Emekli Yüksek Mahkeme Başkanı Taner Erginel'in Türkiye Barolar Birliğinin daveti üzerine 15 Şubat 2020'de katıldığı Gazi Mağusa’da yapılan Maraş konulu toplantı için yaptığı çalışmadır.
DÜNYA KAMUOYUNUN BENİMSEDİĞİ İLKELER IŞIĞINDA MARAŞ SORUNUNA ÇÖZÜM BULUNABİLİR Mİ?
Maraşla ilgili ülkemizde bir fikir karmaşası oluşmuştur. Diğer bazı konularda olduğu gibi bu konuda da Türk tarafı haklı olduğu halde görüşlerini anlatamamakta ve dünya kamu oyu önünde haksız duruma düşmektedir.
Maraş sorununun uluslar arası hukuka ve dünya kamu oyunun görüşlerine uygun olarak çözülmesi için formüller bulunamaz mı?
Bildiğiniz gibi dünyamızda PR ( Public Relations ) veya Halkla İlişkiler diye isimlendirebileceğimiz önemli bir kavram ve etkinlik vardır. Tüm devletler bu konuya büyük önem vermekte ve bu sayede dünya kamuoyunu lehlerine çekmeye çalışmaktadırlar. Bu konuda başarılı olabilmek için dünyamızın tarafsız aydınlarını etkileyecek, onların kabul edebileceği görüşler üretmek ve çözümler bulmak önemlidir.
Bu çözümler neler olabilir? Bu soruya yanıt verebilmek için dünyanın tarafsız aydınlarının konuları nasıl değerlendirdiğini öğrenmemizde yarar vardır.
Maraş’ta, mülkiyet konusunda uluslararası hukukun benimsediği, dolayısıyla dünya kamuoyunun ret edemeyeceği bazı ilkelerden hareket etmemiz yararlı olacaktır. Bu ilkelerden biri tapu kayıtlarının aleniliği ve güvenilirliği ilkesidir. Bu ilkeye göre bir ülkede mevcut tapu kayıtlarının doğru olduğu varsayılır ve insanların bu kayıtlara dayanarak işlem yapma hakkı vardır.
Bir insan tapuya gittiği zaman orada gördüğü kayıtları doğru kabul eder. Bu nedenle tapuda işlem yapan kişiye “Bu malda şöyle şöyle sorunlar var. Sen bunları öğrenmeli ve malı almamalıydın” denemez. Bu iddiaya karşı “Ben tapudaki kayıtlara baktım ve ona göre aldım. Gerisi beni ilgilendirmez” diye yanıt verebilir.
Uluslararası hukukun benimsediği diğer bir ilke insanların içinde yaşadıkları ülkenin yasalarına uygun hareket etme hakları olduğudur. Bu nedenle ülke yasalarına uygun hareket eden ve tapuda işlem yapan bir insanın elde ettiği taşınmaz mal daha sonra tartışma konusu olmamalıdır.
Bu ilkeler bizi KKTC yasalarına göre taşınmaz mal sahibi olan bir kişinin mülkiyet haklarının daha sonra tartışma konusu yapılmaması gerektiği sonucuna götürmektedir. Aynı ilkeler Maraş için de söz konusudur. KKTC yasalarına göre mal sahibi olan Türklerin durumu ile Maraşta İngiliz yasalarına göre mal sahibi olan Rumların durumu birbirine benzemektedir. Bir insan içinde yaşadığı ülkenin yasalarına uygun ve tapuya güvenerek hareket etmişse elde ettiği tapular geçerli olmalıdır.
KIBRIS’TA BÜYÜK ANOMALİ.
Kıbrıs’taki büyük anomali Annan Planında ve daha sonra yapılmış müzakerelerde eski Rum tapularının geçerli olmaya devam ettiği, KKTC tapularının geçersiz olduğu ve sadece bir kullanma hakkı sağladığı kabul edilmiştir. Buna göre yeni kriterler ışığında Kuzeydeki mülkiyet durumu yeniden tartışılacaktır. Bu amaçla kurulacak komisyon Kuzeydeki eski Rum mallarının kaderini tayin edecektir.
KKTC deki taşınmaz mallarla ilgili bu ilkenin kabul edilmesine karşılık Maraşta çok daha farklı bir ilke kabul edilmiştir. AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) nin verdiği kararlara göre Maraşta mülkiyet durumu sabittir. Rum tapuları geçerli olacaktır.
