Sabahattin İsmail Sabahattin İsmail

Kıbrıs'ta Bozulan Lozan Dengesinin Telafisi

17 Aralık 2018
“ Lozan’da tesis edilen Türk-Yunan dengesinin korunması için İki devletli çözüm ve Türkiye’ye adada üs verilmesi şarttır. „
Kıbrısta Bozulan Lozan Dengesinin Telafisi

1923 yılında imzalanan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin tapu senedi olan Lozan anlaşması ile Türkiye ve Yunanistan arasında bir denge kuruldu. Buna göre Yunanistan, İkinci Dünya savaşı sonrasında elde ettiği ve Lozan’da kendisine bırakılan Türkiye’ye yakın ada ve kayalıklarda Türkiye aleyhine bir silahlandırma faaliyeti gerçekleştirmeyecekti. Adalar her türlü silah ve askerden arındırılmış olacaktı..Ege Denizi iki ülkenin barış ve işbirliği içinde birbirlerine tehdit oluşturmadan yararlandıkları bir barış denizi olacaktı...

Ne ki Yunanistan zaman içinde bu anlaşmaya uymadı. Türkiye’nin burnunun dibindeki adalara kadar elinde olan tüm ada ve kayalıklara silahlandırdı.
Bununla da kalmadı. Bu adaların kıta sahanlığı, hava sahası, Münhasır Ekonomik Bölgesi olduğunu iddia ederek Ege’yi bir Yunan denizi haline getirme, Türkiye’nin tüm Ege sahillerini kuşatma ve Ege’de Türkiye’ye ait tüm ekonomik kaynakları (balık, doğalgaz, petrol) gasp etme yoluna gitti.

Bununla da kalmadı. Türkiye’deki iktidarın gerekli hassasiyeti göstermemesinden de yararlanarak Lozan’da Türkiye’ye bırakılan, Türkiye sınırları içinde bulunan, Muğla ve Aydın vilayetlerine bağlı 18 ada ve kayalığı da işgal etti... Taşoz açıklarında Türkiye kıta sahanlığı içinde 8 petrol kuyusu kazarak Türkiye’nin petrolünü çalmaya başladı...

Kıbrıs’ta Lozan Dengesini Bozma Faaliyetleri

Bu yayılma faaliyetleri ile Lozan’da tesis edilen Ege Denizi’ne yönelik Türk-Yunan dengesini kendi lehine bozan Yunanistan, Kıbrıs’a yönelik ENOSİS-İLHAK faaliyetleriyle de 100 yıldan beridir adadaki dengeyi kendi lehine bozmaya çalışıyor..

Türkiye ve Kıbrıs Türk Halkı, Lozan’da tesis edilen dengenin Akdeniz’de Yunanistan lehine bozulmasını önlemek için 100 yıldır mücadele veriyor. ENOSİS’e karşı verdiğimiz mücadele sadece canımızı, malımızı, bağımsızlığımızı, özgürlüğümüzü, egemenliğimizi ve bu ada üzerindeki Türk varlığını korumak için değil; aynı zamanda 1923’de Lozan’da tesis edilen Türk-Yunan dengesini de korumak ve dengenin Yunanistan lehine değişmesini önlemek içindir de...

İngiliz döneminde, Kıbrıs Türk Halkı ve Türkiye, Lozan dengesini bozacak olan ENOSİS hedefine karşı, dengeyi koruyacak ve devamını sağlayacak olan TAKSİM hedefini ortaya koydu..Dolayısı ile 1960 öncesinin TAKSİM hedefi, sadece Türk Halkının can ve mal güvenliğini sağlamaya yönelik bir hedef olarak değil, adanın yarısının Türkiye’ye, diğer yarısının da Yunanistan’a bağlanması yoluyla Lozan dengesini korumayı amaçlayan bir hedefti.

1960 yılında İngiltere adadan çıkarken, Lozan dengesinin korunmasında ısrarlı olan Türkiye’nin haklılığını kabul etmiş ve bu nedenle egemenliği sadece Rumlara devretmemiş; iki Halka EŞİT ŞEKİLDE devretmişti.

