Özdemir Akbal Özdemir Akbal @ozdemirakbal

Astana Yolunda

06 Ocak 2017
Astana Yolunda

Mart 2011 tarihi itibarıyla başlayan Suriye süreci bir iç savaşa dönüşüp pek çok cana mal olduktan sonra kırılgan bir ateşkes anlaşmasıyla çözüm arayışlarının yoğunlaştığı bir zemin oldu. Söz konusu ateşkes Moskova'da Rusya, Türkiye ve İran'ın katılımıyla gerçekleşen bir toplantı sonrası imzalanan sekiz maddelik bir mutabakatla sağlandı. Rusya Esad rejiminin kontrolörü, Türkiye Esad muhaliflerinin kontrolörü ve İran da Esad destekçisi milis yapının kontrolörü olarak ateşkesin önemli üç aktörü pozisyonunda bulunuyor.


Bu noktada ateşkesin kırılganlığı meselesine dikkat çekmek gerekiyor. Zira bugüne kadar yapılan muhalif ya da rejim operasyonlarını bir köşe kapmacaya benzeterek masaya oturana kadar geçecek sürede en iyi yerde olma çabası olarak açıklamaya çalışmıştım. Ancak şu an Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'nun açıklamalarından İran'ın milis güçleri kontrol edemediği yahut kontrol etmediği ortaya çıkıyor. Moskova mutabakatının bir tarafı olarak İran'a büyük bir görev düşüyor ve Çavuşoğlu'nun açıklamalarının Tahran tarafından dikkate alınması hayli önemli bir durum.


Bunun yanı sıra halen Esad'ın masada olması dolayısıyla Astana görüşmelerine mesafeli yaklaşmaya çalışan bir muhalif grubun varlığı da aşikâr. Bu gruba da Türkiye tarafından, Esad'ın Rusya tarafından da desteklenen meşru bir aktör olduğu ve dönüşümün ancak diplomatik yollarla olacağı aktarılmalı. Ve tabi bir diğer taraf Rusya… Esad'ın Halep konusundaki stratejik ilerleyişinin mimarı ve destekçisi olarak, Şam'a; artık bu sürecin daha fazla sürdürülebilir olmadığını ifade etmesi gerekiyor. Bu temel aktörlerin ateşkes anlaşmasının garantörleri tarafından kontrol edilebilme derecesini de göstereceği için önemli bir aşamayı oluşturacak. Bu süreç aşılırsa Astana görüşmeleri başlar ve hatta belki de bir sonuç alınabilir. Bu aşamaya kadar işin uluslararası siyaset boyutu tartışıldı. Suriye meselesinin bir de bu vakte kadar yapılan politika hataları dikkate alınmadığı için iç güvenlik boyutuna evrilen bir hali de var. 


Türkiye'nin iki iç güvenlik meselesi var biri IŞİD diğeri ise bölücü terör örgütü. Türkiye IŞİD ile çatışıyor… Bu özellikle Ağustos 2016'dan itibaren hayli yoğun bir hale dönüştü. Ancak ABD Mart 2015'ten itibaren sınırın açık olan 98 kmlik kısmını kapatmalıyız çağrısını yapıyordu. Bu aşamada Türkiye'nin daha az faal ve kaygılı davrandığı açık. ABD eski Dışişleri Bakanı John Kerry bu hattın kapatılması için bir hayli fazla çağrıda bulunmuştu. Bundan sonra Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından gerçekleştirilen IŞİD harekâtı ise bir müddet sonra YPG'nin ABD tarafından desteklenmesi noktasında sıkıntı yaratma ihtimaline dayalı olarak Washington'da rahatsızlık yaratmış durumda. Savunma Bakanı Işık yaptığı açıklamada ABD ile olan gergin ilişkiler ve IŞİD karşıtı operasyonda koalisyondan etkin hava desteğinin alınamayışının İncirlik Üssünün kullanımı konusunda düşünce yarattığını belirtti. Güzel bir iç politik mesaj. Ancak uluslararası karşılığının bir hayli düşük olacağı gerçeğini göz ardı etmemek lazım. ABD, Trump'ın 23 Ocak 2016'daki yemin töreninden sonra sahalara geri dönecek. Unutmamak lazım ki, Trump'ın Savunma Sekreteri adayı eski CENTCOM komutanı James Mattis ve ABD Suriye politikasının bu gidişata sahip olmasının mimarları arasında. Yani batı cephesinde yeni bir şey yok! Dolayısıyla Türkiye - ABD ilişkileri bir süre sonra seyrine oturmak durumunda. İki ülke çıkarları açısından bu gerekli. Bu seyre oturma durumu Türkiye'nin Rusya ile arasını da bozmayacak, zira ABD-Rusya ilişkileri de ılımlı bir halde devam edecek en azından Suriye hususunda. IŞİD meselesi de ortak düşman olduğu için çevrelenebilir bir halde tutulacak. Türkiye'nin asıl problemi, anlatmakta hayli yalnız kaldığı bölücü örgüt bağlısı PYD ve onun silahlı kanadı YPG… 


