Ceyhun Bozkurt Ceyhun Bozkurt @cyhnbzkrt

PKK ile Mücadelede Bilgiye Olan İhtiyaç

01 Mart 2018
“ Yalanlarla kurulmaya çalışılan tahakküme karşı hepimizin bilgiyle karşı koyma görevimiz var. „
PKK ile Mücadelede Bilgiye Olan İhtiyaç

PKK ile yaklaşık 40 yıldır süren bir mücadele devam ediyor. PKK terör örgünün strateji ve taktiklerine bağlı eylemleri hiçbir zaman Türkiye Cumhuriyeti’ni Irak veya Suriye benzeri bir sürece sokmadı. Güvenlik güçleri her zaman ellerindeki tüm imkanla bu saldırılara karşı koymayı bildi. Ancak bazı dönemlerde PKK’nın verdiği tahribat açısından diğer dönemlerine nazaran daha etkili olduğunu gördük. Bu dönemlerin en dikkat edici özelliği, terör örgütüne yönelik dış desteğin artması olmuştu. Sözünü ettiğimiz bu dönemlerin başlıcalarını şöyle sıralayabiliriz:

1- Terör örgütünün ilk eylem dönemi 15 Ağustos 1984 tarihinde başlamıştı. Silahlı propaganda diye adlandırılan bu dönemde Türkiye ile sorunlar yaşayan başta Suriye olmak üzere komşu devletler terör örgütüne yoğun destek verdi.

2- PKK, 1990’larla birlikte şehir merkezlerinde eylemlerini yoğunlaştırdı. 1992 yılı Nevruz eylemleri ve sonrası terör örgütü açısından hedef alıcı bir sürece dönmek üzereydi. Bu tarihler Körfez Savaşı süreciyle beraber Çekiç Güç’ün bölgeye yerleştiği ve PKK’ya yardımlar yaptığı döneme denk geliyordu.

3- Örgüt elebaşı yakalanıp Türkiye’ye getirildikten sonra 2002 yılına kadar örgütün eylem gücü zayıflamıştı. Ancak PKK, 2004 yılında yeniden silahlı eylemlerine başladı. Bu dönem aynı zamanda ABD’nin özelde Irak işgali genelde de Ortadoğu politikalarını zor gücüyle hayata geçirmesiyle biliniyor. Irak’ın kuzeyinde ABD ile iletişimini yoğunlaştıran örgüt saldırılarıyla Türkiye’ye ciddi tahribat verdi. Hatta bu sürecin sonucunda kumpas davaları başladı ve terörle mücadelede görev yapan çok sayıda asker tutuklanırken, terörle mücadelenin öncüsü olan TSK’ya ciddi zarar verildi.

4- Bir önceki maddeyle bağlantılı olarak terör örgütü 2012 yılından itibaren şehir içi militan kadrolarını artırmaya ve bunları güçlendirmeye başladı. Sınırımızın hemen Suriye tarafında da PYD terör örgütü Batı desteğiyle harekete geçirildi. Suriye ve Irak’ta eğitilen teröristler Türkiye’ye sızıp ciddi zararlar verecek boyuta geldi. Güvenlik güçlerimizin yürüttüğü meskun mahal mücadelesi çok başarılı oldu ve sivillere zarar vermeden sonuçlandı ama bu sürecin psikolojik tahribatını gidermek kolay olmadı.

Aktardığımız dönemlerin sonucunda güvenlik güçleri yeni taktikleri çözdü ve yeni mücadele konseptleri geliştirerek gereken yanıtı verdi. Bu yüzden örgüt istediği hedefe bir santimetre bile yaklaşamadı. Ancak fotoğraf ortada. Başta Batılı devletler olmak üzere dış kuvvetler, ne zaman Türkiye’yi ilgilendiren bir hamle yapacak olsa ilk olarak terör örgütünü güçlendiriyor ve onun üzerinden ülkemizi yıpratmayı amaçlıyordu.

