Özdemir Akbal Özdemir Akbal @ozdemirakbal

İdlip Olayı Nasıl İncelenmeli?

14 Eylül 2018
İdlip Olayı Nasıl İncelenmeli?

İdlip, Suriye İç Savaşının düğüm noktası olarak nitelendiriliyor. Eğer bir çatışmayı sadece eline silah alan grupların birbiri ile müsademesi olarak tanımlayıp ekonomik, siyasi boyutunu bir kenara koyarsanız ve bunun üzerine uluslararası kamuoyu kavramını görmezden gelerek bir sonuca ulaşmaya çalışırsanız yerden göğe kadar haklı olursunuz. Ancak bu durum helva yaptığını iddia edip de içine un ve yağ koymamak gibi bir şeydir. Yani olayın bileşenlerini eksik ele almış ve yanlış tahlil etmiş olursunuz. Dolayısıyla meselenin serim düğüm noktası İdlip gibi nakledilmesinden çok daha geniş çaplı bir sorun alanı ile karşı karşıyayız.

Fransa Dışişleri Bakanı Jean Yves Le Drian geçtiğimiz günlerde Esad savaşı kazandı ama barışı kazanamadı dedi. Aslında bu durum da tam olarak II. Dünya Savaşı Sonrası dönemde değişen sistemik uluslararası politika ortamının tanımlamasıdır. Yani mesele sizin savaşı kazanmanız ile tek başına açıklanamaz. Bu arada Esad'ın savaşı kazandığı konusunda da hayli ciddi şüphelerim olduğunu da belirtmek isterim. Neyse bu başka bir konu. 

Gelelim Fransa Dışişleri Bakanının yaptığı açıklama üzerinden aslında ne demek istendiğine. Bundan yaklaşık elli yıl önce Kenneth Waltz kitaplaştırdığı doktora tezinde “Savaşı kim kazandı demekle Los Angeles depremini kim kazandı demek arasında bir fark yoktur” görüşünü öne sürmüştür. Daha sonra Güç Politikası konusunda önemli bir esere sahip olan Martin Wight ise güç yönetiminin sadece askeri kuvvet sevk ve idaresi ile gerçekleşmekten çok uzak bir kavram olduğunu ayrıntılı bir şekilde gözler önüne serdi. Edward Hallett Carr da 1939 gibi çok erken sayılacak bir dönemde güç üzerinden kanaat kavramı ile askeri gücün yegâne güç şekli olmadığını ifade etmiştir. 

Özet olarak şunu söyleyelim; on bombası olan beş bombası olandan üstündür ve kesinlikle kazanır gibi bir önerme hayli çarpıktır. Buna ek olarak askeri operasyonlarda üstünlük sağlayan da çatışmayı kazanmaz. Yani gücün uygulanabilir halde olması için ekonomik üstünlüğü ya da yönlendiriciliği ele almanız gerektiği gibi askeri ve ekonomik gücünüze dayalı olarak kendi lehinizde bir de kanaat üretebilmeniz gerekmektedir. 

Yani Esad'ın bir askeri üstünlük sağladığı ifadesi hayli tartışmaya açık olduğu halde, bir an için durumun böyle olduğu kabul edilse bile, diğer faktörlerin eksikliği Esad'ın herhangi bir kazanıma sahip olmadığını göstermektedir. Tabii burada Arap Baharı sürecinde halk ayaklanmaları ile devrilen liderler ile bir karşılaştırma yapılarak; Esad'ın böyle bir şekilde katledilmemesi yahut şimdilik Rusya Federasyonu silahlı kuvvetleri ve İran destekli milis yapıların Esad yerine savaşarak, mevzii kazanımlar elde etmesi savaşın kanılması olarak tanımlanabiliyorsa ne alâ… 

Bir devlet organizasyonunun oluşumu ve sürdürülebilirliği için gereken asgari mutabakat da bir başka sorun şu anda Suriye'de… Esad'ın başta Rusya Federasyonu olmak üzere İran İslam Cumhuriyetinden aldığı askeri desteğe nazaran her iki devlet de dönüşüm sürecini kendi lehine kurgulamak için adımlar atma çabasında. Şu gözden kaçırılmamalı ki Rusya Federasyonu, Golan Tepeleri hususunda Şam idaresinin İsrail lehine adımlar atmasını sağlarken İran İslam Cumhuriyetinin İsrail ile olan ilişkilerini anlatmaya da gerek yok sanırım. Dolayısıyla Esad'ın bu iki destekçisi arasında da çıkarları uyuştuğu müddetçe bir ilişki olduğu açık. Böylece muhtemel bir hükümet oluşumu ve bu oluşum sürecinde hangi grup ya da grupların temsil edileceği hususu çoğu zaman medyatik ortamlarda adeta muhteşem ikili gibi gösterilen, Rusya Federasyonu ve İran İslam Cumhuriyeti arasında önemli bir sorun alanını oluşturacağı gibi Esad'ın da kimden yana nasıl tavır takınacağı önem arz ediyor. 

Elbette sahada bir de ABD var önemli aktör olarak… ABD PYD terör örgütünün önemli bir destekçisi ha bu arada ABD PYD'yi destekliyor öyleyse tek çare Rusya Federasyonudur görüşünü savunanlara Rusya Federasyonunun PYD desteğini sessiz ve derinden götürüp götürmediği sorusunu sorup cevabı vicdanlarına bırakıyorum. Türkiye'nin tezleri özellikle Esad'ın gitmesi konusunda ABD ile uyum sağlarken, PYD terör örgütü konusunda tartışmasız bir şekilde çatışıyor. Artık sekizinci yılına girmeye aylar kala Suriye İç Savaşındaki aktörlerin ilişkileri görüldüğü gibi hayli karışık. 

Bu karışıklık sistemik uluslararası politika yapısını papatya falı bakan genç âşıklara benzer şekilde seviyor, sevmiyor şeklinde açıklayanlar için geçerli elbette.  Oysa, meseleyi devletlerin kendine yardım ilkesine dayalı olarak devletler uzlaştıkları noktalarda işbirliği halindedir, uzlaşamadıkları noktalarda ise çatışma halini kabullenirler diye ele alanlar için karmaşa daha düşük seviyede. Çünkü devletlerin nihai düşmanlıkları da dostlukları da yoktur. 

Bu çerçevede “kazanan” Esad, uluslararası bir konferans süreci neticesinde bir dönüşüm sürecine razı olmak zorunda kaldığında, gücün kullanımının önemli iki noktası; güç üzerinden kanaat üretimi dolayısıyla ortaya çıkan Esad karşıtlığı ve ekonomik kaynak eksikliği yüzünden hayli zayıf bir şekilde masaya oturacak. Büyük ihtimalle de tam da bu yüzden ülkeyi “demokrasiye” geçiren lider sıfatı ile koltuğunu bırakacak. 

Bu aşamada Almanya ve Fransa gibi Avrupa'nın önde gelen devletlerinin, askeri katılımı yok denecek kadar az olsa da ekonomik yeniden yapılanma sürecinde ABD ile aynı çizgide olduğunu göstermeye sanırım gerek yoktur. Dolayısıyla yukarıda özetlemeye çalıştığım güç kullanımı aşamalarında en az askeri güç kadar önemli olan ekonomik gücün kullanılması hususunda Esad ve destekçilerinin elinin avantajlı olduğunu söylemek mümkün görünmüyor. İşte tam da bu sebepten dolayı Esad kazanmadı ve bir dönüşüm süreci sonrası gidecek.

Yorumlar