Özdemir Akbal Özdemir Akbal @ozdemirakbal

Astana

02 Ağustos 2019

13. Astana Zirvesi eski adı Astana yeni adı Nur Sultan olan Kazakistan'ın başkentinde dün başladı. Yazıya başlarken kırk kere düşündüm şimdi buraya Astana mı yazmalıyım diye… Zira zirvenin adı Astana ancak yapılan şehrin adı değişti Nur Sultan oldu. Aslında Astana Zirvesine yönelik yegâne değişiklik şehrin adının değişmesi ile de sınırlı değil. Zirveye katılanlar ve son olarak 25-26 Nisan 2019'da yapılan zirveden sonra gerçekleşen temaslardan dolayı hayli farklı bir durumda olacak bu zirve. Lübnan ve Irak'ın da katılacağı zirve bölgesel seviyede temsilin genişletilmeye çalışıldığının bir göstergesi. Buna ek olarak Astana Zirvesi öncesinde gerçekleşen ABD-İsrail-Rusya toplantısı bu toplantıdan kısa bir süre sonra da Esad Rejimi ve Rusya Federasyonu'nun, Suriye'nin kuzeyine düzenlediği hava saldırıları bir başka deyişle yine bu zirve sürecinde karara bağlandığı halde riayet edilmeyen çatışmanın azaltıldığı bölgeler tartışmaları büyük yer kaplayacak gündemde. 

Öncelikle Lübnan ve Irak meselesine biraz bakmakta fayda var. Türkiye'de belli bir görüş Astana Sürecini sürekli olarak Cenevre Sürecinin bir alternatifi olarak ortaya koyarken Türkiye Cumhuriyeti, Rusya Federasyonu ve İran İslam Cumhuriyeti'nin bir araya gelmesini de bir bloğun oluşumu olarak yorumlamıştı. Aslında mesele çeşitli mahfillerde dile getirmeye çalıştığım gibi Batı Bloğu üyesi Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Rusya başta olmak üzere Esad taraftarı güçler karşısında bir denge politikası uygulamasıydı ki Türkiye Cumhuriyeti Devletine rağmen bölgesel bir politika yürütülemeyeceğinin de bir göstergesi olması açısından hayli anlamlıydı. Bu üçlünün geldiği noktada özellikle çatışmanın azaltılmasının sağlanacağı bölgelerde çatışma yükseliyor. Bu noktada Astana Süreciyle ilgili olarak zirvede alınan kararların çok da uygulanmadığını açık bir şekilde söylemek mümkün. Lübnan ve Irak'ın katılımının sağlanması ile Rusya Federasyonu Astana Zirvesindeki katılım daha da genişleterek İran'ın da etkisinin kullanılması suretiyle Türkiye'ye karşı bir dengenin oluşturulması amaçlandığı bazı Rus politologlar tarafından dile getiriliyor. Vaşington  merkezli Orta Doğu Enstitüsünden (Middle East Institute) Alexey Khlebnikov Astana sürecinin başka bir forma bürünerek sadece Lübnan ve Irak'ın değil aynı zamanda Körfez İş Birliği Konseyi (KİK) üyelerinin de katıldığı bir halde olmasını belirtiyor. Rusya Federasyonu Dış Politika ve Savunma Politikası Konseyi Başkanı, Rusya Uluslararası Faaliyetler Konseyi Üyesi ve Küresel Faaliyetlerde Rusya Dergisi Editörü Fyodor Lykyanov da Astana sürecinin tarafların aynı masada oturmasının aynı hedefe ulaşmaktan ziyade kendi çıkarlarını masada kabul ettirme girişimi olduğunu belirtiyor. 