Bu yükselen terör dalgası dönemlerini hatırlatmamızın en önemli nedeni, aynı dönemlerde psikolojik taarruzla karşı karşıya kaldığımız gerçeğini gözler önüne sermek. Güvenlik güçlerimiz ellerinden gelen mücadeleyi yürütüyor. Ancak vatandaşlar olarak bizler ne kadar bu mücadeleye destek veriyoruz, bence bunu oturup bir düşünmemiz gerekiyor. Evet, Türk milleti bu mücadelenin her zaman manen yanında oldu. Hiçbir zaman desteğini esirgemedi. Gerektiğinde de Kurtuluş Savaşı’nda çıkarılan Tekalifi Milliye Kanunu gibi kendi seferberliğini ilan etti ve maddi destek bile sunmak istedi. Ancak kastettiğim destek bunlar değil. Psikolojik taarruza karşı maddi mücadeleyle yanıt verilmez. Bu taarruza karşı verilebilecek en ciddi mücadele bilgi ile verilecek mücadeleydi.

Yukarıda saydığım dönemleri hafızalarınızda yeniden bir gözden geçirin. Aynı dönemler psikolojik taarruzun en yoğun olduğu dönemlerdi. Kumpas dönemlerinin hemen öncesini hatırlayın. PKK iki tane kritik saldırı yapmıştı: Dağlıca ve Aktütün. Bu saldırılardan özellikle Dağlıca saldırısında yabancı parmağı, o dönemin üst düzey yetkilileri tarafından bile dile getirilmişti. Ancak FETÖ kontrolünde yayın yapan ve 15 Temmuz sonrası kapatılan bir basın organı üzerinden TSK'ya yönelik aylarca taarruz yapıldı. Bu yayınlarda zaaflar öne çıkarıldı ve askerin bu işi çözemediği, hatta çok sayıda askerin bu saldırılardan sorumluğu olduğu iftiraları atıldı. Aynı askerler ve onların komutanlarının birçoğu daha sonra kumpas davalarında içeri atıldı. Bu taarruza karşı bilgiyle yanıt gerektiği şekilde verilemediği için Türkiye ve TSK bu süreçten yara aldı.

Yine 3’üncü maddeye paralel olarak hatırlayın Şemdinli olaylarının olduğu 2005 dönemini… Bir kitabevi bombalanmış, o sırada oraya giden iki astsubay ve bir haber elemanı linç edilmiş, bir savcı (ki daha sonra FETÖ’cü olduğu ortaya çıkmış ve bütün bunları FETÖ emirleriyle yazdığını itiraf etmiş) çıkmış, “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin içinde bir çete var” diyerek iddianame hazırlamış, “TSK içinde çete mensupları var” diyerek algımıza oynamışlardı. Bunlara bilgiyle yanıt verildi mi? Hayır. Sonuç 2 astsubay ve bir haber elemanı yıllarca cezaevinde yattı, 15 Ağustos 1984 tarihindeki ilk PKK saldırısına militan olarak katılan kitabevinin sahibi bir partiden Belediye Başkanı seçildi, askerler cezaevine girerken PKK’lılar ve FETÖ’cüler bu taarruzdan kârlı çıktı.

Şimdi Türkiye atak yapıyor ve Afrin’e bir harekat düzenliyor. Ancak atakta olmamız, bilgiye ihtiyacımızın olmadığı anlamına gelmiyor. Yaklaşık iki yıl önce “PKK Yalanları ve Gerçekler” başlıklı yazımda terör örgütünün propaganda amaçlı bazı yalanlarını ve gerçekleri yazmıştım. Bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde son iki yıldır çok sayıda haberin piyasada dolaştırıldığını gördüm. Bunların başlıcaları TSK'nın sivilleri katlettiği yalanıydı. Gerek meskun mahal mücadelesinde gerek Fırat Kalkanı'nda gerek de Zeytin Dalı Harekatı'nda geçmişten olan fotoğrafları, harekatlara aitmiş gibi gösteriyorlar. Ancak aynen "17 bin faili meçhul var" yalanında olduğu gibi daha derine işlenen psikolojik yalanlar da servis ediyorlar.  Bu yalanların çıkaracağı olası yangına karşı, karınca misali bir avuç suyla koşturuyor olabilirim. Ancak bu ülkenin milyonlarının dökeceği bir avuç su, bu yangını daha başlamadan sonlandırır. Zaten bunu sonlandırmanın yolu da şiddetten, hakaretten vs. değil gerçeklerden geçmekte. “PKK Yalanları ve Gerçekler” yazısıyla beraber okumanızı istediğim iki yalan ve gerçekler şöyle:

