Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Ümit Yalçın ile ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı John Sullivan arasında Washington'da kritik bir görüşme yapıldı. Basına yansıdığına göre taraflar Türkiye’nin Afrin’den sonraki hedefi olarak öne çıkan Münbiç’le ilgili teröristlerin uzaklaştırılması konusunda "uzlaşma anlayışı" içinde. (Hürriyet Gazetesi, 1 Nisan 2018)
Son yıllarda FETÖ ve PKK/PYD gibi terör örgütleri üzerinden gerilim yaşayan iki ülkenin bu temasları sorunların ortadan kalktığı anlamına gelmemeli. ABD'nin ve müttefiki ülkelerin, PKK/PYD terör örgütünü Münbiç'te koruma ile ilgili bir kuvvetinin olmadığı aşikar. Washington yönetimi de bu gerçeğin farkında. Zaten Amerikan güvenlik bürokrasisinin koruma konusunda kararlı olduğu yer Münbiç değil, Fırat'ın doğusu. Bütün hesaplarını bu bölgeyi Türkiye'ye kabul ettirme üzerine yapıyorlar. Münbiç meselesi üzerinden ise zaman kazanmaya çalışıyorlar. Ek olarak, bu süreçte Türkiye'yi yıpratma çabası içindeler.
Burada PYD terör örgütünün siyasi parti kisvesi adı altında yeniden örgütlenmesi hamlesi geliştirdiler. Bu hamle Türkiye'nin sahadaki işbirliğini de sıkıntıya sokabilir. Örneğin Rusya'nın Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov'un "Kürtler olmadan Suriye krizinin çözümü imkansız" açıklaması bu ülkenin PYD'yi örten bu siyasi girişime sıcak bakabileceği endişesi oluşturdu.
Kararlı ve Sabırlı Bir Politika
Çünkü Türkiye Suriye'deki terörün ana kaynağının Fırat'ın doğusu olduğunu net bir şekilde saptamış durumda. "Siyasi parti" maskesi adı altında bir terör örgütüne taviz vermeye hiçbir şekilde sıcak bakmayacağı artık çok net. Ancak görüldüğü kadarıyla Ankara'da bu konuda hızlı değil, zamana yayan bir konsept üzerinde hareket ediliyor. Verilen şehitlerin, gazilerin kanlarıyla, halen görev yapan Mehmetçiklerin alın teriyle başarıyla gerçekleştirilen Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekatları ülke içinde beklentiyi yükseltti. Bir an önce PKK/PYD terör örgütünün Suriye'de bulunduğu bütün bölgelerden temizlenip atılması umudunu artırdı. Oysa yapılması gereken sabırla beklemek. Çünkü her geniş çaplı harekatın çok ciddi bir perde arkası hazırlığı bulunuyor. Özellikle bölgede bir diğer NATO ülkesi Fransa'nın da denkleme daha etkili bir şekilde dahil olacağını açıklaması ve terör örgütüne kalkan olma girişimi, bugünkü planların değiştirilip yeni bir oyun planı kurulmasına neden olacak. Diplomatik, ekonomik, askeri, istihbari vs. birçok boyutta planlar yeniden gözden geçirilecek, ona göre adım atılacak.
Ayrıca, askeri güç açısından Türkiye'nin içinde bulunduğu çatışma havzalarını da göz önünde bulundurmak gerekiyor. Bu çatışma havzalarını ve TSK'nın mücadele unsurlarını şu şekilde sıralamak mümkün:
1- Dicle-Fırat Havzası: Türkiye burada terör örgütü PKK ile yoğun bir mücadele yürütüyor. Mücadele Türkiye ve sınıra yakın yerlerde kara ve hava kuvvetleri, Irak'ın içlerine yönelik bölgelerde de sadece hava kuvvetleri üzerinden yapılıyor.
2- Suriye ve Irak'ın Kuzeyi: Buradaki mücadelede PKK/PYD ile bir mücadele söz konusu. Burada da kara ve hava kuvvetleri sahada görev yapıyor.
3- Doğu Akdeniz: Kıbrıs adası çevresi merkez olmak üzere Yunanistan başta olmak üzere Avrupa Birliği destekli Rum Kesimi ile karşı karşıyayız. Bu kutba, Exxon Mobil üzerinden ABD'de 6'ıncı filosuyla dahil oldu. Türkiye bu kutbun karşısında sahada, KKTC'deki kara, Akdeniz'deki deniz kuvveti ile yer alıyor.
4- Ege Denizi: Yıllardır süren kıta sahanlığı gerilimi, adalar üzerinden yeniden zirveye çıktı. Yunanistan'ın, Doğu Akdeniz'deki gibi Batı dünyasını arkasına alarak yaptığı çıkışlara karşı Türk Silahlı Kuvvetleri kara, deniz ve hava kuvvetleri ile teyakkuz halinde ulusal güvenliğini koruma kararlılığında.
Milli Güç Unsurları Harekete Geçirilecek
Ayrıca Karadeniz üzerinden kuzeyimiz, Ermenistan üzerinden de doğumuzu da gerilime aday bölge olarak niteleyebiliriz.
Böyle bir coğrafyada ve dost-düşman tanımının birbirine karıştığı bir dönemde sabırlı ve dikkatli adım atmaktan başka bir çıkar yol gözükmüyor. Saydığımız dört çatışma havzasında mücadele yürütürken güç mukayesi yapmak, hedef koyunca gerçekleştirmek zorundasın.
Ayrıca düşmanın savaşma azmini kırmalı, onu savaşma ve direnme imkanlarından mahrum bırakmalısın. Bunun yolu da ülke olarak siyasi, ekonomik, askeri, nüfus, coğrafi, psiko-sosyal, bilimsel, teknolojik, kültürel anlamda bütün milli güç unsurlarını kullanmaktan geçiyor. Bunun da ciddi bir hazırlık gerektirdiği ortada.
Bu nedenle konumuzun başındaki Fırat'ın doğusundaki ve Irak'ın kuzeyindeki terör odaklarına karşı mücadelenin, Afrin meselesi kadar kısa sürede çözülmeyeceğini görmemiz gerekir. Yapmamız gereken aynen Kurtuluş Savaşımızdaki gibi hazır kıta milletin ve devletin yanında bulunmak, hangi siyasi görüşten olursak olalım vatanın bütünlüğü paydasında buluşarak birlik ve beraberliğimizi bozmaya çalışanlara izin vermemektir.