Türkiye’nin Hollanda ile yaşadığı kriz, ülkeye sokulmayan Dışişleri Bakanı ve sınır dışı edilen Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı ile tarihe geçecek türden bir kriz boyutuna ulaştı. Bu süreçte yetkililerce yapılan açıklamalar ise hem iki ülke ilişkilerinin belirgin bir süre daha kriz seviyesini koruyacağının hem bu krizin Hollanda ile sınırlı olmayacağının hem de Avrupa’da yaşayan Türklerin ileriki dönemde yaşayacağı sıkıntıların habercisi gibi. Avrupa’da yaşayan yaklaşık 3 milyon (2 milyon 867 bin 658) Türk seçmenin Türkiye’de 16 Nisan’da gerçekleştirilecek referandumda oy kullanma hakkı var. Almanya, Hollanda, İsviçre ve Avusturya’dan gelen yasaklamaları Hollanda’nın diplomatik teamüllere aykırı bir şekilde Türk bakanlardan birini ülkeye sokmaması, diğerini de sınır dışı etmesi izledi. Ama anayasa değişikliği referandum kampanyası çerçevesinde elde edilmek istenen de sanki ortaya çıkan krizle elde edilmiş gibi. Ancak başından bu yana adım adım krize giden süreç, “taraf tutuyorlar” ya da “referanduma sunulan değişikliklerde Hollanda’yı ilgilendiren bir madde mi var?” söylemlerinin ve ülke içi siyasetin dışında değerlendirilmeliydi.
Her ne kadar kırmızı pasaport yabancı bir ülkede istediğiniz zaman, istediğiniz yerde kendi vatandaşlarınızı toplama ve toplantıyı parti mitingine çevirme hakkı vermiyorsa da ardı ardına gelen yasaklamalar, toplantı yapılacak mekanların kira sözleşmelerinin sebepsizce –üç ayrı yerde- iptal edilmesi, daha önce izni alınmış toplantıların iptal edilmesi, toplantı yasaklarının tüm Avrupa’ya yayılması talepleri, izin verilmiş toplantıdan hemen önce konuşmacı konuk Bakanın uçuş izninin kaldırılması şeklinde ilerleyince meselenin boyutları da değişiyor. Öncelikle bu yasaklayıcı tavrın önyargılı olduğunun altı çizilmelidir. Ardından da Avrupa medeniyetinin dayandığı varsayılan hoşgörü ve diyalog kültürüyle bağdaşmadığı da vurgulanmalıdır.
Öte yandan Hollanda’nın krize sebep olan uçuş izni iptali ve sınır dışı etme kararının diplomatik nezaketle bağdaşmamaktadır; diplomasi etiğine aykırıdır. Hollanda, bu kararlarla diplomatik ve konsolosluk ilişkilerine ilişkin Viyana Konvansiyonu’nu ihlal etmiştir. Aile Bakanı Betül Sayan Kaya'nın aracının Hollanda polisi tarafından durdurulması sonrası Rotterdam'daki Türk Başkonsolosluğu önünde protesto gösterisi düzenleyen Türklere güvenlik güçlerinin köpeklerle saldırması, ilerleyen dakikalarda atlı polislerin göstericileri geri püskürtmek için müdahalede bulunması ve ardından gelen TOMA’nın göstericilere tazyikli su sıkması da kabul edilebilir görüntüler değil. Gerek Türk bakanlara dönük aldığı kararlar gerekse kendi vatandaşı da olan Türk göstericilere sergilediği sert müdahaleyle Hollanda yönetiminin toplanma ve ifade özgürlüğü başta olmak üzere özgürlükler, demokrasi ve insan haklarına aykırı hareket ettiği açıktır.
Esasen Almanya’yla başlayan ve Hollanda’yla son noktası konulan kriz Avrupa’nın savunduğu öz değerlere riayet etmediğinin son örneğinden başka bir şey değildir. Ancak etkilerinin süreceği de öngörülebilir. Hollanda'nın aşırı sağcı ve ırkçı Özgürlük Partisi (PVV) lideri Geert Wilders’ın çifte vatandaşlığın kaldırılması çağrısı, yine toplantı krizi ardından Almanya’dan gelen iki vatandaşlıktan birinin tercih edilmesini öngören “Opsiyon modeline” dönüş önerisi, krizin faturasının Avrupa’da yaşayan Türklere kesileceğinin göstergesi. Bunun da birbiriyle bağlantılı zannedilenden daha fazla sonuçları olacaktır.