Özdemir Akbal Özdemir Akbal @ozdemirakbal

Suudi Arabistan Yönetim Değişikliği ve Muhtemel Etkileri

10 Kasım 2017
Suudi Arabistan Yönetim Değişikliği ve Muhtemel Etkileri

Suudi Arabistan, Türkiye'de üzerinde fazlaca kafa yorulmayan ama hem bölgesel hem de küresel ölçekteki olaylarda hayli etkili bir ülke. Türkiye'den bakıldığında bir grubun görmezden geldiği bir başka grubun ise dinimizin kutsal mekânlarının bulunması ve peygamber efendimizin doğduğu topraklar olması hasebiyle yönetimine olağanüstü bir kutsiyet atfettiği ülke… Aslında politolojinin her alanında olduğu gibi dış politika alanında da buz gibi bir bakış gerektiriyor analiz. Bu saydığım sebeplerden dolayı ya çok uzak duruldu Suudi Arabistan incelemesinden ya da şu anda başta olan Suud aşiretine olağanüstü bir önem atfedildi. Ancak bir türlü uluslararası politikadaki konumu ve ABD ile olan ilişkileri açısından kelam etme ihtiyacı hissedilmedi bu ülke hakkında.  

Muhtemel etkilerden başlayalım, yazının devamında açıklayacağım gerekçelerle Suudi Arabistan bir yönetim değişikliğine gidecek. Büyük ihtimalle de bu değişim şu an veliaht olan ancak yakın bir zamanda krallık tahtına oturacak olan Prens Salman eliyle gerçekleşecek. Bu değişimde ülkenin bölünmesinden ziyade, Batı Yarıküre çıkarlarına çok daha uygun ve net politikalar üreten bir ülkenin ortaya çıkması ihtimali hayli yüksek. Zira ABD bu ülkenin tabir yerindeyse hücrelerine kadar tesir etmiş bir devlet. Dolayısıyla dönüşümün kontrollü olması hem güvenlik politikaları hem de ekonomi açısından önemli ve birinci şart. Bir tahminim daha var; Suudi Arabistan'ın ılımlı İslam demesi çevre ülkelerinin daha da seküler bir hale gelmesine sebep olacak. Zira Vahabi görüşün temelinde gerçekleşen radikal terör bu yaklaşımdan dönülmesi ile hayli etki kaybetme ihtimaline sahip olduğu gibi ekonomik imkânına dayalı olarak görüş ihraç etme çabasında olan Suudi Arabistan'ın da bir ihraç malını elinden alacak gibi duruyor. Gelelim Suudi Arabistan'ın kader arkadaşı, yoldaşı ve bugünkü politik değişiminde etkili olan ABD ile ilişkilerine…

ABD-Suudi Arabistan ilişkileri moda tabirle tam bir stratejik ortaklık ifadesinin vücut bulmuş hali. Yani iki ülkenin değerlerine baksanız; iki dünya bir araya gelse birleşmeyecek iki ülke… Ama uluslararası politika analizinin sihirli iki kelimesi güç ve çıkar bu ülkeleri birlikte politika tayin edecek hale getiriyor. Bu ilişkinin kritik noktası ise petrol. Bunun tartışılır fazla bir yanı yok. Ancak yapılan basit analizlerdeki gibi “ABD petrole ihtiyaç duyuyor dolayısıyla da Suudi Arabistan ile ilişkilerini devam ettirmek zorunda” ifadesine benzer bir şekilde yapılan yorumlar hayli eksik kalıyor. ABD'nin günlük petrol üretimi Suudi Arabistan'ın üretiminden yaklaşık iki milyon varil daha fazla, yani ABD 12 milyon varil civarında ham petrol üretirken, Suudi Arabistan 10 milyon varilde kalıyor. Aslında ABD dünyanın petrol zengini ülkesi… Bir not daha düşelim buraya, vefat eden Suudi Kralı Abdullah'tan ABD Başkanı Obama Suudi Arabistan'da petrol üretiminin günlük 10 milyon varilin üzerine çıkarılmamasını rica etmişti. Rica! derhal kabul edilip yerine getirildi. 