BM (Birleşmiş Milletler) in arabuluculuğu ve inisiyatifi ile gerçekleşen müzakere ve anlaşmalarda KKTC tapuları ile Maraş tapuları arasında ciddi bir farklılık ortaya çıkmaktadır. Bu farklılık Kıbrıs Türk halkı aleyhine hakaret sayılabilecek kadar ciddi bir ayırımcılık (diskriminasyon) oluşturmaktadır. BM veya AİHM dünyada Kıbrıs Türk halkı dışında hiçbir halka bu kadar açıkça haksızlık yapmamıştır. Bu farklılık Kıbrıs Türk Halkının kaderini etkileyecek kadar önemli ve vahim sonuçlar doğurabilir.
Vakıflar ve Din İşleri Dairesi (Evkaf), Maraşın vakıf arazisi olduğunu çünkü Ahkamul Evkafa aykırı olarak Rumlara tapu verildiğini iddia etmektedir. Bu iddiaya göre Maraş’taki Rum tapuları geçersizdir. Bu mallar daha önce kayıtlı oldukları Vakıflara ait olmaya devam etmektedir.
Evkafın bu iddiası ne ölçüde tutarlıdır? Bir iddia ilk bakışta çok makul ve haklı görünebilir. Ancak dünya kamu oyunu etkileyen tarafsız ve ciddi hukukçuların görüşü farklı olabilir. Çünkü bu hukukçular bir ülkede uygulanan yasal düzene uygun olarak tapuya gidip işlem yapanların haklı olduğunu düşünmektedirler.
NAMİBYA İLKESİ
Bu konular Uluslararası Mahkemelerde başka vesilelerle de tartışılmıştır. Bu tartışmalardan biri Namibya’daki mülkiyet sorunları ile ilgili olmuştur. Bilindiği gibi Namibya1991yılında özgür bir devlet olmadan önce ırkçı Güney Afrika Cumhuriyetinin işgali altında idi. Daha sonra işgal süresinde özel kişilerin elde ettikleri mülklerin yasal olup olmadığı Uluslararası Adalet Divanında tartışıldı.(Bkz. Uluslararası Adalet Divanı’nın Namibya Davasındaki Tavsiye Nitelikli Görüşü)
Mahkeme , Irkçı Güney Afrika Cumhuriyetinin ve Namibya’yı işgalinin yasa dışı olduğu konusunda görüş oluşturmakta zorlanmadı. Buna rağmen yasa dışı bir rejim altında bile olsa bireylerin elde ettiği hakların geçerli olduğuna ve elde ettikleri mülkiyet haklarını yitirmediklerine karar verdi. Mahkeme haklı olarak bir işgalde devletlerin kusuru olabileceğini fakat bireylerin kusurlu olmadığını dikkate aldı.
İngiliz Mahkemeleri KKTC ile ilgili Hesperides davasında da aynı ilkeyi uyguladılar. Bu dava görüşülürken KKTC henüz kurulmamıştı. Ancak Türk bölgesinde Kıbrıs Türk egemenliği vardı ve Türk yasaları uygulanmakta idi. Türk Yönetimin aldığı kararlarla taşınmaz mallara tasarruf eden kişilerin tasarrufunun yasal olup olmadığı tartışıldı. Lord Denning şöyle dedi: “Tanınsın veya tanınmasın bir bölgenin denetimini elinde tutan otoritenin yasal bir çerçevede orada yaşayan insanlarla ilgili verdiği kararların tanınmasından yanayım. Bu kararlar İngiltere Mahkemelerinde tartışma konusu yapılamaz. ” (Bkz. Hesperides Hotels Ltd. v. Aegean Turkish Holidays Ltd. [1978] Q.B. 205, [1978] 1 All E.R. 277 (A.C);
AİHM in kuzey Kıbrıs’la ilgili dinlediği Loizidou davasında İngiliz yargıç Jambrek de mülkiyet işlemlerini aynı prensip ışığında değerlendirmiştir. Bu davada yargıç Jambrek şöyle demiştir : “Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası kurumlar devletlerarası ilişkilerde, KKTC’nin mevcudiyetini tanımamışlardır. Bunun sonucu olarak KKTC Hükümeti uluslararası hukukun tanıdığı yasaları veya değişiklikleri yapamamıştır. Buna rağmen KKTC yasalarının geçerli olmadığını söylemek doğru değildir. Örneğin bir KKTC yetkilisi tarafından yapılıp tescil edilen evlenme akdinin geçersiz olduğu iddia edilemez. Aynı şekilde kuzey Kıbrıs’ta bireyler arasında yapılan mülkiyet devirlerinin de bir KKTC yetkilisi tarafından tescil edilme koşuluyla yasal kabul edilmesi gerekir.” (Bkz. Loizidou Davası (Esas Karar) Karşı Görüş, para. 5).