- Bir siyasi parti 7 Haziran 2015 seçimlerinde barajı geçti ve Çözüm Süreci bu nedenle sona erdi: Bu kesinlikle doğru değil. Öncelikle terör örgütünün Çözüm Süreci boyunca özellikle şehir merkezlerinde çok sayıda saldırısı oldu. Bu saldırıların tamamının kronolojisini Güvenlik Uzmanı Mete Yarar ile beraber kaleme aldığımız Bu Delileri Bir Araya Getirmeyecektiniz kitabımızda gün gün yazdık. Bu saldırılarda çok sayıda şehit verdik. Ancak süreç devam ettiği için güvenlik güçleri operasyon yapamadı. Aynı dönemde örgüt çok sayıda genci kaçırıp dağda silahlı eğitim verip şehirlere yolladı. Şehir merkezlerindeki militan sayısındaki artış biliniyordu. Terör örgütünün süreci suistimal ettiği somut verilerle ortaya çıkınca ve özellikle Ayn el Arap (Kobani) olayları da tuz biber ekince süreçte gerilim tırmandı. Buna rağmen Öcalan ile HDP heyeti arasındaki görüşmelere devlet izin verdi.  Süreç bir polis memuruna yapılan saldırı ile son bulmadı.

Devletin kendi güvenliği için kalekol ve baraj yapımına ağırlık vermesi örgütü tedirgin etmişti. Hatta saldırılara başlayacağını ilk açıklayan örgüt oldu. KCK’nın sözde Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı, 11 Temmuz 2015 tarihinde sözde ateşkesi bitirdiğini ve baraj inşaatlarına saldıracaklarını açıkladı (ki terör örgütü süreç boyunca çok sayıda şantiye ve inşaata saldırmıştı). Ardından DAEŞ dalgası, Suruç saldırısı ve Ceylanpınar’da iki polisin evinde şehit edilmesi sonucunda Türk devleti süreci bitirme kararı aldı. Yani operasyonlar seçim operasyonları değil, ulusal güvenliğimiz için zorunlu operasyonlardı.

- PYD Türkiye’yi tehdit etmiyor: Batılılar PYD’nin PKK terör örgütüyle bağını inkar ede dursun, Türkiye’de terör örgütüne müzahir çok sayıda insan iki terör örgütü arasındaki bağı kabul ediyor. Evet PYD, terör örgütünün devlet yapılanması olan KCK’nın Suriye ayağını oluşturuyor. Bu yapının Türkiye ayağı PKK, Suriye ayağı PYD, Irak ayağı PÇDK, İran ayağı da PJAK. Suriye’de olaylar başladığında Türkiye ve Irak’tan Suriye’ye militan kaydırılarak burada silahlı bir yapı oluşturuldu. Türkiye’de 2013 yılı Ocak ayında başlayan süreci suistimal eden örgüt, ilk defa bir toprak kazanımı elde etmenin verdiği hırsla, buradaki militanlarına silahlı eğitim verdi.

Sadece Irak üzerinden terör örgütünün Çözüm Süreci boyunca bölgeye kaydırdığı militan sayısı 3800-4000 civarında olduğu bizzat istihbarat birimlerince tespit edildi. 24 Temmuz 2015 tarihinde başlatılan operasyonlardan hemen önce KCK içinde faaliyet gösteren teröristler dahil 1800-2000 civarı teröristin Türkiye’de ve 2000 civarı teröristin Irak kuzeyinde, yerel militanlar da dahil olmak üzere 12000-13000 civarında teröristin de Suriye’de olduğu saptanmıştı.

Bu teröristlerin büyük çoğunluğu ABD'lilerden patlayıcı, meskun mahalde çatışma vs. eğitimleri alarak 24 Temmuz’dan sonra peyder pey Türkiye’ye sokuldu. Çatışmalarda çok sayıda YPG eğitimli terörist ölü veya sağ ele geçirildi. Örgüt artık bu bölgeyi bir cephe gerisi olarak kullanmaktaydı. Bu nedenle Türkiye’nin PYD terör örgütünden zarar görmediği söylemi, bilinçli bir şekilde söyleniyorsa terör örgütüne yandaşlıktan öte bir şey değil.

Görüldüğü gibi yalanlarla kurmaya çalıştıkları tahakküme karşı hepimizin bilgiyle karşı koyma görevimiz var. Gelecekte büyük tehlikeler arz edebilecek olayların altyapısına hizmet eden bu yalanlara karşı topyekun mücadelenin zorunluluğu ortada. 

Yorumlar