Bütün bu yaklaşımlara bakınca aslında ifade etmekten dilimde tüy bittiği devletin uluslararası sistemde kendine yardım ilkesi ile hareket ettiği görüşü de netleşiyor. Tabii Lübnan ve Irak'ın bu görüşmelere katılması yahut Khlebnikov'un önerisinde olduğu gibi KİK üyesi ülkelerle bu sürecin geliştirilmesi ne kadar Rusya Federasyonu ve İran menfaatine olur bu da ayrı bir tartışma konusu. Zira yine Türkiye'de bir grubun kerameti kendinden menkul çıkarımlarla sarsılmaz bir Rusya-İran ittifakı görmesinin dışında bir uluslararası politika durumu olduğunu KİK'in muktedir ülkesi Suudi Arabistan'ın ne denli İran'la uyumlu olduğunu söylemeye gerek yok. Bu aşamada Rusya Federasyonu'nun zorlu ekonomik süreçlerini aşabilmesi ve Putin iktidarının Duma seçimleri ile ortaya çıkan iç karışıklıklardan da belli olduğu gibi kendisi karşısındaki grupları eleyebilmesi için İran'ı bir kenara koyarak işbirliğine gitme ihtimali hiç de gözden ırak değil. 

Tabii bir de Esad Rejimi ile Rusya Federasyonu'nun Suriye'nin kuzeyinde sivil ve çocukların ölümüne yol açan hava saldırılarının da nasıl bir etki uyandıracağı ayrı bir tartışma konusu. Zira Türkiye Cumhuriyeti Devleti Suriye'nin kuzeyindeki de facto yapı girişimi için açık kararını 30 Temmuz 2019 tarihli MGK bildirisi ile belirtti. Yani sadece ABD değil aynı zamanda Esad Rejimi ve Rusya Federasyonu da bu bildiri ile muhtemel karşı tavırlara cevap alacaktır. Bu vaziyette çatışmanın azaltıldığı bölgelerin ihdas edilmesi meselesine Rusya Federasyonu ve desteklediği Esad Rejimi karşı geliyor bu tartışmasız bir gerçek. Rusya Federasyonu 25 Haziran 2019'da Tel Aviv'de gerçekleşen güvenlik zirvesinin ardından Suriye Anayasa Komisyonu oluşturulması hususunda Esad Rejimi yetkilileri ile görüştükten sonra bu adımları atmaya başladı. Büyük bir ihtimalle bu girişimin amacı komisyonun oluşum sürecinde Esad Rejiminin elini kuvvetlendirmek. Ancak ne Astana Süreci ne de diğer bölge dengeleri dolayısıyla Rusya Federasyonu'nun Esad Rejimini beş yıllık bir dönemde daha destekleyeceğini değerlendirmiyorum. Zira Rusya Federasyonu'nun ekonomik durumu ve askeri kapasitesi de bu yükü kaldırmakta zorlanacağı gibi uluslararası politik ortada bu durumun dönüştürülme sürecine Rusya Federasyonu'nun rol üstlendiği de Şam'da yapılan görüşme ile ortaya çıkmış durumda. 

Bu aşamada devam eden Astana süreci İdlip bölgesinde gerçekleşen hava saldırılarının biraz daha kısıtlanma ihtimalini doğuran bir sonucu ortaya çıkarabilir. Bunun yanı sıra anayasa komisyonu meselesi de mutlaka gündeme gelecektir ki artık Rusya Federasyonu da bu hususta kabul eden taraf olarak masada oturuyor. Elbette Astana Zirvesinde ilk on ikisinde olduğu gibi on üçüncüsünden de mucize bir sonuç çıkmayacak. Ancak emareler şunu gösteriyor ki; Rusya Federasyonu ve İran ile oluşan bir bloğa Türkiye'nin katılmasıyla genişleyen bir Astana süreci değil, bölgesel aktörlerin katılımının genişletildiği uluslararası politika ortamının kurallarının ortaya çıkarak daha çok hissedildiği uluslararası politika ortamının etkilerinden yalıtılmış olmayan bir Astana süreci görüyoruz. Yani şu yeni bloklar kuruluyor yorumundan ziyade uluslararası politika ortamının şartları içinde bölgesel aktörlerin masada yaptığı bir pazarlıktan bahsetmek mümkün. Bu noktada Türkiye Cumhuriyeti Devleti için ise kritik mesele Suriye'nin kuzeyi. Bu husustaki görüşlerim ise son derece açıktır. MGK bildirisi de bu yöndedir. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarihten gelen sorumluluğunu yüklenerek hareket tarzını tayin etmeye devam edecektir. Astana ise bölgesel aktörlerin genişleyen pazarlık masası olacaktır. 

Yorumlar