Ortaçağ’a kadar giden Avrupa’da “Birlik” oluşturma fikri, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından kıtada yeni savaşların yaşanmaması için kömür ve çelik gibi iki hayati ama siyasi olmayan konuda yapılan anlaşma ile ilk somut adımını atmıştır. Zaman içinde kurulan ekonomik ilişkiler bağı ve artan üye sayısı ile Birlik, 1990 yılında dünya dengelerinin SSCB’nin dağılmasıyla bozulması ve Avrupa kıtasının yeni devletlerle tanışmaya başlaması ile kendini yenileme ihtiyacı hissetmiştir. Uzun zamana yayılan Avrupa’da siyasi birlik kurma ideali için ilk adım atılmıştır. İşte bu süreç sonrasında 1990’lı yıllar Avrupa Birliği için tek Avrupa oluşturmak amacıyla yapılan sonuçsuz girişimlere sahne olmuştur. Özellikle, Balkanlar’da yaşanan savaşlar, AB’nin “ekonomik dev, siyasi cüce” yakıştırmasıyla karşı karşıya kalmasında en önemli etmen olmuştur. AB’nin siyasi olarak en azından Avrupa kıtasında etki sahibi olabilmesi için Batı Balkanlar'da varlığını hissettirmesi gerekmektedir.
Batı Balkan ülkelerinin AB entegrasyonu sürecini incelerken “Balkan” kavramının Avrupa’daki yeri ve imajına bakmak gerekir. Avrupa’da Balkanları algılama biçimi tarihsel olarak bir takım önyargılar içermektedir. Bu önyargılar çoğu zaman olumsuzdur. Avrupa’nın güneydoğusunda bulunan Balkan yarımadası kendisine has etnik topluluklar, dil, kültür, gelenek, dini, coğrafi, ekonomik, sosyo-politik yapısı ile Avrupa medeniyetinin beşiği olarak bilinmektedir. İnsanlık tarihinin bildiği en büyük İmparatorlukların yükseliş ve düşüşleri bu coğrafyada yaşandı.[1] Avrupa’nın sorunu bölge olarak bilinmekle birlikte, Balkanlar aynı zamanda çok sayıda halkın bir arada yaşadığı ve kültürel mozaiğin sürdürebildiği bir bölge olmuştur. Her Balkan ülkesi bölgedeki değişimlere katkısı olmuş ve bu renkli mozaiğin oluşmasını etkilemiştir.[2]
Coğrafi olarak Avrupa’da olmasına rağmen Balkanlar, Avrupa ve Batı dünyası tarafından bir “öteki” olarak algılanmış. Bu yapay dikotominin amacı Balkanların “üstün Batı değerlerine” tamamen ters olduğunu göstermiştir. Tarihsel süreci içerisinde Balkanlar, Avrupalıların görüş ve değerlerinin haklılığını göstermeleri için bir araç olarak kullanılıyordu. Balkanlaşma kavramı da olumsuz anlama sahip olup Batı’da akademik çevreler dahil değişik çevrelerin ürettiği bir söylemdir. Tarihsel süreçten kaynaklanan Balkanlara ilişkin olumsuz söylemin Avrupalılar tarafından siyasi bir araç olarak kullanılmasına tanık olundu. Batıdaki çevreler Balkanların geçmişten kaynaklanan “barbar”, “çatışmacı”, “aşırı milliyetçi” özelliklerine atıf yaparak 1990’larda Yugoslavya’nın parçalanması sırasında pasif tutumları bu şekilde meşrulaştırmaya çalıştılar.[3]
Soğuk Savaş’ın sonu ve uluslararası sistemde yaşanan değişiklikler Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlar gibi bölgesel alt sistemlerin ön plana çıkmasına neden oldu. Soğuk Savaş’tan sonra bu bölgelerde uzun süre boyunca dondurulmuş çatışmalar yeniden alevlenmekle kalmadı, mevcut çatışmalara, yeni çatışmalar da eklendi. AB de 1990’ların başından başlayarak Balkanlardaki gelişmelerin önemli bir parçasıydı. Böylece, Balkanlar, Avrupa gündemindeki yerini kaybetmedi aksine giderek daha fazla yer almaya başladı. AB mevcut Batı Balkan politikasını, 1990’ların başında bu bölgede karşılaştığı sorunların ve aldığı derslere göre şekillendirmektedir. Bundan dolayı, AB’nin Batı Balkan politikasının sürekli bir evrim süreci içine olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. 2000 yılında Balkanlar’daki gelişmeleri ve AB’nin rolünün anlaşılması için ilk önce Soğuk Savaş sonrasında Balkan bölgesindeki gelişmelerin ardından da 1990’lı yıllarındaki AB rolünü hatırlamak gerekir.