Bunun aksi olsaydı ve egemenlik sadece Rumlar devredilseydi veya ada Yunanistan’a bırakılsaydı, Lozan dengesi Akdeniz’de Yunanistan lehine bozulmuş olacaktı...
Kıbrıs’ta o nedenle  iki kurucu egemen-eşit halkın ortaklığına dayalı fonksiyonel bir federasyon kuruldu. Kıbrıs Cumhuriyeti bağımsız ve tarafsız bir devlet olarak oluşturuldu. Türkiye, Yunanistan ve İngiltere bu yeni düzenin devamının ve anlaşmaların uygulanmasının garantörü oldu. Dengeyi bozacak olan Enosis faaliyetleri yasaklandı...

Dolayısı ile 1960 Anlaşmaları 1923’de Lozan’da tesis edilen dengenin Kıbrıs’a da teşmil edilmesinden başka birşey değildir...

İç Denge

1960 Anlaşmaları ile Kıbrıs’a da teşmil edilen Lozan dengesi iç ve dış denge olarak tesis edildi. İç Denge, Türk ve Rum Halklarının eşit-egemen statüde kurucu ortak olmaları, birbirlerine hükmetmemeleri ve yeni cumhuriyeti siyasi eşitlik temeline birlikte yönetmeleri esasına dayandı.

Türk Halkının siyasi eşitliğinin ve egemenlikteki eşit söz hakkının güvencesi ve simgesi olarak, Türk Cumhurbaşkanı muavinine VETO hakkı tanındı. Yasama ve Yürütme organlarındaki Türk Bakan ve milletvekillerinin AYRI OY ÇOĞUNLUĞU HAKKI kabul edildi...Böylece Rumların sayısal çoğunluklarına dayanarak Türkiye ve Yunanistan arasında 1923’de Lozan’da tesis edilen ve 1960 Anlaşmaları ile Kıbrıs’a da teşmil edilen Lozan dengesini Yunanistan lehine bozacak ENOSİS gibi tek yanlı kararlar almasının da önüne geçilmiş oldu.. (Ne yazık ki Akıncı Türkiye, Kktc Meclisi, Hükümet ve halktan gizleyerek veto ve ayrı oy çoğunluğu hakkımızdan vazgeçerek, Rum çoğunluğun bir tek Türkün onayıyla karar almasını kabul etmiş ve hiç utanıp sıkılmadan bunun adına da siyasi eşitlik demiştir)

Dış Denge

DIŞ DENGE ise Türkiye ve Yunanistan’ın Kıbrıs üzerinde aynı haklara sahip olması esasına dayandı. Buna göre Türkiye ve Yunanistan birlikte ortaklık Cumhuriyeti’nin garantörü olacaktı. Kıbrıs’ı dış saldırılara karşı birlikte koruyacaklardı. İçte cumhuriyeti yıkmaya yönelik faaliyetlere karşı birlikte karşı koyacaklardı. Bu amaçla bir Yunan ve bir Türk alayı Kıbrıs’ta konuşlandı. Ve en önemlisi: Kıbrıs Cumhuriyeti, Türkiye ve Yunanistan’ın birlikte üye olmadıkları hiçbir askeri, ekonomik, siyasi birliğe üye olamayacaktı. 
Bütün bu hususları gözetmek için GARANTİ VE İTTİFAK ANLAŞMALARI imzalandı. Ve bütün bu konular Garanti ve İttifak Antlaşmaları içine net ifadelerle yer aldı...

1963 Saldırılarıyla Dengeyi Bozdular

Rum-Yunan ikilisi Lozan dengesinin Kıbrıs’a da yansıtılmış olmasını hiçbir zaman hazmedemedi. 3 yıllık Cumhuriyet döneminde, dengeyi Yunanistan lehine değiştirecek olan ENOSİS faaliyetlerini, gizli silahlanma ve terör örgütlenmesini tamamladılar. 