Bu görüşler bizi bir hususu düşünmek zorunda bırakmaktadır. Uluslararası hukukta KKTC nin lehinde düşünen hukukçular vardır. Onların görüşleri Kıbrıs sorununu Kıbrıs Türk Halkının lehine çözebilecek ve Kıbrısa sürekli barış getirebilecek görüşlerdir. Bu görüşler ortada dururken Kıbrıs Türk aydınlarının aşırı milliyetçi Rum görüşlerini benimsemeleri ve Kıbrısı yeni maceralara sürükleyecek bir yol izlemeleri hatalı değil mi?
ULUSLARARASI KAMUOYUNUN BENİMSEDİĞİ İLKELERDEN AYRILMA
Uluslararası hukukta KKTC nin yararına olan ilkeler olmasına rağmen bu görüşler Annan Planında ve daha sonra yapılan müzakerelerde dikkate alınmamıştır. Bu nedenle KKTC tapuları geçersiz kabul edilmiştir. Halbuki gerek KKTC tapularının, gerekse Maraştaki tapuların aynı ilke ışığında değerlendirilmesi gerekiyordu.
Öyle anlaşılıyor ki Rum komşularımız ve onların dostu olan çevreler Maraşta uygulamak istedikleri ilkeyi KKTC de uygulama gereği duymamaktadırlar.
Aynı ilkeyi uygulasalar Maraşta Rum tapularının geçerli olduğunu iddia ettikleri anda, KKTC tapularının da geçerli olduğunu kabul etmek zorunda kalacaklardı. O zaman Maraştaki eski Evkaf haklarının göz ardı edilmesini isterken KKTC de eski mülk sahibi Rumların haklarından da vaz geçmiş olacaklardı.
Bu gerçekler ışığında tarafsız ve dürüst bir hukukçunun atması gereken ilk adım eşitlik ilkesinin uygulanmasını yani Rumlara ve Türklere aynı ilkenin uygulanmasını istemek olmalı değil mi?
EVKAFIN MARAŞLA İLGİLİ GÖRÜŞLERİ TUTARLI MI?
Evkaf Maraşın Osmanlı döneminde vakıf malı olduğunu iddia etmektedir. Bu iddia doğrudur. Doğru olduğunu anlamak için belgelere bir göz atmak yeterlidir. Zaten Maraşın Osmanlı döneminde Vakıf malı olduğunu inkar eden de yoktur.
Maraştaki Vakıf arazilerinin İngiliz döneminde Ahkamul Evkafa yani Evkaf yasalarına aykırı olarak özel kişilere devredildiği de kesindir. Ancak bir sorun var . İngiliz Koloni Yönetimi yasa yaparak bu devirleri gerçekleştirdi. ( 12/ 1907 Sayılı Yasa ). İncelendiği zaman açıkça görülür ki ortada bir hile yoktur. Aksine yasa büyük bir titizlikle uygulanmış ve tüm gerçekler tapu kayıtlarına yazılmıştır.
Öyle anlaşılıyor ki İngiliz döneminin ilk yıllarında bir çok malın tapu kayıtları yoktu. Bu nedenle bir malı 10 yıl ihtilafsız ve kendi malı gibi kullanan kişilere tapuya başvurarak tasarruflarında tuttukları malı isimlerine kaydetme hakkı tanındı. Hangi tür malların bu şekilde elde edilebileceği de yasada açıkça belirtildi. Bu mallar arasında vakıf arazileri “arazi mevkufe” de vardır.
Şimdi yıllar sonra deniyor ki Maraştaki vakıf araziler “ arazi mevkufe” türünde değildi. Bu nedenle devirler yasaya aykırı yapılmıştır ve Maraştaki Rum tapuları geçersizdir.
