ABD kısacık da olsa tarihi boyunca her zaman son sözü söyleyip, yeni sürecin liderliğini almayı çok ister. Bunun en çarpıcı örneği İkinci Dünya Savaşı’nın bitişidir. O dönem Sovyetler Birliği’nin savaşa girmesi ve Alman saldırısını püskürtmesiyle denge değişmiş, doğuya yönelen Kızıl Ordu adeta Japon ordusunu imha harekatına girişmişti.
Kızıl Ordu yaklaşık 1,5 milyon kişilik bir kuvvetle Mançurya’daki Japon birliklerinin neredeyse tamamını imha etmiş, Kuril Adaları ile Sahalin Adası'nı da işgal etmişti. Bu taarruzun neticesinde peygamber konumunda tuttukları Japon İmparatoru’nun sonunun gelebileceğinden endişe eden Japonlar, 1945 yılının Ağustos ayı başında teslim olmayı kararlaştırmıştı. Bu süreci okuyan ABD, savaşta son sözü söylemek adına Japonya’nın Hiroşima ve Nagasaki kentlerine sırasıyla 6 Ağustos 1945’te ve 9 Ağustos 1945’te atom bombası saldırısı yaptı. Yüzbinlerce kişi hayatını kaybetmişti. Maksat ABD’nin son sözü söylemesiydi. Gözünün ne kadar karardığı görülmüş ve ikinci dünya savaşı sonrasındaki Soğuk Savaş sürecinin iki liderinden biri olmuştu.
Dediğimiz gibi ABD her zaman son sözü söyleyen tarafta olmak istiyordu. Sadece dünya savaşlarında değil, bölgesel krizlerin çözümünde de, ülkelerin içindeki çatışmalar ve gerilimlerde vs. hep bir ağabey edasıyla tarafları masaya oturtup veya karşısına alıp, kendi çıkarına göre “barış” dayatırdı. Şimdi ise bu konuda dertli. Atlantik dünyasının ana gücü artık eski kuvvetinde değil. Ticaret savaşlarında Asya dünyası onu zorlamaya hatta tahtından etmeye çok yakın. Bu nedenle Asya dünyası başta olmak üzere dünyaya ticaret savaşı açtı. Saldırısına Türkiye’yi de dahil etti. Amacı yeniden eski hegemonyasını kurmak, önce bölgemizi sonra Asya dünyasını yeniden kendi ekonomik sistemine göre dizayn etmek. Ancak bu konuda duvara toslamaya başladı. En çarpıcı örneği Suriye. Suriye’de Astana sürecinin garantör ülkeleri Türkiye, Rusya ve İran’ın inisiyatifinde Suriye meselesi çözüme doğru ilerliyor. Ayrıca ABD ve müttefiklerinin bölgedeki enstrümanı DAEŞ ve benzeri terör örgütleri teker teker temizleniyor. Geriye kalanlar İdlib ve Fırat’ın doğusundaki terör örgütleri. Ülkemizden bir örnek verecek olursak, Türkiye’yi bölgeden uzak tutacak, oyalayacak hatta Washington’un yıkıcı hamlelerine hazır hale getirecek terör örgütlerinin eylem yapma güçleri sıfırlanmasa da, geçmiş yıllara oranla asgari seviyeye düşürüldü. Yani ABD’nin bölgedeki aparatları hareket edemez hale getirildi.
Şimdi ise Rusya ve Suriye’nin ortak yapacağı İdlib Harekatı’nın eli kulağında. Türkiye, konu ülkemizin ulusal güvenliğini ilgilendirdiği için hassas ve bu konuda son derece mantıklı uyarılar yapıyor. (Bu uyarıların ayrıntılarını SORU VE YANITLARLA İDLİB MESELESİ: FİNAL Mİ BAŞLANGIÇ MI? başlıklı yazımdan okuyabilirsiniz) ABD ve müttefikleri ise bu harekata itiraz ediyor. Çünkü ABD liderliğindeki Atlantik hattı, Suriye meselesinin çözümünü, yani finali kendisi yapmak istiyor. Bu nedenle arka arkaya açıklamalar yapıyor. Bugün Beyaz Saray’dan ve ABD Ankara Büyükelçiliği’nden yapılan açıklamaları bu çerçevede okumak mümkün. Buradan gelmek istediğim nokta şu: Yazımın başında aktardığım gerçeklikten yola çıkarsak, ABD Suriye’de son sözü söylemek için her şeyi yapacaktır. Buna ciddi anlamda bölgede gerçekleştirilmesi olası provokasyonları da dahil ediyorum.
Bu tehlike bizi de, yani Türk milletini de ilgilendiriyor. Washington, Suriye sahasında Ankara’yı Moskova ve Tahran ile çevresine yakın olarak görüyor. Çünkü Türkiye, Astana üçlüsünün önemli bir aktörü olarak Atlantik kutbunun oluşturduğu Cenevre masasının en önemli rakibi oldu. Ankara her ne kadar Cenevre masasını dışlamamış olsa da, Astana sürecini de sıkı bir şekilde tutarak, Rusya ve İran ile birlikte güneyindeki sorunu çözmekte kararlı. “Müttefikimiz” ise bu durumdan hoşnut değil. Provokasyonlar üzerinden ülkeleri politik hizaya getirmeye alışkın olan Washington ile Doğu Akdeniz ve Suriye üzerinde yıkıcı tarihsel planların uygulayıcısı müttefikleri, İdlib meselesi üzerinden Türkiye’yi hedef alan bir takım eylemlere girişebilirler. Bunu yapmak için de halen çeşitli araçları mevcut. Örneğin;
- Türkiye içindeki etki ajanları üzerinden kutuplaşmayı oluşturan siyasi fay hatlarını yeniden hareketlendirip, toplumsal hareketlilik yapabilirler.
- İdlib’te yuvalanmış ve kendi istihbarat örgütleri tarafından yönettikleri selefi teröristleri Türkiye’ye sızdırıp, özellikle mezhep eksenli provokasyon için çeşitli eylemler gerçekleştirebilirler. Bu provokasyonlarda yine kendileri tarafından kontrol edilen “sol” görünümlü terör örgütleri de kullanılabilir.
Bu nedenle önümüzdeki dönemde;
1- Türkiye’yi ileriye taşımayı amaçlayan siyasi eleştiriler hariç, karışıklık amaçlayan söylemlerde
ve eylemlerde bulunanlar,
2- Mezhep eksenli düşmanlık söyleminde bulunanlar, saldırılar amaçlayanlar, özellikle sosyal
medya üzerinden Alevi veya Sünni düşmanlığı oluşturmaya çalışanlar,
kesinlikle ve kesinlikle araştırılmalı, bu çerçevede bağlantıları ortaya çıkarılmalı ve olası provokasyonların önüne geçilmeli.
Şu eki de yapalım. Türk milleti çok büyük bir millet. O kadar tecrübe kazandı ki, neler neler yapmalarına rağmen yakın tarihteki bütün provokasyonları boşa çıkardı. Olası provokasyonların da boşa çıkacağından adım gibi eminim.
Sosyal medyada da yazmıştım. Gerek ülkemizin bütünlüğünü korumak gerek provokasyonların önüne geçmek açısından tek formül de akıllı-uzlaşmacı-istişareye dayalı politika yürütmek ve birlik içinde hareket etmek. Başka bir Türkiyemiz ve gidecek yerimiz yok.