1963 yılında dengeyi kendi lehlerine değiştirmek için ENOSİS’in yolunu açmak amacıyla 13 Anayasa değişiklik maddesi önerdiler. Bu 13 maddenin özünde Türk Halkının AYRI OY ÇOĞUNLUĞU VE VETO HAKLARINI iptal ederek SİYASİ EŞİTLİĞİNİ YOK Etmek vardı. Dengenin korunmasında ısrarlı olan Türkiye ve Kıbrıs Türk Halkı, bunu doğal olarak reddetti. 
Rum-Yunan ikilisi, dengeyi silah zoru ile kendi lehlerine değiştirmek ve 1960 düzenini yıkmak için Türk Halkına karşı AKRİTAS SOYKIRIM PLANI çerçevesinde saldırılara başladı .103 Türk köyü işgal edildi. Türk Halkına soykırım ve etnik temizlik uygulanma başlandı, Türk Halkı kurucu ortağı olduğu devletten, Meclis’ten, hükümetten silah zoruyla atıldı ve adanın %3’ündeki gettolara sıkıştırılarak, 11 yıl sürecek insanlık dışı bir kuşatma ve tecrit altına alındı..1960’da kurulan iki eşit-egemen Halkın Kurucu ortaklığına dayalı ortaklık devleti, yüzde yüz Rumlardan oluşan bir Rum devletine dönüştürüldü..Son adım olan ENOSİS’i hazırlık olmak için Rum Meclisi tarafından 1964 ve 1967’de oybirliğiyle iki ENOSİS kararı alındı. Böylece Rum-Yunan ikilisi 1923’de Lozan’da kurulan ve 1960’da kuruluş Anlaşmaları ile Kıbrıs’a da teşmil edilen dengeyi, kendi lehlerine değiştirmeyi başardılar...
Bu dönem 11 yıl sürdü.

Türkiye bu dönem ne yazık ki, hazırlıksız yakalandığı için ve Türk-Yunan ilişkileri bozulmasın diye, Lozan’da tesis edilen dengenin Kıbrıs’ta bozulmasını önleyecek olan tek yanlı müdahale hakkını kullanamadı. Kullanmak istediğinde de NATO ve ABD-İngiltere tarafından durduruldu.

1963’de bozulan dengeyi yeniden tesis etmek ancak 1974 Barış Harekatı ile mümkün oldu.

Yunanistan’ın 1963’de kendi lehine bozduğu İÇ DENGEYİ, 1974’de ENOSİS’i ilan etme yoluyla kalıcı ve geri dönülmez hale getirmek ve Dış DENGEYİ de kendi lehine tescil ettirmek için 15 Temmuz 1974’de yaptığı ENOSİS darbesiyle, ardından da İFESTOS SOYKIRIM PLANI ile Türk Halkına yönelik toplu bir soykırıma hazırlandı. Ne ki bu soykırım Türkiye’nin müdahalesiyle büyük çapta önlendi. Sadece 4 köyümüzde bunda başarılı oldular.. 

1974 Barış harekatı ile silah zoruyla yeniden tesis edilen Lozan dengesini, yeni bir ortaklık devletiyle anlaşma yoluyla kalıcı hale getirmek için görüşmeler başladı. 1960 anlaşmalarındaki FONKSİYONEL FEDERASYONUN bu kez fiziki-coğrafi bir zemine oturtularak İKİ KESİMLİ, İKİ TOPLUMLU, SİYASİ EŞİTLİĞE, EGEMENLİĞİN EŞİT ŞEKİLDE PAYLAŞILMASINA VE GARANTÖRLÜĞÜN DEVAMINA DAYALI YENİ BİR FEDERAL ORTAKLIK DEVLETİ’ne dönüştürülmesi hedefi Rum-Yunan ikilisine kağıt üzerinde kabul ettirildi..

1975 Nüfus Mübadelesi Anlaşması, 1977-1979 Doruk Anlaşmaları, 1985-1986 Cuellar Planları hep bu hedefi hayata geçirmek amacıyla yapıldı. Ne ki, attığı imzalara sadık olmayan ve Lozan dengesini kendi lehlerine çevirme hedeflerinden vazgeçmeyen Rum-Yunan ikilisi, devam eden görüşme süreçlerinde hakimiyetçi, hegemonyacı ENOSİS’çi hedeflerinden vazgeçmediği için bir sonuca ulaşmak mümkün olmadı.

***

Rum-Yunan ikilisi Lozan’da 1923’de tesis edilen ve 1960 Antlaşmaları ile Kıbrıs’a da teşmil edilen Türk-Yunan dengesini kendi lehlerine değiştirmekte kararlı oldukları için 1975 Nüfus Mübadelesi Anlaşması, 1977-1979 Doruk Anlaşmaları ve BM tarafından sunulan 1985-1986 Cuellar Planları başta olmak üzere EŞİT-EGEMENLİĞE, SİYASİ EŞİTLİĞE, İKİ EŞİT HALKIN KURUCU ORTAKLIĞINA VE GARANTÖRLÜĞÜN DEVAMINA dayalı tüm çözüm girişimlerini reddettiler...