Bu argüman doğru bile olsa dünyamızın tarafsız ve ciddi hukukçuları tarafından kabul edilmez. Çünkü öne sürülen iddia yasanın hatalı uygulandığı iddiasıdır. Böyle bir itirazın yasa uygulanırken yapılması gerekirdi. Bu tür itirazların işlem yapılırken veya hiç değilse makul bir süre içinde yapılması şarttır. Daha geç yapılan itirazlar dikkate alınmaz.
Kaldı ki yasaya göre mallar kullananlar tarafından ihtilafsız kendi malları gibi kullanıldığı için kayıt yapılabilmiştir. Gününde itiraz yapılmış olsa bu devirler zaten yapılmayacaktı.
AİHM ( AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ) NİN MARAŞLA İLGİLİ VERDİĞİ KARARLAR ADİL Mİ?
KKTC Cumhuriyet Meclisi Türk Yönetimi kontrolünde malı bulunan Rumların taleplerini karşılamak için TMK ( Taşınmaz Mal Komisyonu) yasaları diye isimlendirebileceğimiz yasalar yapmıştır. 67/2005 ve 13/2008 sayılı bu yasalar AİHM nin baskısı altında, AİHM kararlarını uygulama amacıyla yapılmıştı.
AİHM nin Kıbrıs’la ilgili kararlarını incelediğimiz zaman, AİHM nin bu kararları Türkiye’nin Barış Harekatını yapmaması gerektiği, bunun bir haksız fiil olduğu görüşüne dayanarak verdiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle AİHM, Barış Harekatı nedeniyle mağdur olan Rumları Türkiye’nin tazmin etmesine karar vermiştir. Halbuki hepimizin bildiği gibi Türkiye Barış Harekatıyla Kıbrıs’a Barış getirmiştir. 1974 den beri Kıbrısta insan ölmemesinin nedeni Barış Harekatıdır. Dolayısıyla Türkiyenin cezalandırılması değil ödüllendirilmesi gerekirdi.
Bir tarafta Rum propagandası ile hukuk mücadelesinin olağanüstü başarısı, diğer tarafta Türk tarafının bu alanlardaki pasifliği bu anormal sonucun ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu nedenle Uluslararası Mahkemelerde Türkiye ile Kıbrıs Türk Halkı şikayetçi olması gerekirken borçlu veya sanık konumuna konmuştur. Türkiye tazminat ödemeye mahkum edilirken KKTC tapuları da geçersiz kabul edilerek Türk halkının geleceği tehlikeye atılmıştır.
AİHM nin Rum propagandası etkisi altında kaldığı ve Kıbrıs gerçeklerine uymayan kararlar verdiği açıktır. AİHM nin baskısı ile yapılan ve AİHM nin görüşlerini yansıtan TMK ile ilgili yasalar da soruna adil çözüm getirememiştir. Bu yasaların bir gün çıkmaza girecekleri belliydi. Nitekim uygulamada tıkanma olmuş ve Türkiye “ Niye bu kadar tazminat ödüyorum” diye kendi kendine sormak zorunda kalmıştır. KKTC tapusu olan insanlar da “Niye bu Komisyon benim haberim olmadan benim tapulu malımı tartışarak karar veriyor” diye sormaktadır.
Bu tablo karşısında bu yasalarda değişiklik yapma gereği ortaya çıkmıştır. Ancak böyle bir değişiklik yapılırken yeni düzenlemenin sorun çözücü ve adil olması gerektiğini ve Kuzeydeki Rum mallarıyla birlikte Maraş sorununu da çözmesi gerektiğini düşünmek zorundayız.
Bu aşamadan sonra AİHM in yetkisini tartışmak çok zor veya imkansızdır. Yanlış görüşlerden hareket etse ve soruna kapsamlı bir çözüm getirmese bile AİHM görüşlerinde ısrar edecektir. Çünkü hiç bir Mahkeme görüşlerini değiştirerek çelişkiye düşmek istemez.
Bu koşullarda yasada değişiklik yaparken dikkatli olmak ve AİHM in ret edemeyeceği formüllerle ortaya çıkmak gerekir. Bu formüller AİHM ilkelerine ters düşmeden yasaya işlerlik kazandıran formüller olmalıdır.
