Özdemir Akbal Özdemir Akbal @ozdemirakbal

Arap Yarımadasında Neler Oluyor?

30 Eylül 2016
“ Kuveyt Dışişleri Bakanı Sabah, İsrail ile bir istihbarat paylaşımında bulunmadıklarını belirten bir açıklama yaptı. Bir başka okuma ile soralım neden böyle bir açıklama yapılır? Tabii ki bu iddialar ayyuka çıktığı için yapılır. „

Arap Yarımadasının en büyük gelir kapısı, petrol ve petrol ürünleri. Dünyanın en önemli petrol üreticilerinden biridir Suudi Arabistan. Dünya Kuveyt'e Saddam Hüseyin girdi diye ayağa kalkmıştı. Amerika liderliğinde oluşturulan koalisyon 1990'lardan itibaren bu bölgede cirit atıyor…

Katar önemli bir doğalgaz üreticisi. Hatta Rusya ile aramızın kötü olduğu dönemde önemli bir alternatif olarak sunulmuştu Türk kamuoyuna da bizler de sormuştuk o doğalgaz depolama alanları olmadan nasıl verimli bir şekilde tüketilecek diye. Şimdi bunların bir başka ortak özellikleri var dünyanın en önemli enerji kaynaklarından birine sahip olmanın dışında. Arap Yarımadasında özellikle Basra Körfezine kıyısı olan emirlikler daha 19. Yüzyılın ikinci yarısında anlaştı İngilizlerle. Bu anlaşmanın temelinde de genel olarak İngilizlerin 19. Yüzyıl itibarıyla keşfetmeye başladığı petrole erişim, söz konusu emirliklerin de başta Osmanlı Devletine karşı korunması vardı. Kısaca bu ülkelerin göbeği zaten batılı devletlerle kesildi. Bu yüzden yazdım bu paragrafı küçük bir bilgi olsun diye.

Gelelim günümüze… Şimdi İngiltere'nin yerini sahada görünür bir şekilde ABD almış durumda. Özellikle II. Dünya Savaşı sonrası bu durum daha da belirgin bir hal aldı. Ancak bu ilişki son derece garip bir içeriğe sahip. SSCB işgali döneminden beri mücahitlere verilen destekle başlayan strateji dün (28 Eylül 2016 Çarşamba) itibarıyla Senato onayı ile Suudi Arabistan'da dava açılması ihtimalini ortaya çıkardı. Bu ihtimal ne kadar gerçekleşir, bir mağdur aile böyle bir işe girişir mi bilinmez ama bu kararın ortaya bir gerginlik çıkarma ihtimali yüksek görünüyor. Zira İran'ın ABD tarafından daha toleranslı bir şekilde karşılanmasından beri İsrail, Suudi Arabistan, Kuveyt ve Katar gibi bölgenin önemli güçleri düşük tonlu da olsa bir muhalif davranış sergiliyor. İsrail ile Suudi Arabistan'ın, İran'ın bölgedeki faaliyetlerinden rahatsızlık duyarak ortak güvenlik görüşmeleri gerçekleştirdiği haberleri geliyor.

Bunun yanı sıra bugün (29.09.2016 Perşembe) Kuveyt Dışişleri Bakanı Sabah, İsrail ile bir istihbarat paylaşımında bulunmadıklarını belirten bir açıklama yaptı. Bir başka okuma ile soralım neden böyle bir açıklama yapılır? Tabii ki bu iddialar ayyuka çıktığı için yapılır. Bölgedeki ortak sorunun hem İsrail hem de diğer Arap devletleri için İran olduğu dikkate alınacak olursa böyle bir refleksin ortaya çıkarak kapalı kapılar ardında güvenlik toplantılarının yapılması da son derece normaldir. Zira tüm gerginlere rağmen ABD-İsrail ilişkileri sembiyotik bir yapıdadır. Yani birbirinden ayrılmaz ve karşılıklı olarak faydaya tabi bir şekildedir. İsrail'in bölgedeki bu stratejik konumu dikkate alınarak ABD'nin diğer Arap ülkeleri olan ilişkilerine bakmak gerekir.

11 Eylül yasası sayesinde saldırıları gerçekleştiren 16 Suudi Arap vatandaşı hava korsanı nezdinde Suudi Arabistan devletini dava etme yolu açılsa da ABD-Suudi Arabistan ilişkilerinin güvenlik ve ekonomik boyutu dikkate değer bir seviyede devam ediyor. Ayrıca İsrail de çok ortaya konmayan bir başka birleştirici unsur olarak duruyor ortada. Zira dediğim gibi İran konusunda ABD bir yumuşama dönemine girse de bölgedeki önemli iki müttefiki İsrail ve Suudi Arabistan aynı görüşte değil. Suudi Arabistan'ın sahip olmadığı bir görüşe Katar, Kuveyt ve Bahreyn'nin sahip olma ihtimali hayli düşük hatta bunların için Türkiye'yi de katmak mümkün.

Bu işin sadece bir boyutu. Ancak uluslararası siyaset çıkar üzerine kuruludur ve alternatifler daima çıkış yollarını açar. Bu ilkeden hareketle Suudi Arabistan nispi olarak bozulan ABD ile ilişkilerini geçtiğimiz haftalarda Rusya ile prensipte anlaştığı petrol fiyatlarını izleme mutabakatı ile alternatifli hale getirmeye çalıyor. Tabii bunun ne derecede başarılabilir olduğunu zaman gösterecek. Ancak geçmişteki göstergeler bir batı ittifakı üyesi olan Suudi Arabistan'ın böyle bir alternatifi başarılı bir şekilde gerçekleştiremediği ve tekrar ABD liderliğindeki Atlantik ittifakı dengesine döndüğünü göstermektedir. Söz konusu durumun Türkiye'yi ilgilendiren boyutu ise hayli kritiktir. Zira Türkiye, ABD, İsrail, İran, Rusya ve Suudi Arabistan ile çeşitli ölçeklerde ilişkilere sahiptir. Dolayısıyla daha önce sürdürüldüğü gibi ilişkileri akrabalık tanımlamaları üzerinden duygusal bir temelde ele almadan öne devletin bekası ve çıkarlarını koyarak bir denge politikasının yürütülmesi bölgede kartların yeniden dağıtıldığı bu dönemde hayli önemlidir. Aynı zamanda bu tür uluslararası gelişmeleri dikkatten kaçırmadan ve bunun bizim ülkemizle ne ilgisi var gibi dâhiyane soruları akla getirmeden, uluslararası siyaset konjonktürünün bu gelişmelerle oluştuğunu görerek adımlar atılmalıdır.

 

Yorumlar