Türk halkı bu durumda Güneydeki Rum devletine karşı Lozan dengesini korumak ve bu çerçevede, eşit egemenliğe ve iki kurucu devlete dayalı yeni bir ortaklık devletinin temelini oluşturmak için 1983 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ilan etti.

Rum-Yunan ikilisi, tüm adaya hakim olarak Türk Yunan dengesini kendi lehlerine değiştirmek hayaliyle ve bu kez AB’nin de desteğiyle hakimiyetçi ve hegemonyacı siyasetlerine devam etmeyi tercih ettiler.

Bu bağlamda, 1990’lı yıllara gelindiği zaman tam üyelik hedefiyle tüm Kıbrıs adına, AB’ye müracaatta bulundular. Bundan güttükleri amaç, tüm Kıbrıs adına Yunanistan’ın da tam üye olduğu ama Türkiye’nin olmadığı AB’ye tam üye olarak AB içinde ENOSİS’i gerçekleştirmek ve Kıbrıs ile Doğu Akdeniz’de 1923’de tesis edilen Lozan dengesini geri dönülmez şekilde Yunanistan lehine değiştirmekti. 

Nitekim Rum tarafı, stratejik-siyasi bir saldırı olarak, AB üyeliğini gündeme getirdiği zaman Türkiye ve KKTC durumu değerlendirerek bir sonuca vardı. Varılan sonuç şuydu:
- Rum tarafının Kıbrıs sorunu çözülmeden tüm Kıbrıs adına ve Türkleri de kapsayacak şekilde AB’ye tam üye yapılmasının amacı, tek kurşun atmadan Kıbrıs'ı bir Rum-Yunan adası haline getirmektir. Bu gerçekleşirse ENOSİS, AB çatısı altında gerçekleşecektir. Rum tarafı ve Yunanistan AB çatısı altında siyasi, ekonomik, askeri yönden bütünleşecektir. Yunan vatandaşları AB ilkesi olan 4 özgürlükten ( serbest dolaşma, yerleşme, mülk edinme, iş kurma ve çalışma özgürlükleri) yararlanarak adayı istila edeceklerdir. Türkler asimile olacaklar ve Kıbrıs'taki Türk varlığı son bulurken ada ile Türkiye'nin bağı koparılacaktır.. 
Nitekim, Rum tarafı AB'ye girince adayı ziyaret eden Yunan Başbakanı Simitis, Lefkoşa’da düzenlenen coşkulu mitingde yaptığı konuşmada 'asırlar sonra milli hedeflerine ulaştıklarını ve ENOSİS'in AB çatısı altında gerçekleştiğini' söylemiştir.

Karşı Politika Üretildi

Türkiye ve KKTC yaptığı bu doğru analizden sonra doğru bir politika üretti. Buna göre:
- Kıbrıs sorunu çözülmeden Rum tarafının tüm Kıbrıs adına AB'ye tam üye yapılması Garanti anlaşmasında belirtilen "Kıbrıs'ın Türkiye ve Yunanistan'ın birlikte üye olmadığı siyasi, ekonomik veya askeri bir birliğe üye olamayacağı" ilkesine ve müzakere sürecinde saptanan çözüm parametrelerine terstir. Bu nedenle çözüm olmadan ve iki Halkın da onayı alınmadan tüm Kıbrıs'ın AB üyeliği meşru olamaz. Bu, Garanti anlaşmasının ihlal edilmesi, ENOSİS’in dolaylı olarak gerçekleşmesi ve 1923’de Lozan’da tesis edilen,1960 Anlaşmaları ile Kıbrıs’a da teşmil edilen Lozan dengesinin Yunanistan lehine bozulması olur.

Türkiye ve KKTC, bu doğru saptama çerçevesinde Rum tarafının tüm Kıbrıs adına AB üyesi olmaması için çok uğraştı. Ne ki AB ile ciddi bir çatışmayı ve ipleri koparmayı göze alamadıkları için başarılı olamadılar. Rum tarafı tüm Kıbrıs adına AB’ye alındı.

İç-Dış Dengenin Korunması
 

Türkiye ve KKTC bundan sonra, yani Rum tarafının AB’ye tam üye yapılması gerçeği altında yeni bir değerlendirme yaparak şu politikayı üretti:
- Siyasi eşitliğe ve garantörlüğe dayalı federal çözüm arayışları devam etmelidir. Ancak Çözümde bir iç, bir de dış denge olmalıdır.
İÇ DENGE, Egemenliğin iki kurucu Halk-devlet arasında siyasi eşitlik ve egemen eşitlik temelinde paylaşılmasıdır.
DIŞ DENGE ise Lozan'da tesis edilen ve 1960 anlaşmaları ile Kıbrıs'a da teşmil edilen Türk-Yunan dengesinin AB üyeliği içinde de korunmasıdır.