Türkiye büyüyecekken bazı örgütler kullanılarak önü kesiliyor, engelleniyor söylemi iç politikada bir karşılık bulabilir. Ancak bu söylemle dış politik argümantasyonun kurgulanması mümkün görünmüyor. YPG meselesi de bunlardan biri. Astana görüşmesinin gerçekleşmesi Türkiye'nin PYD meselesini ve onun silahlı kanadı YPG'yi masaya getirip taraflara anlatabilmesi açısından da hayli önemli. Yani özet olarak Astana gerçekleşmeli ki Türk tarafı da tezlerini dile getirsin. Zira bu sefer tüm tarafların temsilcileri masada olacak ve bölgedeki aktörlere laf anlatılacak. Bu noktada Rusya'nın Halep'te Şeyh Maksut mıntıkasında inzibat uygulamaları yaptığını ve bu uygulamaların aynı zamanda YPG'nin menfaatine bir işlem olduğunu da hatırlatmakta fayda var. İnzibat faaliyeti, bölgenin güvenli hale gelmesinden sonra güvenlik altında tutulabilmesi için yürütülen bir askeri kolluk uygulamasıdır ki; tali birliklerin sahada olması da muharip birliklerin işini yaptığını gösterir. Bunun yanı sıra gerçekleşen güvenlik uygulamaları ile YPG varlığı da emniyet altına alınmaktadır. Bu durumun Rus tarafına layıkıyla belirtilmesi gerekiyor. Astana'nın ana aktörlerinden İran da terör örgütünden PJAK dolayısı ile çekmiş bir devlet. Hatta 2008'e kadar Türkiye-İran ortak operasyonları da düzenleniyordu zaman zaman. Dolayısıyla Tahran'dan gelecek yetkililere bu konunun anlatılması Türkiye'nin yeniden rayına giren Suriye politikasından daha kolay olacaktır. Eğer Türkiye tarafı bunu da başarıp YPG meselesinde bir mutabakat sağlarsa iç güvenlik harekâtı için de çok önemli bir stratejik mevzi kazanmış olacak. 


Bütün bu sebeplerden dolayı Türkiye gerekirse bir mekik diplomasisi atağı başlatarak Astana görüşmelerine kadar tarafları ve kontrolörü olarak kabul edilen grupların temsilcilerini masaya oturtmak ile uğraşmalı ve kendi kontrolü altındaki grupları da sıkı sıkıya tutmalı. Astana da anlatılacak ve kabul ettirilecek olan çıkarlar Türk Devletinin geleceğini de aynı zamanda tayin ve temin edecektir. Türkiye'yi dünya da istemiyorlar; tam gelişeceğiz önümüzü kesiyorlar görüşleri için bir açıklama; bu devlet, hiç kimsenin ummadığı biri tarafından, hiç kimsenin ummadığı bir zamanda ve hiç kimsenin ummadığı bir yöntemle kuruldu. Elbette düşman çok. Ancak başarısızlığın mazereti olamaz! Unutulmasın Sevr imzalandıktan sonra Lloyd George İngiliz parlamentosunda Türkleri Anadolu bozkırında çevrelenmiş bir şekilde mi tutalım yoksa Türkistan steplerine geri mi sürelim derken; Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları yokluklar içinde bunu başardıysa kimsenin bu geniş imkânlar ve başımızda bir devlet yapısı bulunduğu halde mazeret üretme hakkı olamaz. 

Yorumlar