Batı Balkanlar şeklinde bir tanım Avrupa siyasi literatüründe yoktu. Günümüzde Batı Balkanlar olarak adlandıran yer Avrupa devletleri için Yugoslavya sınırları ve Arnavutluk’tan ibaretti. Bu iki ülke SSCB ile doğrudan bağlantılı olmamakla birlikte Avrupa ile de aralarında kesin çizgeler bulunan fakat komünist yönetim tarzını benimsemiş ülkelerdi. Bu nedenle Batı Avrupa ile Batı Balkanlar arasında siyasi ilişkilerin başlama tarihi olarak 1990 yılı kabul edilir. Genel olarak, Batı Balkan ülkelerinin ortak özelliği, 1990 sonrasında rejim değişikliği yaşanması ve etnik yapıların çeşitliliğidir. Bu dönemde, AB yeniden yapılanma ve yeni uluslararası sisteme uyum sağlama sorunları yaşarken yani başındaki savaşlar karşısında kelimenin tam anlamıyla ne yapacağını bilemez duruma düşmesi nedeniyle çok eleştirilmiştir. Özellikle, Bosna krizi sırasında AB’nin çeşitli diplomatik girişimlere rağmen Sırp saldırılarını durdurmadaki yetersizliği, Hollandalı askerlerin koruması altındaki Srebrenica’da yaşanan soykırıma seyirci kalınması AB’nin ciddi anlamda imaj kaybetmesine ve Balkan ülkeleri açısından güvenliğin sorgulanmasına yol açmıştır.
AB, 1990’ların ortalarından itibaren Balkanlarda yaşanabilecek çatışmaların kendisi için yarattığı tehdidi ortadan kaldırmak ve kendi güvenliğini sağlamak için bölge ülkeleri ile diplomatik ilişkilerini yoğunlaştırmıştır. Bu dönemde AB, Balkan ülkeleri için önemli bir hedef haline gelmeye başlamıştı. AB hatasını kabullenerek özeleştiri yapmış ve hem hatasını telafi etmek hem de bölgesel güç konumuna yükselmek için Balkan politikalarına ağırlık vermiştir. Genişleme politikası, AB‘nin en etkili dış politika aracı başarıyla kullanmaktadır. Çünkü Batı Balkanlar, AB için siyasi açıdan uluslararası bir güç olabilmek için güvenlik açısından istikrarlı bir gelecek için son derece önemli bir konuda bulunmaktadır. 1999 yılında NATO’nun Kosova operasyonu, AB’nin Batı Balkan politikasının dönüm noktasıydı. AB, Balkan politikasını daha etkili hale getirmesi gerektiğinin farkına vararak iki farklı girişimde bulunmuştur. Biri, AB’nin başını çektiği uluslararası Katılımlı İstikrar Paktı, diğeri ise AB’nin kendi içinde geliştirdiği İstikrar ve Ortaklık Süreci.