Bu çerçevede
1- Garanti Anlaşması AB üyeliğinde de aynen devam etmelidir. Böylece AB üyesi olan Yunanistan, AB üyesi olmayan Türkiye'ye karşı avantaj elde etmemelidir.
2- Olası bir çözüm iki kesimli-iki toplumlu, iki eşit kurucu devlete, eşit egemenliğe ve eşit ekonomilere dayanmalıdır. 
Bu ilkeyi korumak için, Rumların 4 özgürlük çerçevesinde Kuzeyde mülk almaları, yerleşmeleri ve iş kurup çalışmaları kalıcı derogasyonlarla kısıtlanmalıdır. Bu çerçevede Türk Halkı Kuzeyde nüfus ve mülkiyette sarih bir çoğunluğa sahip olmalıdır. (örneğin yerleşecek Rumların oranı Türk nüfusun yüzde 5'ini, satın alacakları mülkler de Türk mülk oranının yüzde 3'ünü geçmemelidir. Sarih çoğunluk BM tarafından da kabul edilen bir BM parametresidir) Saptanacak derogasyonlar AB'nin 1. hukuku haline getirilerek ileride AİHM tarafından bozulması önlenmelidir.
3- Yunan vatandaşlarının AB üyeliği çerçevesinde sahip olacağı 4 özgürlük, AB üyesi olana kadar, aday üye Türkiye vatandaşlarına da tanınmalıdır. Böylece Türk vatandaşları da Yunan-Rum vatandaşları gibi tüm adada 4 özgürlüğe sahip olacaklarından, adadaki Türk varlığının her alanda asimile olması, tüm adanın Yunan hakimiyetine girerek Lozan'da tesis edilen ve 1960'da Kıbrıs'a da teşmil edilen dengenin Yunanistan lehine bozulması önlenebilir.

Akıncı Savunmadı
Bu doğru politika Akıncı müzakere masasına oturana kadar, tüm müzakereciler tarafından kararlılıkla savunuldu. Ne ki Akıncı bunu savunmayarak, Rum-Yunan ikilisinin tüm adaya egemen olma emelleri çerçevesindeki tüm taleplerini kabul etti. Örneğin:

1- İÇ ve DIŞ DENGE'yi korumanın en önemli unsuru olan Garanti Anlaşmasını pazarlığa açarak, etkin ve fiili garantörlüğü sulandırıp etkisiz kılacak öneriler yaptı

2-İÇ DENGE'yi korumak için şart olan şu hususlardan vazgeçti:

** Siyasi-egemen eşitliği yok edecek şekilde yasama ve yürütmede ayrı oy çoğunluğu haklarından, dönüşümlü başkanlığın eşit süreli ve VETO haklı olmasından vazgeçti. 

** Anlaşmanın iki egemen kurucu devlete dayalı olma ilkesi yerine egemenliği olmayan "iki eyalete" dayalı olmasını kabul etti.

** Anlaşma yürürlüğe girmeden önce özel bir programla Ekonomik eşitliğin sağlanacağı 3-5 yıllık geçiş süreci talebinden vazgeçti

** Mülk sorununun global takas ve tazminatlarla sıfırlanması yerine bireysel bazda çözümünü kabul etti. KKTC tapularını sıfırlayarak 44 yıldır elinde devlet tapusu olan insanları asıl mülk sahibi değil de " şimdiki kullanıcı" olarak tanımladı. Bu sorunun bireysel bazda 40-50 yılda çözülmeyeceği gerçeği karşısında Türk ekonomisinin sıfırlanmasına kapı açtı. ( Mülkiyet komisyonu mülkün kime ait olduğuna karar verene kadar çözümün ilk gününden itibaren Kuzeydeki eski Rum mülkleri üzerine yatırım yapılamayacak, inkişaf, devretme, kiralama, satma olamayacak) 

** 4 özgürlüğün Rumlara tanınmasını kısıtlayacak kalıcı derogasyon talebimizden vazgeçerek anlaşmanın ilk gününden itibaren Rumların sınırsız 4 özgürlüğe sahip olmasını, yani Kuzeyde serbestçe yerleşmelerini, mülk almalarını, iş kurmalarını ve çalışmalarını kabul etti. Böylece iki kesimliliği ve mülkiyetle nüfusta sarih çoğunluğa sahip olmamızı yok etti.