Biraz hatırlatalım bu Obama, Türkiye'de “Obama Orta Doğu'da çok pasif kaldı çook!” konulu derin analizlere meze olan ABD başkanı. Buralarda “Orta Doğu” analizleri tüfenk patlatılmadan yapılmaz. Yani örtülü operasyonlar ve ekonomik müdahaleler “Orta Doğu” analizine dâhil değildir. Çünkü biz “milletçenek” aksiyon sevdiğimiz için illa Rambolu, Şıvarzenegerli, bombalı mühimmatlı işler olsun isteriz. Bu ekonomik kontrol ve baskı bile aslında ABD-Suudi Arabistan ilişkileri bağlamında Vaşington'un ne denli baskın bir karaktere sahip olduğunun göstergesi. ABD, Suudi Arabistan'ı devlet yapan devlet. Tüm kritik bakanlıkları, petrol firması, istihbarat hizmetleri neredeyse ABD'nin olmadığı bir yer yok gibi… Tabii hiçbir ilişki dikensiz gül bahçesi değil dolayısıyla; ABD-Suudi Arabistan ilişkisinin de sorunları var. Burada en büyük sorun 1979'da başlayan Mücahitlerin desteklenmesi operasyonu ile gün yüzüne çıktı. Muhammed bin Suud ile Muhammed Abdül Vahab'ın 1744'te kurduğu koalisyonla bu günkü sonuçlarına ulaşan Suudi Arabistan, bölgesinde Vahabi yaklaşımın da merkezi haline gelmiştir. SSCB'nin çevrelenmesi için yaklaşık iki yüzyıl sonra son derece kullanışlı bir hale gelen bu yaklaşım daha sonra 11 Eylül 2001'de ABD'nin başına dert olmuştur. Bu süreç amiyane tabir ile Amerikalı güvenlik bürokratları ve siyaset yapıcıların Hanayı Konyayı anladığı dönemdir. 

Suudi Arabistan, ABD ile yaptığı önemli işbirliğine rağmen sosyal kesimlerinde önemli bir seviyede radikallere sempati duyan hatta bizatihi katılan bir ülkeyi de ifade etmektedir. Rakamlar çeşitli kaynaklara göre değişiklik arz etmekle birlikte, Suudi Arabistan vatandaşları IŞİD'e katılım sıralamasında ilk iki ya da üçün içinde bulunmaktadır. Bu noktada adı geçen terör örgütüne ilk üç sırada katılım sağlayan ülkelerden biri de Rusya Federasyonu'dur. Şu ayrımı hemen yapmak gerekiyor, katılım sağlayan vatandaşlar ile terör örgütü ile mücadele eden devletler iki ayrı seviyede ele alınmalı. Yani bir ülkenin vatandaşının katılım sağlaması o ülkenin IŞİD ile mücadele etmediği anlamına gelmiyor ki; bunun en önemli örneği de Rusya Federasyonu. Bu durum bile eski diye görmezden gelinmeye çalışılan sistemik uluslararası politika teorisinin geçerliliğini koruduğu ve sorunların en önemli çözüm girişimlerinin devlet bağlamında gerçekleştirildiğinin bir işaretidir. İşte bu gelişmeler ABD-Suudi Arabistan ilişkisi bağlamında ortaya çıkan sorunun temelini oluşturmakta, Amerikalılar Suudi Araplara mütemadiyen terör örgütlerinin finansmanı ve insan kaynağının sağlanmasının engellenmesine dair baskılar yapmaktadır. 

