İngiliz istihbaratına bilgi sattığı ortaya çıkan eski Rus ajanı Sergey Skripal ile kızının zehirlenmesi iddialarıyla başlayan ve ABD, Almanya, Fransa gibi devletlerin desteğiyle Batı dünyası-Rusya gerilimine dönüşen kriz sürüyor. Çok sayıda Batılı yönetim, ülkelerindeki Rus diplomatlarına karşı adeta bir cadı avı başlatarak, sınır dışı kararları aldı. ABD daha ileri giderek Seattle'da bulunan Rusya Konsolosluğunu kapatma kararı aldı. Aslında bu durumun sadece bir adli vaka olayı olmadığını herkes biliyor. Zaten Rusya'ya yönelik bu tür suikast suçlamaları yıllardır yapılıyordu. Peki bu taarruz neden bugün başladı?
3 ay öncesine gidelim. ABD Başkanı Donald Trump, 2017 yılının Aralık ayında ulusal güvenlik stratejisini açıklarken şu sözleri sarf etmişti:
"ABD'yi ve müttefiklerimizi tehdit eden haydut devletlerle karşı karşıyayız. Terör örgütleri, uluslararası suç çeteleri ve dünya çapında şiddet ile kötülük yayan diğerleriyle karşı karşıyayız."
Konuşmasının devamında Rusya ve Çin'i hedef aldıklarını söyleyen Amerikan Başkanı, bu iki ülkeyi "Amerikan etkisine, değerlerine ve zenginliğine meydan okuyan rakiplerimiz" olarak tanımladı.
Ocak ayında ise ABD Savunma Bakanı James Mattis, Baltimore'daki Johns Hopkins Üniversitesi'nde yaptığı konuşmada Washington'un önceliğinin artık "terörizm değil Çin ve Rusya gibi güçlerle rekabet" olacağını vurguladı.
Zaten uzunca bir süredir bu çerçevede adımlar atılmaya başlanmıştı. Çin'e yönelik ekonomik ve Kuzey Çin denizi üzerinden askeri hamleler öne çıkarken Rusya'ya karşı da yine siyasi, güvenlik ve istihbarat anlamında baskılar artırıldı. Skripal olayı da bu döneme denk geldi.
Krizin Ortadoğu Boyutu
Krizin çok boyutlu olduğu biliniyor. Konunun aktardığımız boyutlarını uzmanlarına bırakıp, Ortadoğu boyutunu biraz açalım... Son yazılarımızda ABD'nin küresel politikaları çerçevesinde bölgemizde attığı adımları irdelemiştik. Oradaki bilgileri tekrar hatırlatalım:
"(ABD) yıllar önce Afganistan’da uygulamaya başladığı proje ile Sovyetlerin çöküşüne zemin hazırlarken sonrasında Afganistan’ı önce krimanilize edip sonrasında İslami terörizme sürükleyip bütün dünyada İslami Fundamentalizm olgusunu işledi ve önce Afganistan’a sonra diğer islam ülkelerine aynı gerekçeyi (İslami Fundamantalizm) göstererek müdahalelerine gereken zemin ve ortamı oluşturdu. Afganistan müdahalesi ile Amerika, İran ve Türkmenistan’dan Çin ve Hindistan’a uzanan/uzanacak enerji boru hatlarını, Demir İpek Yolu'nu kontrol etmek imkanını elde etti.
Irak ve İran’ı çatıştırıp İslam dünyasında sürekli bir mezhebi çekişme, çatlak ve çatışma ortamı oluştururken ülkeleri istikrarsızlaştırıp Ortadoğu ve Körfez bölgesine askeri olarak yerleşmeyi başarıyla uyguladı.
Ortadoğu bölgesine yerleşen ABD’nin temel stratejisi Irak ve Suriye’de rejim değişikliğinden ziyade harita değişikliği olmuş, Irak ve sonrasında Suriye’ye müdahaleleri geciktirerek etnik ve dini fay hatlarının derinleşmesini sağladı. Bu suretle Balkanlaştırma projesini hayata geçirerek ülkeleri küçük devletlere bölerek kendine bağımlı ülkeler oluşturma çabasını sürdürdü. Buna ulaşamadığı takdirde kaos ortamının devamını sağlayarak uzun dönemler bölgede kalma hesap ve planlarını uygulamaya başladı."