** Bunların Türk nüfusun yüzde 20'si oranındaki miktarına ( 45-50 bin) seçme ve seçilme hakkı dahil iç vatandaşlık haklarına sahip olmasını kabul etti. Böylece iki toplumluluk ilkesini sulandırdı

** Adadaki Türk nüfusunu 1/4 oranında dondurarak (220 bin Türk 803 bin Rum) vatandaş olacak her 4 Yunana karşı ancak 1 Türkün vatandaş olmasını kabul etti. Şu an 320 bin olan KKTC nüfusunun 100 bininin adadan atılmasına kapı açmıştır. Nitekim Anasatasiadis, şu an adada çalışma izni ile bulunan TC vatandaşlarının izinleri bittikten sonra geri gönderileceğini açıklamıştır. ( Yunanlılar AB vatandaşlığı nedeniyle tüm adada yerleşebilecekleri ve tüm hakları kullanabilecekleri için Kıbrıs vatandaşı olmaya gerek duymayacaklarından, bu, hiçbir Türkün vatandaş olmayacağı demektir)

** KKTC hükümetinin, Meclisin ve TBMM'nin bilgisi ve onayı dışında, 1977-1979 doruk anlaşmalarında belirlenen "verimlilik, yeterlilik, mülkiyet ve güvenlik" kriterlerini göz önünde bulundurmadan, kendi aklına göre yüzde 7 oranında toprak tavizi vererek yüzde 36'dan yüzde 29.2'ye inmiştir. Bunu ise kendi aklına göre çizdiği bir haritaya dökerek Rum tarafı ile BM'ye vermiştir. ( verilecek topraklara 80-90 bin Rum yerleştiren, 20-25 arası Türk yerleşim yeri Rumlara verilecek ve buralardan 25-30 bin Türk 4. kez göçmen olacaktır)

3- DIŞ DENGE'yi korumak açısından çok önemli olan Türkiye AB üyesi olana kadar Türk vatandaşlarına da, Yunan vatandaşlarının sahip olacağı 4 özgürlüğün tanınması ilkesinden vazgeçti, ama Yunan vatandaşlarına bunun tanınmasını kabul etti. Böylece olası bir çözümden sonra yüzbinlerce Yunan vatandaşının adaya akın edip burayı bir Yunan adası haline getirmesine kapı açarken, TC vatandaşlarının ise çok güçlü ailevi ve ekonomik ilişkileri olmasına karşın, adaya ancak Schengen vizesi ile turist olarak gelebilmesini kabul etti. 
Böylece Lozan’da tesis edilen ve 1960’da Kıbrıs’a da teşmil edilen Türk-Yunan dengesini Yunanistan lehine bozacak olan ne varsa kabul ederek Rum – Yunan milli hedeflerine hızmet eder hale geldi

Akıncı'nın, adayı Rum-Yunan ikilisine teslim edecek olan tavrından sonra Türkiye, Cenevre'de son anda devreye girdi. Türkiye'nin etkin ve fiili garantörlüğünden, Türk vatandaşlarına da 4 özgürlüğün tanınmasından ve iki eşit kurucu halka-devlete ve egemen eşitliğe dayalı bir anlaşma ilkesinden taviz vermeyeceğini duyurdu.
Türk-Yunan dengesinin korunması açısından bunun, asla en ufak taviz vermeden, pazarlık konusu yapmadan kararlılıkla sürdürülmesi yaşamsal önemdedir. 
Rum yönetimi Başkanı Anastasiadis ile Yunan yetkilileri ise her fırsatta yaptıkları açıklamalarda Türkiye'nin Garantörlüğünü, 4 Özgürlüğün Türk vatandaşlarına da tanınmasını asla kabul etmeyeceklerini ve sıfır asker sıfır Garanti istediklerini duyuruyorlar. 
 

Anastasiadis daha da ileri giderek "Türk vatandaşlarına 4 özgürlüğün tanınmasının Türk işgalinden ve Türk askerinin adada kalmasından daha tehlikeli olduğunu" açıklamıştır.
Sadece bu tepkileri bile 4 özgürlüğün Türk vatandaşlarına da tanınmasının Türk-Yunan dengesinin korunması ve adadaki Türk varlığının devamı açısından ne denli yaşamsal önemde olduğunun kanıtıdır.

