Dünyada her terör örgütü, bir hedef belirler, bu hedefe uygun argümanlar üretirler ve bu argümanları ürettikten sonra harekete geçerler. Ancak harekete geçmeleri için olmazsa olmaz unsur, para ve silahtır. Bu örgütler para ve silaha ulaşamazlarsa, hedefledikleri korkuyu salamaz, devlet ve millet tarafından püskürtülür ve başarısız olurlar. Bu nedenle örgütler hedef ülkeyle ilgili planları olan dış güçlerin ve devletlerin radarına girmek zorunda kalırlar. Amaç bir taşla birden fazla kuş vurmaktır. Dış devletler ve güçler, o devleti ister zayıflatmak ister yıkmak isterse, bu örgütlerin ihtiyacı olan malzemeyi verirler, ama bir şartla: Hizalarından çıkmama… Örgütler de buna mecbur kalır. Zaten bunu kabul etmezlerse istedikleri hareketlenmeyi gerçekleştiremez ve silahsız, mühimmatsız kalırlar. Bu, dünyanın her yerinde olduğu gibi coğrafyamızda da böyledir. Örneğin Abdullah Öcalan’ın henüz silahlı propaganda eylemlerine girişemeden 1980’li yılların başında örgütün darbe yemesinden sonra terör kampında edilen “Bu silahları bize başarısız olalım diye vermiyorlar” sözü de bu gerçeğin bir tezahürüdür. Bunun terminolojik adına vekaleten savaş da diyebiliriz.
PKK tarihi, bu gerçeğin çok sayıda örneğiyle doludur. Türkiye ile ilgili bu coğrafyada kimin hesabı varsa, bir şekilde PKK’yı kendi emelleri çerçevesinde kullanmıştır. PKK da bu nedenle 30 yıldır zayıflatıldığı dönemler olsa da bitirilememiş, konjonktürel olarak taşeron olarak kullanılacağı dönemlerde yoğun desteklenmişti. Bu destek örgütü ayakta tutmuş, Irak’ın işgali sonrasında da bölgedeki 4 ülkede örgütlenmesini artırmıştı.
Örneğin örgütün liderinin yakalandığı dönemden Irak’ın işgaline kadar olan dönemde, Türkiye’nin gerek küresel gerek bölgesel bazda attığı iş birliği adımları neticesinde örgüte para ve mühimmat akışında azalma olmuş, örgütte çözülmeler başlamıştı. Para ve adam bulamayan örgüt, lojistikle bağlantılı olarak dağdaki militana yaşam malzemesi gönderemez olmuş, silah desteği sağlayamamıştı. Irak’ın işgali ise bölgede dengeleri değiştirmiş, PKK ABD’ye tam biat etmiş ve aradığı desteği sağlamıştı.
Günümüzde de bağlantılı bir süreç yaşanıyor. Yine bölgedeki çelişmeler ve çatışma ortamlarından faydalanarak Suriye’de PYD üzerinden bir kazanım elde eden terör örgütü, yurt içinde ise Türk Silahlı Kuvvetleri’nden ve diğer güvenlik güçlerimizden darbe üstüne darbe yiyordu. Hendek ve barikat planlamasında başarılı olamayan terör örgütü, şehir merkezlerinde hareket edemez hale geldi ve kırsalda da saklanacak delik aramaya başladı. Son dönemlerde yapılan operasyonlar, örgütün bu sıkışmışlığını pekiştirdi.
İşte tam bu sırada ABD’den bu yılın başından itibaren başlayan bir süreçte para ve silah yardımı akmaya başladı. Elbette bu ülke sözünü ettiğimiz yardımları doğrudan PKK’ya vermedi. Ama PYD’ye aktarılan yardımlar, PKK’ya ilaç gibi geldi. Yüzlerce TIR ile gönderilen silahlar arasında Türkiye’nin isteyip de ABD’nin vermediği silahlar da bulunuyordu. İşte bu sevkiyatlardan sonra Türkiye içindeki lojistiği kesilmiş, yardım alamaz hale getirilmiş örgüt militanlar da hareketlendi. Güvenlik bürokrasisi de bu tespiti yapıyor. Örgütün bu yardımlar üzerinden “moral depoladığı”, doğrudan olmasa bile dolaylı olarak silah ve mühimmat açığını kapattığı değerlendirmeleri yapılıyor. Hatırlanacak olursa Kato dağında örgütün Türkiye'deki ana silah ve mühimmat deposuna ulaşılmış, bu depo imha edilmişti. Ancak Suriye’ye aktarımı yapılan silahlar, örgütün açığını kapatmada epey faydalı oldu.
Ek olarak, Katar kriziyle başlayan süreçte, Körfez ülkelerinin ABD gözetiminde Suriye’nin kuzeyindeki PYD varlığı ile temasa geçmesi de PKK’ya yarayabilir. Örneğin, PKK’nın Türkiye’yi içeride oyalaması, Rakka sonrasında da PYD’nin Suriye’de varlığını garanti altına alınması, büyük planın parçası olabilir.
Yeni Birlik