Genişleme ile kastedilen Avrupa devletleri arasında ortak çıkar ve değerlerini üzerinde kurulan paylaşım süresince yeni ülkelerin katılmasıdır. Mayıs 2004 yılında tamamlanan beşinci genişleme dalgası ile Orta ve Doğu Avrupa’dan on yeni üyenin Birliğe katılmasıyla AB üye sayısı yirmi beşe yükseldi. 2007 yılında Bulgaristan ve Romanya’nın ve son olarak 2013 yılında Hırvatistan’ın da Birliğe üye olması, liste dışında kalanları, Arnavutluk ve bir zamanlar Hırvaistan hariç Sosyalist Federal Yugoslavya Cumhuriyetleri’nin oluşturan devletlerdir. AB 1999 yılında Batı Balkan ülkeleri olarak nitelendirdiği bu ülkelere tam üyelik perspektifini vererek bu devletleri de genişleme kapsamına aldı. AB’nin Batı Balkan ülkelerine doğru genişlemesi son genişleme dalgası olarak nitelendirmektedir.[4]
2000’lerde geldiğimizde bu bölgeye yönelik olarak ciddi hedeflere ortaya çıktı. AB‘nin bölge devletleri arasında ilişki kurmakta en zorlandığı ülke Sırbistan olmuştur. Sırbistan hem bölge devletleri tarafından hem de uluslararası toplum tarafından Balkanların merkez ülkesi olarak bilinir. Uluslararası çevrelerdeki hakim görüşe göre, Sırbistan gerek geçmişte gerek Balkanlar’da oynadığı rolü, gerekse komşu ülkeler üzerindeki etkisiyle Batı Balkanların AB geleceğini belirleyecek potansiyele sahiptir. Sırbistan’ın Balkanlar’da sorun kaynağı olmasının en büyük nedeni 1990’lar boyunca Miloşeviç rejiminin yanlış politikaları ve buna karşın uluslararası toplum tarafından bu devletlere yönelik uygulanan izolasyon politikasıdır. Bütün bunlar Sırbistan’ın ekonomik ve siyasi olarak çökmesine neden olmuştur.[5]
24 Eylül 2000 yılında yapılan başkanlık seçimleri Sırbistan-Karadağı tarihinde bir dönüm noktasıdır. Bu seçimlerde bir araya gelen Sırbistan’daki demokratik güçler Miloşeviç’i yenmeyi başarmış ancak seçimleri kaybetmesine rağmen Miloşeviç iktidardan çekilmemiştir. Bunun üzerine 20 Ekim 2000 tarihinde dışardan desteklenen demokratik güçlerin kararlılığı ile halk sokaklara dökülerek Belgrad’daki parlamento binasını işgal ederek Miloşeviç’i istifaya zorlamışlar.[6]
Miloşeviç sonrasında Sırbistan- Karadağı’daki demokratik güçler daha üç sene boyunca eski rejime karşı mücadele etmek durumunda kaldı. Miloşeviç rejimine karşı giriştiği mücadele sonucunda, Sırbistan-Karadağı’daki demokratik bloğun lideri olarak bilinen Zoran Cinciç, 2003 yılında Miloşeviç ve eski rejim yanlıları tarafından öldürüldü. Böylece, reform sürecini ve AB yolunu engellemeye çalıştılar. Sırbistan Parlamentosu’nda Aralık 2004 yılına kadar AB entegrasyonunu düzenleyen bir kararı çıkartmak mümkün olmamıştır.[7]
Bosna’da işlediği savaş suçluları yüzünden Eski Yugoslavya İçin Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde bulunan Vojislav Şeşelj tarafından kurulan Sırp Radikal Partisi’nin şu andaki lideri Tomislav Nikoliç AB’yi bir şeytan olarak nitelendirmektedir. Bazı ılımlı Sırp siyasetçiler bile Sırbistan’ın AB yolunda çok fazla acele etmemesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Otoriter Miloşeviç rejiminin uyguladığı yanlış politikalar, Karadağı başbakanı Milo Cukanoviç’in Federal Yugoslavya Cumhuriyetinden uzaklaşmasına ve ülkesinin giderek bağımsızlığa doğru gitmesine neden oldu. Milliyetçilik karşıtı, genç ve vizyon sahibi olarak bilinen Cukanoviç ABD hem Avrupa’nın liderleri tarafından desteklendi.[8]
Nitekim Mart 2006’ta yapılan referandumda Karadağı halkı Sırbistan’dan ayrılıp bağımsızlık yolunu seçti. Sırbistan Avro-Atlantik entegrasyonu yolunda ağır ilerlemesinin nedenleri uluslararası toplum ile geliştirdiği ilişkiler ve onun uluslararası alandaki imajıdır. Bu iç ve dış dinamiklerin karşılıklı etkileşimleri Sırbistan’ın zor durumunu daha da zorlaştırmaktadır.