Ne acıdır ki Akıncı, şu ana kadar onların bu açıklamalarına tepki göstermemiş ve "Türk vatandaşlarına 4 özgürlüğün tanınması, Türk-Yunan dengesinin ve iki kesimli-iki toplumlu, iki eşit-egemen kurucu devlete ve eşit egemenliğe dayalı bir çözüm için yaşamsal önemde bir kırmızı çizgimizdir" dememiştir.

Bunu diyemeyen bir kişinin masada Türk Halkının, Türk ulusunun ve Anavatan Türkiye'nin Kıbrıs'taki meşru hak ve çıkarlarını savunduğu söylenemez.

Türkiye, Türk ulusu, KKTC ve Kıbrıs Türk Halkı, Akıncı'nın Rumlarla birlikte kurduğu tuzaklara karşı çok uyanık olmak, garantörlük ve 4 özgürlükten asla milim taviz vermemek, iki devletli çözüm kabul edilmeden yeni bir müzakere süreci tuzağına düşmemek, görüşmelerdeki karartmanın kaldırılmasını talep etmek, kapalı kapılar ardında verilen tavizlerin neler olduğunu öğrenmek ve bu tavizleri geçersiz ilan etmek zorundadır.

Crans Montana Sürecinin Çökmesinden Sonra Durum

Crans Montana’da federasyon arayışlarının çökmesinden sonra, Türkiye ve KKTC’nin siyasi eşitliğe ve garantörlüğe dayalı federasyon modeli yoluyla, Kıbrıs’ta Yunanistan lehine bozulan Türk-Yunan dengesini yeniden tesis etme yönündeki çabaları başarısız olmuştur.

Bu durumda mevcut tablo şöyledir:
Rum tarafı, Yunanistan’ın yardımlarıyla silah zoruyla ele geçirdiği Kıbrıs Cumhuriyeti’ni, yüzde yüz Rumlardan oluşan bir Rum devleti olmasına ve Kuzeyde egemenliği olmamasına karşın, tüm Kıbrıs adına AB’ye tam üye yaparak konsolide etmiştir.

Bu durumda AB içinde iki Yunan devleti yer almaktadır.

Rum yönetimi Yunanistan ile yaptığı savunma işbirliği anlaşması çerçevesine geliştirdiği ORTAK ASKERİ DOKTRİN çerçevesinde Yunanistan’a Baf’ta askeri üs vermiştir. Mari’de ise deniz üssü sağlamıştır. On binlerce Yunan askeri adada konuşlanmış bulunmaktadır

Rum yönetimi aynı şekilde Fransa ve İsrail ile de deniz ve hava limanlarını askeri üs olarak kullanma hakkı tanımıştır. 

ABD’ye de askeri üs vermek için görüşmeler sürmektedir.

Rum yönetimi Yunanistan ile birlikte Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi dışlamak ve hakkımız olan doğal kaynakları gasp etmek için, Türkiye’ye ait MEB alanlarını işgal etmiştir. Türkiye ve KKTC’ye ait hidro karbon kaynaklarını gasp etmek için askeri ittifaklar yapmaktadırlar. Bu çerçevede Mısır ve İsrail ile MEB Anlaşmaları yapmışlar ve ortak askeri tatbikatlar yapmaya başlamışlardır. En yeni tatbikat önceki gün başlamış ve hala devam etmektedir. 

Bütün bunlar, 1960’da imzalanan Kıbrıs Cumhuriyeti kuruluş anlaşmalarına olduğu kadar Garanti ve İttifak Antlaşmalarına da aykırıdır.

Daha da ötesi, 1923’de Lozan’da tesis edilen ve 1960’da Kıbrıs’a da teşmil edilen Türk-Yunan dengesini Yunanistan lehine bozucu gelişmelerdir.

Türk tarafının bu dengeyi siyasi-egemen eşitliğe ve garantörlüğe dayalı yeni bir federal ortalıkla yeniden tesis etme çabaları çöktüğüne göre, bu dengeyi sağlamak için alternatif seçenekler üzerinde durmak kaçınılmaz olmuştur
 

Seçenekler Ne Olabilir?

