitesini tekrar yükseltmesinin çok zaman almayacağını, b) Türkiye'nin oynayabileceği kartların askeri güçle sınırlı olmadığını, c) bu ülkelerin içine el atmak gibi adımları da düşünebileceğimizi hatırlatmalıyız. Türkiye dış ve güvenlik politikasında belki 10 yıl sürebilecek hassas ve tehlikeli bir boğazdan geçecek. Dış politikada hata yapmak da kaçınılmazdır. Ama bu sefer gereksiz ve sırf kendimizden kaynaklanan, kimsenin aslında bizi zorlamadığı hataları minimize etmemiz gerekmektedir.