IŞİD meselesi ile durum artık sürdürülemez bir hale gelip öte yandan da İran'ın önemli başarısı karşısında çaresiz kalınması Suudi Arabistan devlet politikasında önemli bir dönüşümü zorunlu kılmıştır. Veliaht Prens Salman'ın artık ılımlı İslam'a döneceğiz açıklamasının arkasında bu geçmiş yatmaktadır. Bir dönem Türkiye'deki basında allandırıp pullandırılan Suudi Arabistan İslam Ordusu kurdu, kuruyor ve hatta kuracak başlıkları da bu ilişki bağlamında radikal terör ile ilgili olarak bölge ülkelerinin koordine edilmesinin son derece amatör bir çabasıydı. Hadi biraz o vakitlere dönelim ve 1 Ocak 2015'te bu köşede Arap Yarımadasından ABD'ye başlığıyla çıkan yazıma bir göz atalım…

“Dışişleri Bakanlığından Suudi Arabistan'ın teröre karşı oluşturduğu koalisyona her şekilde katılacağız açıklaması adeta bir açık çek. Henüz ortada teröre karşı koalisyonda bulunduğu ya da bulunacağı iddia edilen ülkelerin imzaladığı bir mutabakat yok. Yani hangi ülke kime neden ve ne şekilde terörist diyor bilmiyoruz. Anlıyorum terörist deyince bir şekil canlanıyor gözümüzde mesela benim gözümde canlanan siyah tulumlu, siyah bereli, sakallı, haki renkte hücum yelekli bir adam IŞİDçi oldu benimki. Ya sizinki? Bizim gözümüzde canlandığı gibi resmi tanımlamada da terör konusunda bir mutabakat yok. Yani birinin terörist dediğine diğeri özgürlük savaşçısı diyebiliyor ya da hiç ses çıkarmıyor. Ses çıkarmıyor demişken, teröre karşı İslam ordusu kurarak bir koalisyon oluşturan Suudi Arabistan'ın ya da askeri işbirliği içinde bulunduğumuz Katar'ın PKK denen eli kandı bölücü örgütü kınayan açıklamalarına rastlanır mı? Cevap galiba hayır. Hani biz her şekilde katılacağız koalisyona da koalisyon daha mutabakatı imzalamamış sanırım. İyi de ne bu acele? Yani Allah aşkına otuz küsur yıllık terörle mücadele deneyimi olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin bir personeline Katar ya da Suudi Arabistan ya da Bahreyn ordusu personeli ne öğretecek? Pek öğretecek bir şeyi olmaz. Ya bizim askerimizin onlara öğreteceği çok şey var. İyi güzel karşılığında ne alınacak o belli değil. Şu aşamada ver ama alma alır gibi yap anlaşması demek mümkün görünüyor bilinenler ışığında.” demiş ve şöyle bitirmişim yazıyı;

 “Petrol fiyatlarının düşürülmesi dolayısıyla geliri önemli derecede petrol ve doğalgaz satışına bağlı olan Rusya'nın ekonomik olarak çevrelenmesi demek. Bu politika dolayısıyla Suudi Arabistan'da zarar görüyor bütçe açığı 98 milyar dolar oldu ülkenin. IMF uzmanları bu şekildeki bir gidişle önümüzdeki beş yılda Suudi Arabistan'ın önemli ekonomik sorunlarla yüzleşme ihtimalinin çok yüksek olduğu yorumunu yapıyorlar. Çünkü Suudi Arabistan'ın reel ekonomiye yani katma değerli ekonomiye dayalı bir sistemi yok. Katar da benzeri bir durumda. Yani aslında her şekilde katılırız dediğimiz ve adı sanı konmamış bir içeriği olan girişimlerin sahiplerini çok sıkıntılı dönemler bekliyor ve biz kerameti kendinden menkul gerekçelerle büyük bir hevesle imzaları atmaya devam ediyoruz. Bu satırların sahibi 27 Mayıs 2013'te Esat gider ama bir askeri operasyonla değil bir dönüşüm hükümeti kurulması yoluyla ve itibarını kaybetmeden Rusya ve İran'ın desteğiyle gider dediğimde de çok kızdılar. Ama gelinen durum ortada. Umarım ki iki yıl sonra da Allah ömür verirse iki yıl önce ben benzeri şeyleri yazmıştım demek zorunda kalmam ve inşallah yanılırım.” 

Üzerinden iki yıl geçti bu yazının… 

Yorumlar