Kıbrıs’ta Türk-Yunan dengesini, eşit egemenliğe dayalı yeni bir ortaklık dışında yeniden tesis edecek seçenek, KKTC Devletinin, Rum devletine denk, bağımsız-egemen bir devlet olarak tanınması ve iki devletli bir barış anlaşmasının gerçekleştirilmesidir. Bunun devamı olarak, Rum yönetimiyle Yunanistan arasında yapıldığı gibi KKTC ile Türkiye arasında bir SAVUNMA İŞBİRLİĞİ ANLAŞMASI ve bir de DENİZ-HAVA-KARA ÜSSÜ ANLAŞMASI İMZALANMASIDIR. Bu anlaşmaya dayalı olarak Türk gemi ve uçaklarının adada üslenmesi ve kara kuvvetlerinin de belirlenecek üs bölgelerinde konuşlanmasıdır.

Bunun siyasi alanda devamı olarak, Rum Yönetimi ile Yunanistan arasında olduğu gibi, KKTC ile Türkiye arasında da gümrük birliğinin sağlanarak gümrüklerin sıfırlanmasıdır. Bu çerçevede bir SERBEST TİCARET ANLAŞMASININ İMZALANMASIDIR.

Paralel şekilde Türkiye-KKTC arasında imzalanan Ortaklık Konseyi anlaşması çerçevesinde kurulan ancak AB baskıları nedeniyle dondurulan ORTAKLIK KONSEYİ’nin yeniden canlandırılmasıdır.

Ancak bunların yapılmasıyladır ki, şu anda Yunanistan lehine bozulan Türk-Yunan dengesi yeniden tesis edilebilir.

Dolayısı ile Türkiye’nin TANINMA, İKİ DEVLETLİ BİR ÇÖZÜM VE TÜRKİYE’YE KKTC’DE DENİZ, HAVA ,KARA ÜSLERİ VERİLMESİNİN çok geçerli bir hukuki zemini vardır.

Bu zemin 1923 Lozan Anlaşması ile tesis edilen, 1960 Anlaşmaları ile Kıbrıs’a da teşmil edilen ancak son iki yazımda da belirttiğim şekilde Yunanistan lehine bozulan Türk – Yunan dengesinin, Lozan Anlaşması gereği olarak, 1960 Garanti ve İttifak Antlaşması uyarınca yeniden tesis edilme zorunluluğudur. 

Bir başka deyişle Kıbrıs’ta Türk-Yunan dengesinin yeniden tesisi iki uluslararası anlaşmanın, yani Lozan Anlaşması ile 1960 Anlaşmalarının ve Garanti ve İttifak Antlaşmasının gereğidir.  
Türkiye son 50 yıldır, bu dengeyi siyasi eşitliğe, egemen eşitliğe ve garantörlüğe dayalı yeni bir federal ortaklık zemininde tesis etmeye çalışmıştır. Ne ki Rum-Yunan tarafı buna fırsat vermemiştir. Vermedikleri gibi, son yıllarda attıkları yeni adımlarla bu dengeyi lehlerine olarak daha da bozmuşlardır. Bu nedenle bu dengeyi tesis etmek için Türkiye’ye başka hiçbir alternatif bırakmamışlardır. Türkiye, Lozan Anlaşmasının, 1960 Anlaşmalarının ve Garanti ve İttifak Anlaşmasının verdiği yetkiye dayanarak, onların yaptıklarının aynısını yapıp bu dengeyi kurmak zorundadır.

Bu, Kıbrıs Türk Halkının ve KKTC’nin güvenliği için olduğu kadar, Türkiye’nin güvenliği için de, Doğu Akdeniz’deki doğal kaynaklar üzerindeki meşru hak ve çıkarlarımızı korumak için de zorunludur.

Türkiye ve KKTC’nin bu yönde atacağı adımlar yukarıda izah ettiğim hukuki çerçeve içinde rahatlıkla savunulabilir. Bu yeni adımların uluslararası hukuk nezdinde meşru yasal dayanakları vardır. O nedenle atılacak yeni adımlar, diğer hususlar yanında, bu hukuki çerçeveye dayalı olarak da savunulmalı ve Türkiye’nin tek amacının Lozan’da tesis edilen ve 1960’da Kıbrıs’a da teşmil edilen Türk-Yunan dengesini yeniden tesis etmek olduğu hukuki gerekçeleriyle ortaya konmalıdır.

 

Yorumlar