Sırbistan’ın 2000’den bu yana demokratikleşme sürecinde, çoğulcu demokrasiyi halkına tanıtmaya çalışırken azınlıklara saygı duyulması ve konuşma özgürlüğünü hedefliyor. Sırbistan’nın AB ile resmen 1999 yılında Batı Balkanlar için İstikrar ve Ortaklık Süreci’ne katılımıyla başladı ve AB –Sırbistan ilişkileri 2000 yılından itibaren ilerleme kaydetmektedir.
Bu çerçevede, Aralık 2009 tarihinde Sırbistan üyelik başvurusunda bulundu. Fakat, Sırbistan’ın soykırım ve çeşitli savaş suçları işlemekle suçlanan asker ve politikacıların Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’ne göndermelerin ve ayrıca, Belgrad-Priştine diyaloğunda Kosova’nın bölgesel platformlarda temsili ve bütünleştirilmiş sınır yönetimi konularında anlaşmaya varılmasının ardından 1 Mart 2012 tarihinde aday ülke ilan edilmiştir.[9] Dolayısıyla, üyelik müzakerelerine başlayabilmesi için, Avrupa Komisyonu’nun en temel şartlarından biri, Kosova ile ilişkilerini normalleştirmesini ve AB arabuluculuğunda yürütülen Belgrad-Priştine Diyaloğu’nda ilerleme kaydedilmesidir. Nisan 2013 yılında iki ülkenin başkanlarının katılımıyla Belgrad-Priştine Diyaloğu toplantısı gerçekleşti. Bu toplantının temel amacı iki ülke arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesiydi ve öngörülen anlaşma parafe edilmiştir.[10] Haziran 2013 yılında ise, Sırbistan ile katılım müzakerelerine başlanmasına karar verilmiştir. Ocak 2014 tarihinde ise yapılan Hükümetlerarası Katılım Konferansı ile müzakere süreci resmen başlamıştır.
[1] Constantine P. Danopouls, Kostas G. Messas, “Ethnonationalism, Security and Conflict in the Balkans”, Constantine P. Danopouls, Kostas G. Messas, Crisis in Balkans Westview Press, Oxford 1997, s.6.
[2] Qerim Qerimi, “South East Europe’s İntegration Dreams or Reality”, South Eastern European Review of Labour and Social Affairs, Vol. 5, No. 4, 2002, s. 43-56.
[3] Pavlos Hatzopulos, “All That is, is Nationalist; Western Maginings of the Balkan Since the Yugoslav Wars”, Journal of Southern Europe and the Balkans, Vol. 5, No.1, 2003, s.26-37.
[4] Karen E. Smith, “Justifying EU Foreign Policy: The Logics Underpining EU Enlargement”, Ben Tona, Thomas Christiansen (ed.), Rethinking European Union Foreign Policy, Manchester University Press, Manchester 2004, s. 126-129.
[5] İlhan Uzgel, “Bağlantısızlıktan yanlızlığa Yugoslavaya’da Milliyetçilik ve Dış Politika”, ed. Mustafa Türkeş, İlhan Uzgel (ed.), Türkiye’nin Komşuları, İmge Yayınları Kitapevi, Ankara 2002, s.117-170
[6] İlhan Uzgel, “Finishing the Unfinished Revolution , The Return of Yugoslavia to Europe”, Perceptions Jurnal of International Affairs, Volume VI, No. 1, May 2001, s.5.
[7] Erhan Türbedar, “Cinciç Sonrası Sırbistan”, Stratejik Analiz, Cilt 4, Sayı 38, Haziran 2003, s.21-23.
[8] Van Vojvoda, “Serbia After Four Years of Transition”, The Western Balkans Moving On, edited by Judy Batt, Paris EU İnstitute for Security Studies, October 2004, s.37-54.
[9] Chronology of relations between the Republic of Serbia and the European Union, http://www.mfa.gov.rs/en/foreign-policy/eu/political-relations-between-the-republic-of-serbia-and-the-european-union/12452-chronology-of-relations-between-the-republic-of-serbia-and-the-european-union
[10] T.C., Avrupa Birliği Bakanlığı, “Sırbistan”, http://www.ab.gov.tr/index.php?p=49043&l=1.