Bu çerçevede, PKK/PYD ve Irak'ın kuzeyindeki peşmerge yönetimi merkezli oluşturulmaya çalışılan koridor planı, ABD'nin Ortadoğu politikalarının temelini oluşturdu. Önce Irak'ın işgaliyle bu ülkenin kuzeyinde yıllarca beslediği yapılanmayı federatif bir yönetime kavuşturup devletleştirme aşamasına geçti. Ardından da Suriye'deki iç savaşı körükleyip, ülkedeki durumu çözümsüz bırakarak PYD terör örgütü eliyle bu ülkenin kuzeyinde kendi kontrolünde bir yapı oluşturdu. Irak'taki gerekçesi Saddam olurken, Suriye'de başka bir gerekçe üretti: DAEŞ terör örgütü. Bölgedeki etnik ve mezhepsel fay hatlarını bu terör örgütleri üzerinden derinleştirerek bölgede kalışını uzatmaya başladı. Amaç sözünü ettiğimiz Balkanlaştırma politikası ekseninde ülkemizin de içinde bulunduğu bölgeyi parçalayıp yönetimi kolay küçük küçük devletlere dönüştürmekti.
Türk-Rus İletişimi Bozulmaya Çalışılacak
Tam böyle bir dönemde başlayan Türkiye ve Rusya'nın İran ve Irak'ı da içine alan işbirliği süreci, Washington'un küresel hedefe giden bölgesel planlarını bozdu. Türkiye'nin, Suriye'nin toprak bütünlüğü hedefli Fırat Kalkanı ve ardından Zeytin Dalı harekatlarını yapması, bu süreçte de Rusya ile kurduğu sağlıklı iletişim, ABD'nin kurduğu ve desteklediği terör örgütlerinin ezilmesi Washington koridorlarında alarm zillerinin çalmasına neden oldu. Ayrıca bu dönemde Irak'ın kuzeyindeki gayri meşru referandum da Türkiye, Irak ve İran'ın işbirliğiyle sonuçsuz bırakıldı. ABD hem Suriye'de hem de Irak'ta geri adım atmak zorunda kaldı.
ABD şimdi bölgede yeni planlar yapmaya çalışıyor. Öncelikle Rusya'yı genel anlamda zayıflatmak ve geriletmek isterken, öbür yandan da bölgede kurulan ittifakı dağıtmayı amaçlıyor. Son dönemde basına yansıyan "ABD, Türkiye ile Rusya arasındaki işbirliğini bozmaya çalışıyor" analizlerini bu çerçevede değerlendirmek, çok da afaki bir yaklaşım olmayacaktır. ABD böylece şu aşamada elde ettiği mevzileri korumuş olacak, ayrıca Türk-Rus işbirliğini bozarak gelecek milli hamlelerimizin önüne geçecektir. Hatta Fırat'ın doğusu ve Barzani bölgesinde yeniden güçlenip, ilerleyen zamanlarda yeni atakların zeminini oluşturmaya çalışacaktır. İngilizlerin "Rusya'ya siz de tepki gösterin, yaptırım uygulayın", ABD'den ve NATO'dan yapılan "S-400'den vazgeçin" baskıları bu büyük plandan bağımsız değildir.
Üç Yıl Önceyi Hatırlayalım
Türkiye'nin burada aklı selimi tercih ederek çıkarları çerçevesinde bölgesel işbirliğini bozmayacağı görülüyor. Çünkü Ankara, gelecekte sınırımızın öte tarafındaki tüm terör odaklarını temizlemeyi temel bir politika olarak önüne koymuş durumda. Bu nedenle Batı'nın baskılarının sonuç vereceğini sanmıyorum. Ancak her türlü provokatif girişime karşı da teyakkuzda olmak gerekiyor. Metehan Demir'in "Afrin'de oyunlar bitmiyor" başlıklı yazısında aktardığı olay dikkat seviyemizin en üst seviyede olması gerektiğini gösteriyor. Yaşanan şey, Türkiye'nin bekası meselesidir. Türkiye bugünkü politikasından vazgeçmesi durumunda Suriye'de ve Irak'ta kukla terör devletlerini kabul etmiş olacaktır. Bu da ileride Türkiye'nin içine yansıyacak gelişmeleri tetikler. Ankara'nın terörle sonuna kadar mücadele konseptine geçmeden önceki FETÖ, PKK, DAEŞ terör örgütlerinin eylemlerini hatırlarsak, ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır. Çünkü Batılılar 100 yıl önceki Sevr projesinden nasıl vazgeçmedilerse, onunla bağlantılı koridor projesinden de vazgeçmiş değiller.