MÜLKİYET SORUNUNUN BİREYSEL OLARAK ÇÖZÜLMESİ MÜMKÜN MÜ?
KKTC de mülkiyet sorunu 1985 Anayasası ile çözülmeye başlanmıştı. Bu tarihte terk edilen Rum malları devletleştirilmiş ve Eşdeğer Mal Yasasında değişiklik yapılarak KKTC vatandaşlarına koçan verilmeye başlanmıştır. O tarihten sonra KKTC de yeni bir mülkiyet düzeni oluşmuştur.
Dünyanın hiçbir yerinde bu kadar uzun sürede oluşmuş mülkiyet düzeni daha sonra tartışmaya açılmamıştır. Hiçbir halkın ülke yasalarına uygun olarak 30 yılı aşkın süredir sahip olduğu koçanlar geçersiz kabul edilmemiştir. Bunun istenmesi ülkede çatışma çıkarma ve kaos yaratmayı istemekle aynı şeydir. Bu isteğin insan haklarını ihlâl ettiği öne sürülebilir.
1985 Anayasası ve Türk tarafının yapıp uyguladığı Eşdeğer Mal Yasası, Kıbrıs’ta mülkiyet sorununun bireysel değil global mal takası ile çözüleceği varsayımına dayanarak yapılmıştı.
Dünyada toplu göç olan yerlerde mülkiyet sorunu genellikle KKTC de yapıldığı gibi global mal takası ile çözülmüştür. Kurtuluş Savaşından sonra Türkiye ile Yunanistan arasında yapılmış Nüfus ve Mal Mübadele anlaşması da bu ilkeye dayanıyordu .
Bu nedenle KKTC nin de sorunu aynı şekilde çözmek istemesinde bir hata yoktu. Rum Yönetiminin de benzer yasaları Rum kesiminde yapması ve iki tarafın tazminat konusunda global bir anlaşma ile bu çözümü tamamlamaları gerekiyordu. Maalesef Rum Yönetiminin aşırı milliyetçi karakteri ve 1974deki duruma geri dönme arzusu bu doğru yolun izlenmesini engellemiş ve sorunun kanayan bir yara haline gelmesine neden olmuştur.
AİHM in bir taraftan Türkiye’nin Barış Harekatını haksız olarak yaptığı görüşünü benimsemesi, diğer taraftan KKTC tapularını yok sayması nedeniyle adil kararlar verememiştir. TMK Yasası da sorunu çözecek bir yola girmemiştir.
Bu durumda nasıl bir değişikliğin yasaya işlerlik kazandırabileceğini ve bunu yaparken İnsan Hakları İlkelerine sahip çıkılarak AİHM in ret etmesine fırsat verilmeyeceğini düşünmemiz gerekir. Bulduğumuz çözüm Kıbrısa sürekli barış getirecek bir çözüm olmalıdır. Bunun için hem adil hem de işlerliği olan bir formül bulmak zorundayız.
EŞDEĞER UYGULAMALARINDA YAPILAN HATALAR VE ADALETSİZLİKLER DÜZELTİLEBİLİR Mİ?
KKTC tapularının dağıtımında bir adaletsizlik olduğu iddia edilmektedir. Bu nedenle bu düzenin bozulmasını ve toplumlararası bir komisyonun kararlarıyla mülkiyet durumunun yeniden düzenlenmesini isteyenler vardır. Annan planı bu ilkeyi benimsemişti. Biraz inceleyince bu görüşün ne kadar sakıncalı olduğunu anlarız.
Eğer eşdeğer uygulamaları şikayetlere neden olmuşsa bunun çözümü yapılacak anlaşmalarla her şeyin alt üst edilmesi ve her tapu sahibinin orijinal mal sahibi Rumla kıyasıya davalaşması olamaz. Bu görüş ülkede kaos yaratacağı gibi çatışmalara ve felaketlere de neden olacaktır. Bu durumda doğru olan KKTC'nin kendi iç yasaları ile eşdeğer uygulamalarında yapılmış hataları düzeltmesi ve şikayetleri ortadan kaldırması olabilir.
Bu yapılırken KKTC tapularının geçerliliğini koruyacak ve istisnai haller dışında tartışmaya açmayacak bir görüş bulmamız gerekiyor.
Yeni ve içinden çıkılmaz sorunlar yaratacak değil sorunları çözecek formüller aramalıyız.